xxx98
Hesap sormayı öğrenmeden demokrasi ve hukuk olmaz!
Geçmişle yüzleşmek ve hesaplaşmak bizim defterimizde pek yoktur. İç hesaplaşmadan da hoşlanmayız.
Belki bu yüzdendir, yıllar geçiyor ama hep aynı filmi seyrediyoruz alık gibi...
Neden, neyimiz eksik?
Bu sorular, 1999"da yazdığımız Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım isimli kitabımın omurgasını oluşturur.
Bu açıdan, Murat Belge"nin bir yazısından kitabıma alıntı yapmıştım:
Toplumun temel yönelişi, bireyselleşmeden bireycileşmek olunca, her iyiliği kendine isteyen, ama hiçbir olumsuzluğun sorumluluğunu üstlenmeyen "birey"ler çoğalıyor. Bir iç hesaplaşma geleneği oluşamıyor. "Şu olmuş kötülüğün ne kadarından ben sorumluyum?" sorusunu kimse sormak istemiyor.
Durumu, edebiyat tarihine gönderme yaparak açmak gerekirse, biz, toplumca henüz "Sofokles tragedyası" aşamasındayız ve daha "Shakespeare tragedyası" aşamasına gelemedik.
Birincide trajik duruma yol açan olay örgüsünü dış güçler, tanrılar, kader vb hazırlar.
İkincide tragedyanın kaynağı karakterdir. Ama bu ikinci de, tarihi bir gelişmenin ürettiği bir ideoloji ve kültürle ortaya çıkmıştır. Bir ucu Protestanlık, öbür ucu kapitalizme uzanan bir bireyselleşme tarihinin ürünüdür.
İyi bir Protestan, nihai inayete kavuşmak için durmadan kendi içindeki zaafla, kusurla, kötülükle boğuşur.(Radikal, 11.08.98, s.9)
Geçmişi unutturmamak lazım.
Geçmişi unutmak, unutturmak isteyenler, ya da unutabileceğini, unutturabileceğini sananlar, hem kendilerine, hem yaşadıkları topluma fenalıklar yaparlar.
Çünkü, geçmişi unutmak bir yerde onu tekrarlamaya mahkum olmak anlamına gelebilir.
Hatırlamak zorundayız!
Yaşananları aydınlığa çıkarmaya çalışmak aynı zamanda tarihe karşı bir borçtur. Yaşananları olduğu gibi yazıp onladan ders çıkarmanın ortamını hazırlamak gerekir.
Bir Yahudi geleneğine göre, hatırlamak bir yerde nedamet getirmektir.
Hayatta severiz yanılmazlık oyununu.
Nedense hep haklıyızdır.
Oysa ahmaklıktır bu.
Hatta yalanda yaşamaktır!
Gabriel G. Marquez, büyük romancı, şöyle der:
Kendi kendisiyle çelişkiye düşmeyen kişi bağnazdır, dogmatiktir. Her bağnaz da gericidir.(Seven Voices, Rita Guibert, 1971, s.322)
İç hesaplaşma şart.
Kendi huzurunu yakalamak için şart. Nasıl ki toplumların olgunlaşmak için kendi tarihleriyle barışık hale gelmeleri şartsa...
Toplum olarak olgunlaşamıyoruz!
Geçmişle yüzleşmiyoruz çünkü.
Korkuyoruz bundan.
Örneğin Kürt sorununda, Ermeni meselesinde gerçekleri anlatmaktan korkuyoruz. Ya da gerçeğin değişik yüzlerini tartışmayı yasaklıyoruz 301"lerle...
Bunun gibi Alevilik nedir, ne değildir, geçmişin ders kitaplarında, okullarda hiç yoktu, bugün de yok gibi...
Darbeleri demokrasi açısından adam gibi eleştirilmeyen, darbecilerden hesap sorulamayan, devletin yanlışlarından dolayı özür dilenmeyen bir ülkeye demokrasi ve hukuk devleti doğru dürüst gelebilir mi?
Alın "68 olayını, Gezmiş"leri...
Aradan kırk yıl geçmiş daha hâlâ dört başı mamur biçimde sorgulayarak, eleşirel yaklaşamıyoruz? Her şeyi idealize ederek, romantize ederek kendi siyasal anlayışlarımıza alet etmek istiyoruz.
Öyle olunca da, yanlışlar tekrarlanıyor. Darbe süreçlerini kesemiyoruz.
Darbeciler hukuk üstü kalıyor!
Ve ne kadar zaman geçse de, hep aynı filmi alık gibi seyretmeye devam ediyoruz.
