Fatma Ç. KABADAYI
Iğdır'da Dilenci Kirliliği
Her ilin iyi kötü kendine has özelliği vardır. Iğdır’ın Al Elmasını, hava kirliliğini duymuşsunuzdur da ya dilencilerini duydunuz mu?
Dilenmek nedir? İhtiyaç sahibi ama çalışamayacak durumda olanların; hasta, bedenen ya da zihnen rahatsız ya da eksik, bakıma muhtaç olanların gururunu hiçe sayarak, yaşamak amacıyla kapı kapı dolaşıp yardım toplaması… Allah bize kendinden başka el açtırmasın.
Dinimiz çalışmak ibadettir dilenmek zillettir der. İslamiyet’te dilenmek hoş görülmese de kapınıza kadar gelene hoş davranmayı ve yarım hurma da olsa ona bir şey vermeyi, boş çevirmemeyi önerir. Dilencinin ısrarını da hoş karşılamaz, yerer çünkü bu insanı gerçekten rahatsız eden zorda bırakan bir durumdur.
Türkiye’de dilencisi sayısının elli bin üzerinde olduğunu ve bin dört yüz kişiye bir dilenci düştüğünü, dilencilerin aylık gelirinin yedi yüz elli ile bin beş yüz arasında olduğunu bilmeyen yoktur herhalde.
Peki ya sağlıklı olduğu halde çalışmayıp dilenenlere ne demeli? Kim bilir kaç şehir gördünüz, kaç yerde yaşadınız. Fakat hiçbir ilde Iğdır’daki kadar dilenci kirliliğine rastlamazsınız emin olun.
Apartman kapısı kilitliyse ısrarla ziliniz çalınır ve pencereden bakarsınız, o saatte beklediğiniz kimse de yoktur üstelik aşağıdan birisi size el sallar ve “Allah rızası için…” diye bağırır. Şaşırırsınız, yukarıya çıkmaya da üşenmiştir. Komşularımız peçeteye sarıp atmaya onlardan yerden toplamaya öylesine alışmışlar ki… Durakta beklerken yanınıza gelen kişi size “Selamün Aleyküm” diyerek selam verir, zannedersiniz ki o da dolmuş bekleyecek, birden bire elini açar ve “Allah rızası için…” der. Yürürken on adımda bir yerde oturup el uzatana, on dakika da bir önünüze çıkap yolunuzu kesene, banka kuyruklarında, lokantada, işyerlerinin daimi üyesi gibi her an kapıda rastlarsınız. "Bir soluklanayım, şurda bir çay içeyim" deseniz illaki uğrar duasını eder. Boğazınıza durdursun da nasıl olursa olsun. Kısaca her yerde ve her an…
En çok da minicik çocuğu kucağına alıp oturmuyorlar mı soğuk betonlara… İçinizi yakan sözlerle iyi niyeti suistimal ederek, duygularınızı sömürerek ezberlediği duaları yapıyor; “Allah rızası için… Abla bir sadaka… Çoluğunun çocuğunun sadakası olsun. Allah sana acı çektirmesin. Allah tuttuğunu altın etsin.”
Bilmiyor ki elimi attığım dal kurur.
Biz bugüne dek ne haberler okuyup şaşırdık, altın dişli dilenciler mi ararsınız, servetinin hesabından haberi olmayanlar mı… Fakat ne olursa olsun çalışmaktan vazgeçmeyenleri de biliyoruz.
Yıllar önce bir öğrencimin babası iş kazası geçirmişti. Hanımı onun ölmediğine şükrederken ömür boyu yatalak kalacağı için de kahroluyordu. Okutması gereken çocuklar vardı. Biri de bendeydi. Bazen bazı velilerimizle arkadaş oluruz biz, dost oluruz. O benim için öyleydi. Çocuğunu okuldan alamazdı o saatten sonra. Bir süre temizlik işlerine falan gitti. Sonra baktı ki olmayacak kadınım bana yakışmaz diye düşünmeden sokaklardan karton toplamaya başladı. Üstü başı eskisi kadar temiz ve yeni değildi artık. Ben onun gayretine sabrına hayran olurdum. Eskisi gibi sık görüşemesek de her fırsatta otururduk, çayımızı içerdik. Bazen bizim mahalleden geçerken sürpriz yapar uğrardı. Bir gün de halinden şikâyet etmez “Ah, benim kocam yatalak, bana para verin, ben de evimi geçindireyim,” gibi laflar etmezdi.
Anneler gününde bana hediye almak için o kıyafeti ve karton topladığı iki tekerlekli, arkası çuval ve karton dolu arabasıyla marka bir mağazanın önünde durmuş. Arabasını kapıya bırakıp içeri girmeye çalışmış. Ayakkabı mağazasında görevli kapıda bekleyen gence “Terlik bakacaktım,” deyince “Naylon terlik satmıyoruz abla!” cevabını almış. O da “Naylon almayacağım zaten, öğretmene alacağım,” diyerek içeri gidip bana bordo renkli güzel bir terlik almış. Bana getirdiğinde “Niye zahmet ettin,” dedim. Dokunsalar ağlayacaktım. Elleri yırtılarak, tabanları kirin pasın içinde kalarak topladığı kartonların parasından bana da ayırmıştı. Ağlasam onu küçük gördüğümü düşünecekti ve üzülecekti. O eskiden ne ise benim için hala öyleydi. Kabul ettim ama halen kıyıp da giyemiyorum. Geçen yıl öğrendim ki maddi anlamda durumu çok iyiymiş. Allah ona çok versin çünkü çalışmaktan hiç gocunmadı. Oturduğum yerde kazanayım hırsı olmadı. Kazandığı helaldi. “Helal olsun” dedirtti kendisine.
Dilencileri görünce hep terliğim gelir aklıma… Kızgınlığım gerçekten çalışamayacak kadar düşkün olanlara değil elbette, şık giyimleriyle sürekli el açanlara… Elbette sadakamızı, zekâtımızı gücümüz yettiğince vereceğiz ama ihtiyaç sahiplerine. Onları da tespit etmek için güvendiğimiz kişilere sormalıyız.
Rabbimiz Bakara Suresinin 2 ve 273. ayeti kerimelerinde muhtaç sahipleriyle ilgili bize sadakalarımızı kapı kapı gezip el açanlara değil de gerçek fakirlere vermemiz gerektiğini buyurur. Onları da yüzlerinden tanıyacağımızı bildirir. Onların yüzsüzlük ederek insanlardan istemeyeceğini bildirir.
İşte bu yüzden dilencilere güvenimiz yok sanıyorum...
Ne yapmalıyız, eğer her birine bir lira verecek olursanız otuz dakikalık yürüyüş için size yirmi lira lazım olur Iğdır’da. Ben şahsım adına çok üzülüyorum üstelik gerçekten ihtiyaç sahibi olup olmayanı ayırt etmek imkansız. Zabıta ekipleri birçok operasyon yapmış olabilir, Iğdır dışından gelip dilenenleri de tespit etmiş olabilir ama bence bu işin peşi bırakılmamalı. Bizler 153’e ihbar telefonları yapmalıyız ki en azından zavallı çocuklar üşümesin. Zabıta müdürümüz Mehmet Ali Koncer, “Dilencilere kesinlikle para vermeyin!” dese de dayanamıyoruz, yüreğimiz el vermiyor. O yüzden ben de yetkili kişilere el açıyor ve sesleniyorum; “ALLAH RIZASI İÇİN Iğdır’daki dilenci kirliliğine artık bir çözüm bulun!”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.