Lütfi AYHAN
“Kara Bahtlı Kör Talihli miyiz?”
"Kara bahtım kem talihim taşa bassam iz olur
Başım Erciyes Dağı yaz günleri kış olur
Ağustos'ta suya girsem balta kesmez buz olur…”
Böyle başlar bir türkümüz. Şikâyet eder talihten, dem vurur kederli ve hüzünlü kaderden. Bu âlemde sevinç, sürür, neşe… Ne kadar gerçekse hüzün ve elemde o kadar gerçektir. Âdemoğulları, mutlak mutluluk mekânı cennetten, elemler diyarı dünyaya gönderileliden beri başı sıkıntıdan, gönlü darlıktan kurtulmamıştır. Bu hakikat sadece fertler için değil, kavimler, boylar, milletler ve devletler içinde geçerlidir.
Bu satırları şu gerçeklerin gölgesinde yazıyorum. ;” Dünya sıkıntı yeridir. Gerçek huzur, gerçek güven, gerçek adalet, hakiki saadet… Bu dünyada olmaz. Bu güzelliklerin yeri ebedi saaadet yeri cennettir. Hz Âdemden (as)beri insanlar hep kavga, Hz Âdemden beri milletler, kavimler, devletler… Sürekli mücadeleler, karışıklıklar, isyanlar veya iç ve dış savaşlar içinde olmuşlardır. Sürekli huzur içinde olan, devamlı barış ve saadet içinde yaşayan devlete, millete rastlanmaz tarihte..” Bunlar değişmez hakikatler. Lakin tarihi dikkatli inceldiğimizde bazı kişi, grup, kavim ve devletlerin zamandaşlarına göre daha huzurlu, daha sakin, daha düzgün bir hayat sürdükleri gerçeğini de görmemiz lazım.Mesela bu gün bir sükûn adası gibi görüne kıta Avrupa'sı, Avrupalıların Orta çağ diye adlandırdıkları dönemlerde, kaosun, karışıklığın, geriliğin, adaletsizliğin, ilimsizliğin, fakirliğin, pençesinde asırlar boyu inim inim inlemişti. Boşverin orta çağı, daha dün yani 2. Dünya Savaşında 1944 lerde 50 milyon insan öldü Avrupada. Bu gün dünyada en fazla iç karışıklığın ve en fazla anarşinin, en çok iç savaşın ve buna bağlı olarak ölümlerin, iç savaşların görüldüğü İslam dünyası ise o asırlarda (orta çağda) tam tersi bir görünümde idi. O dönemde dünyada en güvenli, en zengin, en ileri devletlerin yaşadığı topraklar Müslümanların ülkeleri idi.
Osmanlı devleti gerileme döneminden sonra bir türlü denge bulamamış ve en sonunda 1. Dünya savaşı ile beraber tarih sahnesinden silinmiştir. Osmanlı son dönemlerinde gerek iç, gerekse dış karışıklıkları önlemek için birçok alanda, birçok çalışma ve reformlar yapmış, aydınlar arasında birçok siyasi görüş ortaya çıkmıştı. Lakin bunların hiçbiri derde derman olmadığından devletin yıkılması engellenememişti. “Meşrutiyet bir ilan edilse her şey bitecek… Çare Türk birliğini kurmakta, bu birlik kurulursa Osmanlı tekrara ayağa kalkar. Hayır, çare ümmetin bir araya gelmesi.. Gerçek kurtuluş batıcılıktır… Gibi siyasi görüşlerden hiç biri ne devletin yıkılmasını önleyebilmiş ne de , milletin huzur bulmasını sağlamıştır.
