xxx52
İslam ekonomik düzeni
Medyanın Başbakan'a yönelik ölçüsüz ve dengesiz eleştirisi, Alevîliği ve Alevîleri istismar eden bazı grupların demokratik olmayan talepleri, kürt meslesi ile PKK terörünü birbirinden ayırma zarureti üzerine de bugünlerde bir şeyler yazmak gerekiyor. Ancak daha önce başladığım "krizlerin panzehiri olan İslam ekonomi düzeni" hakkındaki yazıları bitirmeden bu konulara girmeyeceğim. İslam ekonomik düzeni üzerinde kafa yoran düşünürlerimizden Mevdûdî'nin görüşlerini özetliyordum: Diğer üretim vâsıtaları ve iş hayatı: İslâm, tüketim araçları ile üretim vâsıtalarını birinde özel mülkiyet meşrû, diğerinde gayr-i meşrû olacak şekilde birbirinden ayırmaz. Tam aksine bir kimsenin, bir ihtiyaç maddesini üretmesi veya imal etmesini sonra da bir başkasına satmasını tereddütsüz caiz görür. Üretici işi bizzat yapıp yürütebileceği gibi başkasını da çalıştırabilir; o, üretim için kullandığı hammadde, âlet, makine ve fabrika gibi bütün vasıtaların meşrû sahibidir. Bu, endüstiri inkılâbından önce olduğu gibi bugün de onun için meşrû olur. Ancak hiçbir kayıt ve sınır tanımayan sanâyi ve ticaret, inkılaptan önce sıhhatli ve meşrû olmadığı gibi şimdi de değildir. Bunun, birtakım kayıtlarla sınırlanması gereği ve ihtiyacı mevcuttur: 1. Ticaret ve sanâyide, insan gücü yerine makine kullanan teknik istihdamına izin verilmeden önce bunun, toplum ferdlerinden ne kadarını işsiz bırakacağı ve geçimlerine tesir edeceği inceden inceye araştırılmalı, sonra bunların geçim vâsıtalarının teminine çalışılmalıdır. 2. Şüphe yok ki işverenle işçi arasındaki hak, görev ve şartların tayini, iki tarafın karşılıklı karar ve rızâlarıyla gerçekleşir. Ancak hükümetlerin bu mevzûda, bazı adâlet ve anlaşma prensipleri koymaları gereklidir: Asgarî ücret ve maaş, işçinin mesâî saati, işçinin hastalığında tedâvi ve sakatlanması halinde tazminat hakkının asgarî sınırı, çalışamaz hale gelen işçinin geçimliği ve benzerlerini bunlar arasında sayabiliriz. 3. İşçilerle işverenler arasında meydana gelebilecek anlaşmazlık ve gerginlikleri gidermek, bunun için anlaşma, mahkemeye ve hakeme başvurma kâidelerini vazetme; böylece grev ve lokavtların önünü almak hükümetlerin görevi olmalıdır. 4. İhtikâr (stokçuluk), spekülasyon, kumar, şans oyunları ve hileli ticaret kesin olarak yasaklanmalı, piyasada fiyatların sun'î olarak artmasına sebep olan bütün yollar kanunla tıkanmalıdır. 5. Sınâî mamûller ve zirâî mahsullerin imha edilmesi suç sayılmalıdır. 6. Sanâyi ve ticaretin her şubesi, mümkün ölçüde rekâbet ve yarışmaya açık olmalı, ferd olsun grup olsun hiçbir kimse, başkalarının faydalanamadığı hak ve imtiyazları tekeline geçirememelidir. 7. Umûmi ahlâka ve sağlığa zararlı olan sanâyi ve ticaret kollarının kurulmasına izin verilmemeli, herhangi bir sebeple zarûret hâsıl olursa çok dar sınırlar içine alınmalıdır. 8. Her ne kadar hükümetler, nazilerin yaptığı gibi sanâyi ve ticareti, hâkimiyet ve güdümleri altına almayacaklarsa da kılavuzluk ve koordinasyon vazifesini yerine getireceklerdir; böylece ülkenin sanâyi ve ticareti yanlış istikametlere yönelmeyecek, iktisadî hayatın çeşitli şubeleri arasında arzu edilen bütünleşme ve birbirini tamamlama durumu gerçekleşmiş olacaktır. 9. Ülkede, devamlı olarak lüks içinde yaşayan grubların doğmaması için toprak sahiplerinin emlâkinde olduğu gibi sanâyici ve tüccarın malı da sahibi vefat edince İslâm miras hukukuna göre taksim edilecektir. 10. Ziraatçilerden alındığı gibi sanâyici, tüccar ve çeşitli meslek sahiplerinin, belli ölçüde zengin olanlarından da, İslâm'ın tayin ettiği yerlere sarfedilmek üzere "zekât" adıyla bir miktar mal alınacaktır