xxx65566
İşte geleceğin haritası: Böyle bir hayal mümkün!
Müslüman coğrafyada yaşanan bütün olumsuzluklara, karmaşaya, ekonomik ve siyasi adaletsizliklere, ümit kırıcı gelişmelere rağmen, geleceğin dünyasında bu bölgenin dinamik bir güç olacağına inananların sayısının ne kadar az olduğunun farkındayım. Bugün yüzeysel bir bakışla görenlerin, 21. yüzyıl dünyasında bölgeye hiç şans vermediğini, veremediğinin de. Türkiye'nin ve birkaç ülkenin özverili çabalarının bölgesel bir güç merkezi oluşumuna yetmeyeceği, geçmişiyle yaşayanların bir gelecek inşa edemeyeceği, bu teslimiyetçi ruh hali ve geri kalmışlığa ilişkin istatistiklerle "hayal" kurulamayacağı söylemleri elbette son derece ciddi. Ama algılarımızı biraz derinleştirdiğimizde, genel geçer ön kabullerin dışına çıktığımızda, popüler söylemin etkisinden kurtulup olumlu gelişmelere dikkat kesildiğimizde, bunları; dünyada yaşanan karmaşık dönüşüm ve güç kaymalarıyla birlikte ele aldığımızda, bir araya getirdiğimizde oldukça farklı sonuçlara ulaşıyor, olumsuz kanaatlerimizin o kadar da doğru olmayabileceğini fark ediyoruz.
Sadece olumsuzlukları öne çıkarma alışkanlığımız, gerçeklerle aramızda perdeler oluşturabiliyor. Bugün Endonezya'dan Afrika ortalarına kadar izlediğimiz gelişmeler, küçük adımlar gibi görünse de, değeri takdir edilince ileriye yönelik dev adımlar gibi görünebiliyor. Daha büyük adımların atılması için, daha uzun yürüyüşlerin başlatılması için bu küçük gibi görünen adımların çok önemli olduğunun farkında olmak gerekiyor. Bu yüzden, Türkiye'yi ve bölgeyi, Batı başkentlerinden, siyasi söylemlerinden görmekten kurtulup sessizce devam eden bu gelecek inşasına dikkatimizi yönlendirmemiz gerekiyor.
ABD Başkanı Barack Obama'nın Türkiye ve Mısır'da verdiği mesajları değerlendirirken, Washington'un taktik politik değişiklikleriyle sınırlı kalmak, ABD liderlerinin siyasi anlayışına sığınmak yetmeyecek. ABD için, Avrupa Birliği için bu bölge ne anlama geliyor, 21. yüzyılın ortalarında nasıl bir enerji birikiminin adresi olacak, bu enerjiyi kimler nasıl yönetmek istiyor anlamak zorundayız. Obama, ABD'nin geleceği için Müslümanların yaşadığı coğrafyaya ihtiyaç duyuyorsa, bölgeyi bu ihtiyaca göre dizayn etmeye çalışıyorsa, burada bizim farkında olmadığımız bir şeylerin olduğunu bilmeliyiz. ABD'nin yeni yaklaşımına karşı Rusya ve Asyalı güçler de Müslümanlarla yakınlaşma atağına geçiyorsa, durup kendimize bir bakmalıyız. Kendimizi küçümsemeden, ezberlerimizden kurtularak bakmalıyız.
Birkaç yıldır Türkiye'nin bölge merkezli hareketliliğini, girişimlerini, krizlere müdahalesini, barış önerilerini, toplumlar arası yakınlaşma çabalarını, dar etnik ve mezhep eksenli gerilimlere karşı duruşunu, bölge ülkeleriyle ikili yakınlaşmalarını, ulus üstü bölgesel ortaklıkların temellerinin atılmasında lokomotif rolünü sadece Türk dış politikasıyla sınırlı görmemeli, ABD'nin ya da bir başka gücün bölgeye yönelik politikalarıyla tanımlama kolaycılığına kaçmamalıyız.
Sadece devletlerin değil, bireylerin, müteşebbislerin, kamu kurumlarının, sivil toplum kuruluşlarının Endonezya'dan Darfur'a uzanan çalışmalarının haritasını çıkardığımızda nasıl bir ilişkiler ağı ortaya çıkıyor, bakmalıyız. İşte bu haritayı kastediyorum. Ön kabullerimizi, önyargılarımızı bir kenara bırakarak, çizilen bize ait olan haritayı görmemizi öneriyorum. Bugüne kadar, ayrışmayı, çatışmayı, düşmanlığı gösteren bütün haritalarla mücadele ettik. Başkalarının çizdiği haritayı bir kenara atıp kendi haritamıza bakma zamanı şimdi.