Ve ne kötü, zamanın derinliklerinden kopup gelen anılar insanın yakasını bırakmıyor.
Belki bu yüzdendir, yıllar geçiyor ama hep aynı filmi seyrediyoruz alık gibi...
Neden, neyimiz eksik?
Bu sorular, 1999"da yazdığımız Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım isimli kitabımın omurgasını oluşturur.
Bu açıdan, Murat Belge"nin bir yazısından kitabıma alıntı yapmıştım:
Toplumun temel yönelişi, bireyselleşmeden bireycileşmek olunca, her iyiliği kendine isteyen, ama hiçbir olumsuzluğun sorumluluğunu üstlenmeyen "birey"ler çoğalıyor. Bir iç hesaplaşma geleneği oluşamıyor. "Şu olmuş kötülüğün ne kadarından ben sorumluyum?" sorusunu kimse sormak istemiyor.
Durumu, edebiyat tarihine gönderme yaparak açmak gerekirse, biz, toplumca henüz "Sofokles tragedyası" aşamasındayız ve daha "Shakespeare tragedyası" aşamasına gelemedik.
Birincide trajik duruma yol açan olay örgüsünü dış güçler, tanrılar, kader vb hazırlar.
İkincide tragedyanın kaynağı karakterdir. Ama bu ikinci de, tarihi bir gelişmenin ürettiği bir ideoloji ve kültürle ortaya çıkmıştır. Bir ucu Protestanlık, öbür ucu kapitalizme uzanan bir bireyselleşme tarihinin ürünüdür.
İyi bir Protestan, nihai inayete kavuşmak için durmadan kendi içindeki zaafla, kusurla, kötülükle boğuşur.(Radikal, 11.08.98, s.9)
Geçmişi unutturmamak lazım.
Geçmişi unutmak, unutturmak isteyenler, ya da unutabileceğini, unutturabileceğini sananlar, hem kendilerine, hem yaşadıkları topluma fenalıklar yaparlar.
Çünkü, geçmişi unutmak bir yerde onu tekrarlamaya mahkum olmak anlamına gelebilir.
Hatırlamak zorundayız!
Yaşananları aydınlığa çıkarmaya çalışmak aynı zamanda tarihe karşı bir borçtur. Yaşananları olduğu gibi yazıp onladan ders çıkarmanın ortamını hazırlamak gerekir.
Bir Yahudi geleneğine göre, hatırlamak bir yerde nedamet getirmektir.
Hayatta severiz yanılmazlık oyununu.
Nedense hep haklıyızdır.
Oysa ahmaklıktır bu.
Hatta yalanda yaşamaktır!
Gabriel G. Marquez, büyük romancı, şöyle der:
Kendi kendisiyle çelişkiye düşmeyen kişi bağnazdır, dogmatiktir. Her bağnaz da gericidir.(Seven Voices, Rita Guibert, 1971, s.322)
İç hesaplaşma şart.
Kendi huzurunu yakalamak için şart. Nasıl ki toplumların olgunlaşmak için kendi tarihleriyle barışık hale gelmeleri şartsa...
Toplum olarak olgunlaşamıyoruz!
Geçmişle yüzleşmiyoruz çünkü.
Korkuyoruz bundan.
Örneğin Kürt sorununda, Ermeni meselesinde gerçekleri anlatmaktan korkuyoruz. Ya da gerçeğin değişik yüzlerini tartışmayı yasaklıyoruz 301"lerle...
Bunun gibi Alevilik nedir, ne değildir, geçmişin ders kitaplarında, okullarda hiç yoktu, bugün de yok gibi...
Darbeleri demokrasi açısından adam gibi eleştirilmeyen, darbecilerden hesap sorulamayan, devletin yanlışlarından dolayı özür dilenmeyen bir ülkeye demokrasi ve hukuk devleti doğru dürüst gelebilir mi?
Alın "68 olayını, Gezmiş"leri...
Aradan kırk yıl geçmiş daha hâlâ dört başı mamur biçimde sorgulayarak, eleşirel yaklaşamıyoruz? Her şeyi idealize ederek, romantize ederek kendi siyasal anlayışlarımıza alet etmek istiyoruz.
Öyle olunca da, yanlışlar tekrarlanıyor. Darbe süreçlerini kesemiyoruz.
Darbeciler hukuk üstü kalıyor!
Ve ne kadar zaman geçse de, hep aynı filmi alık gibi seyretmeye devam ediyoruz.
Ve ne kötü, zamanın derinliklerinden kopup gelen anılar insanın yakasını bırakmıyor.