Haşim AKIN
KAPI VE PENCERELERE DİKKAT
Güzel ülkem bu günlerde sert esen rüzgârlarla mücadele ediyor. Yani rüzgârla mücadele etmiyor da onun zararını azaltabilmek için gayret gösteriyor. İlgililer halkı mecbur olmadıkça dışarı çıkmama ve kapatılması gereken yerlerin açık kalmaması konusunda dikkatli olmaya çağırıyor. Bazen bela Hak’tan gelir ve halkın buna yapacağı bir şey de kalmaz. Allah her türlü afetten muhafaza eylesin.
Benim asıl değinmek istediğim nokta başkaydı. İnsanlar evlerinin kapı ve penceresine dikkat ettiği gibi kalbinin ve aklının da kapılarına dikkat etmeli. Değilse -Allah korusun- birileri oradan içeriye çöplerini boşaltıverir de bununla uğraşmak zorunda kalırız. İnsan ilk anda kendi kalbine boşaltılan çöpün kokusundan rahatsız olur. Gerçi geçici ve süslü kokularla bunu servis etmeleri de mümkün. Bir süre sonra buna alışır ve bunun çok güzel bir şey olduğuna kendisini de inandırmaya başlar. Sonra ne mi olur? Hataları savunma ve bu hataya düşmeyenleri de hatalı olarak görme gafleti başlar.
Burkina Faso’da geçen hafta bir köye yolumuz düştü. Burada genç bir imam kardeşimiz var. Yaşı genç ve dimağı da hakka açık. Köyün bir de eski imamı var. Burada eski köy imamları köşe taşı gibidir. Asla yerinden oynamaz. Yerlerini de kimseye vermez. Onların dedikleri kanundur. Bunu tartışmak ve eleştirmek de büyük hatadır(!).
Corona sürecinde ben Türkiye’de acayip bir hikâye duymuştum. Duyunca da kahkahayla güldüm tabi ki. Buna göre evinizde arada bir okuduğunuz Kur’an-ı Kerim’in içinde şayet bir saç kılı bulursanız, bu Nebiyyi Muhterem aleyhisselamın saç telidir ve her derde(!) devadır. Bunu suya koyup içmeniz gerekir. Benim gibi saçları sıkça dökülen birisinin okuduğu bir Mushaf’ta bunu bulmak hiç de zor olmayacaktır. Elbette buna gülüp geçtim. Ancak bunu ciddi olarak savunanlar, hatta arayıp bulanlar veya bulduğu zehabına kapılıp mutlu olanlar da olmuştur sanırım.
Geçen hafta gittiğimiz köyün o eski ve yaşlı imamı da köyde aynısını halka öğütlemiş. Nereden fısıldanmışsa kulağına... Corona salgını ve haberleri çıkıp insanların korkudan ne yapacağını şaşırdığı o netameli dönemde. Bizim genç imam da boş bulunup “bunun İslam’da yeri olmadığını” söylemiş. Hem gençsin, hem de onun kadar ilim tahsil etmedin... Bunu söylemenin köyde bir bedeli olmuş mu? Maalesef ki olmuş.
Tabi ben buradaki o eski imamın tepkisinden önce aynı zırvanın hem Türkiye’de hem de 6000 km. uzaktaki Burkina Faso’da olmasına hayret ettim. Siz etmediniz mi? Ortada nasıl bir kültürel bağ var ki benzeri uydurma hikâyeler eş zamanı olarak yayılıyor.
Yani işin özeti şu ki; uluslararası bir ağız var ve sınır tanımayan zırvaları değişik toplumlara fısıldıyor. Tamam, ben şeytanın hannas ve vesvas olduğunu bilir ve buna inanırım. Ancak ona yardım edenlerin ve fısıltıya kulak verenlerin bu kadar çok olması ilginç...
Buna niçin ihtiyaç duyar insan? Bazen özel olmak, farklı görünmek, diğerlerinin bilmediğini bilerek dikkat çekmek ister. Öncekilerden hiç kimsenin bilemediği ve söyleyemediği şeyi söyleme cesaretine sahip olmanın veya öyle görülmenin çok ayrı bir hazzı olmalı.
Hâsılı nerede yaşarsanız yaşayın, kalbinizin ve kafanızın kapılarını iyi ve dikkatlice kapatmak gerekirmiş. Zira bu korumaya dikkat edilmezse dünyanın bilmem neresinde uydurulan bir söz aynı anda birçok İslam beldesinde insanların kalplerini ifsat etmek için girecek delik bulabiliyor. Bunların müşteri bulması da ok zor olmuyor.
Bu konuda çok iddialı olmaya da gerek yok. Başkalarını benzer uydurma rivayetlere uyma ve onların kölesi olmakla suçlayanlar da diğer bir noktadan yakalanabiliyor.
Bu günlerde fırtınalar sert esiyor. Aman dikkatli olalım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.