Hâlâ, Batı'nın ve Doğu'nun güç mücadelesinin cephe ülkeleri olmayı içlerine sindirenlerin bunu anlaması mümkün değil. Batı ve Doğu da, bir önceki yüzyıldan kalma alışkanlıklarıyla, bölgeyi pazarlık malzemesi olarak kullanma kolaycılığının bedelinin ne kadar ağır olacağını yakın gelecekte görecektir.
Artık insanlarımız, kurumlarımız fakirlere yardım etmenin, tehlikeleri göğüslemenin ötesinde krizlere müdahale ediyor, kaos yaşanan bölgelerde yerleşiyor, ayrılıkları ortadan kaldırıyor, bazı bölgelerde adeta ulus inşasına girişiyor. Sudan'ın petrolleri için kavgaya tutuşan Batılı ve Doğulu ülkelerin arasında sıyrılıp Darfur'u ayağa kaldırmaya çalışıyor, Gazze'yi ayağa kaldırmaya çalışıyor ve oldukça da başarılı oluyor. Onlar Darfur'da çatışmayı provoke ederken, çatışan taraflara silah akıtırken, petrol için harita çizimleri yaparken, bizim insanlarımız ise tarafları barıştırıyor, açlıkla ve yoksullukla savaşıyor onlara elverişli bir yaşam alanı oluşturmak için çaba harcıyor.
Geçenlerde Türkiye'de bir Darfur Konferansı yapıldı. Türk-Arap İlişkileri Sempozyumu'nun da organizasyonunu yapan Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi (ORDAF) ile İstanbul Üniversitesi'nin düzenlediği oturumlara katılanlar, bölgenin geçmişine özellikle de bugünkü kötü haline sebep olan ülkelerle ilgili çarpıcı gerçekleri ortaya koydu. TİKA Başkanı Dr. Musa Kulaklıkaya'nın, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet'in, ORDAF Başkanı Prof. Dr. Zekeriya Kurşun'un, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hakan Fidan'ın, Türkiye'deki en etkili Afrika araştırmacısı Doç. Dr. Ahmet Kavas'ın yanısıra, bir çok ülkeden onlarca uzman katıldı. Yine Türk-Arap İlişkileri Sempozyumu'na Prof Dr. Kemal Karpat, Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr İlber Ortaylı gibi isimlerin yanında yerli ve yabancı çok sayıda bilim adamı katıldı.
Bunlara yenileri eklenecek. Tarihi bugüne çağırmak, kültürel ortaklıkları ortak geleceğin inşasında kullanmak Türkiye için yeni olan şeyler. Artık ne kendimiz de dışarıdan bakanlar da, bu bölgenin sadece geçiş güzergahı olmayacağını, merkez güçler arası çatışma alanı olmayacağını, kaynak merkezi olmayacağını, pazarlık malzemesi olmayacağını bilmek zorundayız.
Bütün olumsuzlukları bilerek, baskıcı rejimleri görerek, siyasi ve ekonomik adaletsizlikler görerek, muhtemel yeni çatışma senaryolarının farkında olarak farklı bir gelecek inşa edildiğini söylemekte tereddüt etmiyorum. Atılan adımları görmeyi, bu adımların
Sadece olumsuzlukları öne çıkarma alışkanlığımız, gerçeklerle aramızda perdeler oluşturabiliyor. Bugün Endonezya'dan Afrika ortalarına kadar izlediğimiz gelişmeler, küçük adımlar gibi görünse de, değeri takdir edilince ileriye yönelik dev adımlar gibi görünebiliyor. Daha büyük adımların atılması için, daha uzun yürüyüşlerin başlatılması için bu küçük gibi görünen adımların çok önemli olduğunun farkında olmak gerekiyor. Bu yüzden, Türkiye'yi ve bölgeyi, Batı başkentlerinden, siyasi söylemlerinden görmekten kurtulup sessizce devam eden bu gelecek inşasına dikkatimizi yönlendirmemiz gerekiyor.
ABD Başkanı Barack Obama'nın Türkiye ve Mısır'da verdiği mesajları değerlendirirken, Washington'un taktik politik değişiklikleriyle sınırlı kalmak, ABD liderlerinin siyasi anlayışına sığınmak yetmeyecek. ABD için, Avrupa Birliği için bu bölge ne anlama geliyor, 21. yüzyılın ortalarında nasıl bir enerji birikiminin adresi olacak, bu enerjiyi kimler nasıl yönetmek istiyor anlamak zorundayız. Obama, ABD'nin geleceği için Müslümanların yaşadığı coğrafyaya ihtiyaç duyuyorsa, bölgeyi bu ihtiyaca göre dizayn etmeye çalışıyorsa, burada bizim farkında olmadığımız bir şeylerin olduğunu bilmeliyiz. ABD'nin yeni yaklaşımına karşı Rusya ve Asyalı güçler de Müslümanlarla yakınlaşma atağına geçiyorsa, durup kendimize bir bakmalıyız. Kendimizi küçümsemeden, ezberlerimizden kurtularak bakmalıyız.
