xxxx111
Herkes bildiklerini anlatsa ne güzel olacak
Önce bir düzeltme yapayım. Erdoğan Aktaş'ın 'Türkiye'nin Nabzı' programının sonuncusunda medyanın durumunu tartıştık; orada bir yanlış yapmışım: Süleyman Demirel'in Çankaya'da oturduğu dönemde medya üzerinde uyguladığı baskılara örnek istendiğinde, zihnimden 'Fevzi Kahraman' adı geçtiği halde dilimden 'Dr. Yalçın Özer' sözcükleri çıktı.
Demirel sevmediği yazarlar hakkındaki kanaatlarını etkili olacağını düşündüğü kişilere açıkça söylerdi. O sırada Türkiye gazetesinin başında şimdi İhlas Haber Ajansı genel müdürü Fevzi Kahraman bulunuyordu ve büyük yenilikler planladığı biliniyordu. Planlar henüz niyet safhasındayken Kahraman görevden alındı. Eski cumhurbaşkanına teessüflerini bildirmek için Ankara'ya kadar gittiğini hatırlıyorum Fevzi Kahraman'ın...
Bana bu düzeltme fırsatını Yeniçağ gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar verdi; “Yalçın Özer'in Türkiye gazetesindeki işine son verilmesi dönemin güçlü kişisi Org. Çevik Bir'in gazete patronuyla görüşmesi sonrasında gerçekleşti” bilgisini sunan Önkibar...
Okuyalım: “Olayın içinde olan biri olarak gerçek şudur: 28 Şubat sürecinde İhlas Grubu da yakın izlenmedeydi. Bendeniz Mehmet Ağar'ı araya sokarak Çevik Bir'den randevu aldım. Randevuya Enver Ören'le beraber gittik... Enver Bey Genelkurmay'da 'Size teslim olmaya ve emirlerinizi almaya geldim' dedi. Bu arada Enver Bey dolu sürahiye çarptı, sürahi yere düştü ve Erol Özkasnak bir miktar ıslandı. Çevik Paşa bir müddet sonra 'Sizden hiç bir ricam yok; sadece Yalçın Özer bizi Emniyet'le korkutmasın, polisle bizi mukayese etmesin. Onların da silahı var demesin yeter' dedi. Enver Ören bunun üzerine; 'Mesajımı aldım, Yalçın Özer bittiii' dedi. Çevik Paşa 'Hayır ikaz edin yeter' dedi...
“Görüşmenin yapıldığı akşam Yalçın Özer'in yazıları ânında kesildi ve merhum Özer, Enver Bey'in bu tutumu nedeniyle bir süre sonra kahrından öldü. Ören de utancından Yalçın Bey'in cenazesine bile katılamadı.”
Ne güzel, hem bir yanlışı düzelttim, hem de Dr. Yalçın Özer'e rahmet dileme fırsatı buldum.
Dün bizim gazetede çıkan dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı'nın makam odası içerisine kendisinden başkasının girmesine izin vermediği bir 'kozmik oda' inşa ettirdiği haberini okuduğumda, aklıma hemen Avni Özgürel'in geçen hafta Radikal'de yazdığı 'olay' geldi. Adını vermediği 'Bir' asker kişiyi anlatıyordu yazısında; “Ortadoğu'da söz ve iddia sahibi ülkelerin (herhalde 'İsrail' kast ediliyor, TK) askeri karar vericilerinin gözünde 'en muteber şahıs' sayılıyor” imiş o 'Bir' asker kişi...
'Kozmik oda' inşa ettiren komutan, kurum içi iletişimi de denetim altına almış; hem de bir altındaki komutana bile haber vermeden... “Herkes kurum dışına çıktıktan sonra” diyor Radikal yazarı, “Bilgi işlem elemanları istihbarat personeliyle birlikte bütün bilgisayarlarda kimin hangi dosyalar üzerinde çalıştığını kontrol edip ister kayıtlı ister silinmiş olsun, mutadın dışında bir şey gördüklerinde bunu ertesi sabah '1 numara'nın önüne koyuyorlardı.”
