Ünal SADE
İffetsiz Ne Şeyh Olur Ne De Hoca…
İbrahim Kalın’ın son kitabı “Perde ve Mana” ‘da Aklı: “sayesinde varlığın hakikatine eriştiğimiz Allah vergisi bir lütuf” olarak tanımlar. Kitabı okuyup “Akıl” üzerine derin derin düşünürken yıllar önce Mesnevi’de okuduğum “Bakkalla Dudu kuşunun Hikâyesi” hatırladım.
Mevlana’nın Diliyle:
“Bir bakkal vardı, bir de dudusu vardı; güzel sesli, yemyeşil, söz söyler bir duduydu”
Diye başlayan uzun hikâyeyi kendi dilimle sizlere özetleyeyim.
Bir bakkalın güzel sesli bir dudu kuşu vardı. Kuş insanlar gibi konuşur, müşterilerle şakalaşır. Dükkâna neşe katardı.
Dudu Kuşu bir gün bakkalın yokluğunda oradan oraya uçarken kıymetli “gülyağı” şişesini devirir. Bakkal gelir ki kıymetli gülyağı sağa sola saçılmış her yer yağ içinde.
Sinirlenir ve dudu kuşunun kafasına vurur. Bu darbe ile kuş kel olur, neşesini kaybeder. Konuşmaz olur. Bakkal pişman olmuştur. Tekrar konuşsun diye ona şakalar yapar, dervişlere hediyeler gönderir. Ama nafile kuş konuşmaz.
Taki dükkânın kapısından bir Caylavık (Kalenderi) girene kadar. Kalenderiyi gören Dudu sessizliğini bozar ve Dervişe seslenir.
“Dedi ki, A kel, ne diye kellere katıldın. Yoksa sen de gülyağı şişesini mi döktün”
Mevlana bu benzeri hikâyelerde akla dayalı kıyası sorgulamıştır. Mevlana’ya göre kıyas herkesin bilgisine, görgüsüne, çevresine göre değişir ve tam olarak gerçeği yansıtmaz. Ve salt aklın götüreceği nokta “dudu kuşunun geldiği noktadır”
Hikâyeye dönecek olursak burada geçen Caylavık yani Kalenderi “çhar-darb- dört vuruş olmayı yani saç, sakal, bıyık ve kaşını usturayla kesmeyi adet edinen bir tarikata mensup dervişlere verilen addır.
Rivayete göre İran’ın Save şehrinde doğup Dimyat’a yerleşip orada ölen Cemaleddin-i Savi bu tarikatın kurucusudur. Bir kadın tutkulu bir şekilde kendisine âşık olur ve ne yapsa peşini bırakmaz. Kadını kendinden soğutmak isteyen hazret bir gün saçını sakalını, bıyığını ve kaşını usturayla tıraş eder. Onu o halde gören kadın ondan soğur ve peşini bırakır. Bundan sonra yolundan gidenler aynı şeyi yapmaya devam ederler.
Hikâyemizde sahibinin kafasına vurduğu darbe ile “kel” olan ve daha önce insanlar gibi konuşup, şakalaşan dükkânın neşesi dudu kuşu dükkânın kapısından giren Kalenderîyi görünce salt aklın götürdüğü yere gider. Kıyas yapar ve dervişe yukarıdaki gibi seslenir.
İbrahim Kalın’ın son kitabından hareketle “Aklın sınırlarını” ararken tekrar hatırladığım bu hikâyeden son günlerde yaşadığımız garip gündemlere bir gönderme yaparak yazımı bağlamak istiyorum.
Bu günlerde sanki 28 Şubat sürecinde yaşadığımız şeylerin benzerini yaşıyoruz. 28 Şubatın karanlık günlerinde ülke gündemini istedikleri yöne sürüklemek isteyen karanlık eller “nev zuhur”, kökeni olmayan, “şüpheli-sapkın” figürleri kamuoyunun önüne koymuşlardı. Varlıklarından haberimizin olmadığı, geleneksel kökleri olmayan Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı, Aczimendiler, gibi garip adamlar, tarikatlar, Fadime Şahinler gündemimizi doldurmuştular.
Sokakta eli sopalı gezen adamlar, medyatik zikir şovları, polis-gazeteci işbirlikli “zina baskınları” vs vs. Amaç hâsıl olduktan sonra bunlar ortadan kaybolup gitmişlerdi.
Şimdilerde aynı oyun tekrar sahnede. Ne idiğü belirsiz çocuk tacizcisi sözde şeyhler, kadınları okuyacağım diye tecavüz eden sözde hocalar… Eski bir oyun, yeni figüranlarla tekrar oynanıyor. Amaçlarını ileride daha iyi analiz edeceğiz şüphesiz.
Sözü uzatmaya gerek yok. Hikâyemizde iffetini korumak için kendisini çirkinleştiren Şeyh Savi’yi hatırlayalım ve diyelim ki: İffeti olmayan Şeyh ya da Hoca olmaz. İffetsizlik varsa sahtekârlık vardır. Bu sapkın insanlar sadece istismarcı din taciri yahut karanlık ellerin dini kavramları bulanıklaştırmak ve çirkinleştirmek ve toplum mühendisliği yapmak için kullandıkları maşalardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.