Birkaç yıldır Türkiye'nin bölge merkezli hareketliliğini, girişimlerini, krizlere müdahalesini, barış önerilerini, toplumlar arası yakınlaşma çabalarını, dar etnik ve mezhep eksenli gerilimlere karşı duruşunu, bölge ülkeleriyle ikili yakınlaşmalarını, ulus üstü bölgesel ortaklıkların temellerinin atılmasında lokomotif rolünü sadece Türk dış politikasıyla sınırlı görmemeli, ABD'nin ya da bir başka gücün bölgeye yönelik politikalarıyla tanımlama kolaycılığına kaçmamalıyız.
Sadece devletlerin değil, bireylerin, müteşebbislerin, kamu kurumlarının, sivil toplum kuruluşlarının Endonezya'dan Darfur'a uzanan çalışmalarının haritasını çıkardığımızda nasıl bir ilişkiler ağı ortaya çıkıyor, bakmalıyız. İşte bu haritayı kastediyorum. Ön kabullerimizi, önyargılarımızı bir kenara bırakarak, çizilen bize ait olan haritayı görmemizi öneriyorum. Bugüne kadar, ayrışmayı, çatışmayı, düşmanlığı gösteren bütün haritalarla mücadele ettik. Başkalarının çizdiği haritayı bir kenara atıp kendi haritamıza bakma zamanı şimdi.
Hâlâ, Batı'nın ve Doğu'nun güç mücadelesinin cephe ülkeleri olmayı içlerine sindirenlerin bunu anlaması mümkün değil. Batı ve Doğu da, bir önceki yüzyıldan kalma alışkanlıklarıyla, bölgeyi pazarlık malzemesi olarak kullanma kolaycılığının bedelinin ne kadar ağır olacağını yakın gelecekte görecektir.
Artık insanlarımız, kurumlarımız fakirlere yardım etmenin, tehlikeleri göğüslemenin ötesinde krizlere müdahale ediyor, kaos yaşanan bölgelerde yerleşiyor, ayrılıkları ortadan kaldırıyor, bazı bölgelerde adeta ulus inşasına girişiyor. Sudan'ın petrolleri için kavgaya tutuşan Batılı ve Doğulu ülkelerin arasında sıyrılıp Darfur'u ayağa kaldırmaya çalışıyor, Gazze'yi ayağa kaldırmaya çalışıyor ve oldukça da başarılı oluyor. Onlar Darfur'da çatışmayı provoke ederken, çatışan taraflara silah akıtırken, petrol için harita çizimleri yaparken, bizim insanlarımız ise tarafları barıştırıyor, açlıkla ve yoksullukla savaşıyor onlara elverişli bir yaşam alanı oluşturmak için çaba harcıyor.
Geçenlerde Türkiye'de bir Darfur Konferansı yapıldı. Türk-Arap İlişkileri Sempozyumu'nun da organizasyonunu yapan Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi (ORDAF) ile İstanbul Üniversitesi'nin düzenlediği oturumlara katılanlar, bölgenin geçmişine özellikle de bugünkü kötü haline sebep olan ülkelerle ilgili çarpıcı gerçekleri ortaya koydu. TİKA Başkanı Dr. Musa Kulaklıkaya'nın, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet'in, ORDAF Başkanı Prof. Dr. Zekeriya Kurşun'un, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hakan Fidan'ın, Türkiye'deki en etkili Afrika araştırmacısı Doç. Dr. Ahmet Kavas'ın yanısıra, bir çok ülkeden onlarca uzman katıldı. Yine Türk-Arap İlişkileri Sempozyumu'na Prof Dr. Kemal Karpat, Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr İlber Ortaylı gibi isimlerin yanında yerli ve yabancı çok sayıda bilim adamı katıldı.
Bunlara yenileri eklenecek. Tarihi bugüne çağırmak, kültürel ortaklıkları ortak geleceğin inşasında kullanmak Türkiye için yeni olan şeyler. Artık ne kendimiz de dışarıdan bakanlar da, bu bölgenin sadece geçiş güzergahı olmayacağını, merkez güçler arası çatışma alanı olmayacağını, kaynak merkezi olmayacağını, pazarlık malzemesi olmayacağını bilmek zorundayız.
Bütün olumsuzlukları bilerek, baskıcı rejimleri görerek, siyasi ve ekonomik adaletsizlikler görerek, muhtemel yeni çatışma senaryolarının farkında olarak farklı bir gelecek inşa edildiğini söylemekte tereddüt etmiyorum. Atılan adımları görmeyi, bu adımların