Kuşkulu ortamlar için yerinde bir tedbir... Dönemin güçlü 'Bir' komutanının bilgisayarında 'Ortadoğu ülkelerinden birinin en üst düzey askeri yetkilisi' ile yazıştığı fark edilmiş denetimlerde... Gönderdiği notta şu yazıyormuş: ? Bu ağustosta İstanbul'a gitmem söz konusu; aksi halde Ankara'ya işin başına gelmem mümkün _değil. Sonrasında büyük kulis dönecek haliyle. Ertesi sene emekli de edebilirler. İki ihtimale göre de planımı yaptım. Şayet emekli ederlerse cumhurbaşkanı olmayı düşünüyorum..."
Gönüllerde ne aslanlar yatıyor, görüyorsunuz...
Yazıda bir ayrıntı daha var ki, işte o müthiş: Güçlü 'Bir' komutan emekliliğe hazırlanırken 17 Ağustos (1999) depremi olmuş... Kafasında daha yüksek bir koltuk ve oradan da Çankaya var ya, bunu fırsat bilmiş o komutan...
Gerisini Avni Özgürel'den okuyalım: “Onbinlerce insan enkaz altında yardım beklerken bir zamanlar kurumunun göz bebeği olan kişi ' fırsat bu fırsat' diyerek Ankara'ya sıkıyönetim ilânı için şantaj yapıyor, 'Sıkıyönetim ilân edin, kurtarayım İstanbul'u' diyordu. Dediği yapılsa olağanüstü halin gereği olarak hakkındaki emeklik kararı yürürlükten kalkacak, önü bir daha engellenemeyecek şekilde açılacaktı.”
Karargâh restini görmüş ve emeklilik yazısı elden gönderilmiş; kendisi için 'devir-teslim' töreni de yapılmamış... Sonra? “Sonra ödüller aldığı ülkelerin himayesinde hiçbir şart altında üzerine gelinmeyeceği güvencesiyle köşesine çekildi” diyor Radikal yazarı...
'Demokrasi' vurgusu yapanlar, aslında, 'kozmik oda inşası' ve 'sefertasıyla işe gitme' ihtiyacını ortadan kaldırmak istiyorlar...
Demirel sevmediği yazarlar hakkındaki kanaatlarını etkili olacağını düşündüğü kişilere açıkça söylerdi. O sırada Türkiye gazetesinin başında şimdi İhlas Haber Ajansı genel müdürü Fevzi Kahraman bulunuyordu ve büyük yenilikler planladığı biliniyordu. Planlar henüz niyet safhasındayken Kahraman görevden alındı. Eski cumhurbaşkanına teessüflerini bildirmek için Ankara'ya kadar gittiğini hatırlıyorum Fevzi Kahraman'ın...
Bana bu düzeltme fırsatını Yeniçağ gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar verdi; “Yalçın Özer'in Türkiye gazetesindeki işine son verilmesi dönemin güçlü kişisi Org. Çevik Bir'in gazete patronuyla görüşmesi sonrasında gerçekleşti” bilgisini sunan Önkibar...
Okuyalım: “Olayın içinde olan biri olarak gerçek şudur: 28 Şubat sürecinde İhlas Grubu da yakın izlenmedeydi. Bendeniz Mehmet Ağar'ı araya sokarak Çevik Bir'den randevu aldım. Randevuya Enver Ören'le beraber gittik... Enver Bey Genelkurmay'da 'Size teslim olmaya ve emirlerinizi almaya geldim' dedi. Bu arada Enver Bey dolu sürahiye çarptı, sürahi yere düştü ve Erol Özkasnak bir miktar ıslandı. Çevik Paşa bir müddet sonra 'Sizden hiç bir ricam yok; sadece Yalçın Özer bizi Emniyet'le korkutmasın, polisle bizi mukayese etmesin. Onların da silahı var demesin yeter' dedi. Enver Ören bunun üzerine; 'Mesajımı aldım, Yalçın Özer bittiii' dedi. Çevik Paşa 'Hayır ikaz edin yeter' dedi...