Kurtuluş savaşından sonra kurulan T. Cumhuriyeti Devletimizde günümüzde bile devam eden iç karışlıklılardan kendini kurtaramamıştır. M. Kemal Paşa döneminin ilk yıllarında karışıklık olması normaldi. Çünkü devlet yeni kurulmuş, kurumlar yeni oluşmuştu. Osmanlı gibi 6 asırlık bir devletin enkazı bile kaos için yeterli bir nedendi. Lakin M. Kemal Paşa’nın, 1923 te başlayıp 1938 e kadar devam eden tek adamlık (ebedi şeflik) döneminde de ülkenin huzur ve sükûn bulması mümkün olmadı. Ölümüne yakın O, içte,Tunceli’deki kalkışma, dışta ise Hatay sorunu ile uğraşmaktaydı.
İsmet paşa döneminde de taşlar yerine oturmadı. Menderes, Demirel, Ecevit, Özal, Erbakan, Çilller, Türkeş, Yılmaz, Bahçeli… Koalisyonlar, tek başına iktidarlar, darbe dönemleri, (sağcılar solcular ielericiler gericiler kemalistler faşistler sosyalistler muhafazakarlar demokratlar… hiç biri derde derman olmadı) Hiçbir dönemde Türkiye gül bahçesi olmadı. Ve en son Erdoğan /Ak Parti Dönemi. Bu 15 yıllık dönemde ülke birçok alanda (eğitim, sağlık, ekonomi, ulaşım, iletişim, yollar köprüler.) birçok başarı elde etti. Terörün bitmesi için büyük bir risk olan Çözüm Sürecini başlattı. Sonuç? Her şey önümüzde… İçte ve dışta elan devam eden terör hadiseleri. Halen Güneydoğudan gelmeye devam eden şehit haberleri. Patlamalar, yıkılan binalar, şehadet şerbetini içmeye devam eden gençler… Fetö Örgütünün akla hayale gelmez ihanetleri… Dost dediğimiz ülkelerin göz göre göre aleyhimizdeki çalışmaları. Batı Kamuoyunun ülkemiz hakkındaki tezviratları ve bir türlü aynı noktada buluşamayan Türkiye Kamuoyu.
Niçin böyle ve çare ne? Bu soruya yüzlerce cevap verilebilir. Çünkü halen toplumsal mutabakatı sağlayamadık. Tarihte yaşanmış gelmiş geçmiş olaylar konusunda bile aynı görüşü paylaşamayan bir toplum halindeyiz.
Her siyasi ve sosyal grubun kendi görüşünün en iyi olduğu iddiası normal, anormal olan kendi dini mezhebi ve siyasi görüşünde olmayanlara olan bakış açısı. Çare ise galiba şu: “ Benim görüşüm en iyisi, lakin seninkine de saygı duyuyorum. Benim hayat anlayışım en güzel fakat senin hayat anlayışında da karışmıyorum. Senin dinin sana, senin mezhebin sana… Senin siyasi, eğitim, sanat görüşün sana, benim dinim, mezhebim, siyasi görüşümde bana…” Toplumsal mutabakatı sağlamadığımız müddetçe içte ve dışta huzur bulmamız pek mümkün olmayacak gibi. İşin en acı tarafı ise bizler, bir zamanlar( yani Osmanlının kuruluş ve yükseliş dönemlerinde) bırakın başka mezhepten insanları, bırakın ümmeti oluşturan farklı kavim ve ırkları; 4-5 ayrı dinden, 7-8 ayrı mezhepten olan, 10-15 farklı dil konuşan, Onlarca farklı ırk ve kökenden oluşan, üç ayrı kıtada yaşayan milletleri bir arada, adalet ve saadet içinde yaşatmayı başarmış bir mirasın varisleri olduğumuzdan bihaber olmamız. Bu mirası hakkıyla inceleyip öğrensek kurtuluş için ciddi bir kazanç elde etmiş oluruz.
Rabbim ülkemize huzur ve güven, milletimize ve ümmetimize ise birlik, beraberlik, adalet, barış ihsan etsin! Ümmetin üzerindeki belaları, fitneleri, kıtalleri, ilimsizliği, anlayışsızlığı, tembelliği, ahlaksızlığı… Ref etsin (amin)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.