“Görüşmenin yapıldığı akşam Yalçın Özer'in yazıları ânında kesildi ve merhum Özer, Enver Bey'in bu tutumu nedeniyle bir süre sonra kahrından öldü. Ören de utancından Yalçın Bey'in cenazesine bile katılamadı.”
Ne güzel, hem bir yanlışı düzelttim, hem de Dr. Yalçın Özer'e rahmet dileme fırsatı buldum.
Dün bizim gazetede çıkan dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı'nın makam odası içerisine kendisinden başkasının girmesine izin vermediği bir 'kozmik oda' inşa ettirdiği haberini okuduğumda, aklıma hemen Avni Özgürel'in geçen hafta Radikal'de yazdığı 'olay' geldi. Adını vermediği 'Bir' asker kişiyi anlatıyordu yazısında; “Ortadoğu'da söz ve iddia sahibi ülkelerin (herhalde 'İsrail' kast ediliyor, TK) askeri karar vericilerinin gözünde 'en muteber şahıs' sayılıyor” imiş o 'Bir' asker kişi...
'Kozmik oda' inşa ettiren komutan, kurum içi iletişimi de denetim altına almış; hem de bir altındaki komutana bile haber vermeden... “Herkes kurum dışına çıktıktan sonra” diyor Radikal yazarı, “Bilgi işlem elemanları istihbarat personeliyle birlikte bütün bilgisayarlarda kimin hangi dosyalar üzerinde çalıştığını kontrol edip ister kayıtlı ister silinmiş olsun, mutadın dışında bir şey gördüklerinde bunu ertesi sabah '1 numara'nın önüne koyuyorlardı.”
Kuşkulu ortamlar için yerinde bir tedbir... Dönemin güçlü 'Bir' komutanının bilgisayarında 'Ortadoğu ülkelerinden birinin en üst düzey askeri yetkilisi' ile yazıştığı fark edilmiş denetimlerde... Gönderdiği notta şu yazıyormuş: ? Bu ağustosta İstanbul'a gitmem söz konusu; aksi halde Ankara'ya işin başına gelmem mümkün _değil. Sonrasında büyük kulis dönecek haliyle. Ertesi sene emekli de edebilirler. İki ihtimale göre de planımı yaptım. Şayet emekli ederlerse cumhurbaşkanı olmayı düşünüyorum..."
Gönüllerde ne aslanlar yatıyor, görüyorsunuz...
Yazıda bir ayrıntı daha var ki, işte o müthiş: Güçlü 'Bir' komutan emekliliğe hazırlanırken 17 Ağustos (1999) depremi olmuş... Kafasında daha yüksek bir koltuk ve oradan da Çankaya var ya, bunu fırsat bilmiş o komutan...
Gerisini Avni Özgürel'den okuyalım: “Onbinlerce insan enkaz altında yardım beklerken bir zamanlar kurumunun göz bebeği olan kişi ' fırsat bu fırsat' diyerek Ankara'ya sıkıyönetim ilânı için şantaj yapıyor, 'Sıkıyönetim ilân edin, kurtarayım İstanbul'u' diyordu. Dediği yapılsa olağanüstü halin gereği olarak hakkındaki emeklik kararı yürürlükten kalkacak, önü bir daha engellenemeyecek şekilde açılacaktı.”
Karargâh restini görmüş ve emeklilik yazısı elden gönderilmiş; kendisi için 'devir-teslim' töreni de yapılmamış... Sonra? “Sonra ödüller aldığı ülkelerin himayesinde hiçbir şart altında üzerine gelinmeyeceği güvencesiyle köşesine çekildi” diyor Radikal yazarı...
'Demokrasi' vurgusu yapanlar, aslında, 'kozmik oda inşası' ve 'sefertasıyla işe gitme' ihtiyacını ortadan kaldırmak istiyorlar...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.