Fatma Ç. KABADAYI
Hem Yazar Hem Yayıncı; Gönül Aktürk’le Söyleşi
Her yayın evi piyasaya sürdüğü eserden başarı ve imkan elde etmeyi hedefler fakat bazı eserler keşfedilmez ya da çok geç keşfedilir. Gönül AKTÜRK
Yazar-yayıncı Gönül Aktürk’le tanışmamız altı yıl kadar öncesine dayanır. Onunla hem yazar hem yayımcı olarak devam eden dostluğumuz sayesinde çok şey öğrendim.
Edebiyat ve yayın dünyasında konuşulacak o kadar çok şey var ki…
Sohbetimize başlamadan önce Gönül’ün bu güne kadar nelere imza attığına bir bakalım dilerseniz.
Gönül Aktürk 15.06.1975 Ardahan doğumlu. Çocukluğunun bir kaç yılı Kayseri’de geçmiş, 1988 yılından bu yana İstanbul’da hayatını sürdürmekte... Bu süre zarfında uzun yıllar Profesyonelce uzak doğu sporları branşın da Türk Milli Sporcusu olarak sekiz yıl süre ile öğrenci yetiştirdi fakat bu dönemlerde de yazmayı hiç bırakmadı. Şiir masal roman ve biyografik çalışmaları hala sürmekte...
“Sevgili Gönül… Öncelikle vakit ayırdığın için teşekkür ediyorum. Şöyle kadın kadına dertleşerek birini tanıyor olmak ne güzel. Gönül Aktürk hem yazar hem yayıncı dedik. Önce yayınevinizden konuşalım. Yeni kurulmasına rağmen birçok kitap yayınladınız. "Son Kitap" yayınlarının ismi nasıl verildi? Ne zaman kuruldu? Böyle bir karar almak bir bayan için hayli zor olsak gerek. Hani yayınevi genelde erkek işi gibi gelir ya topluma. Elinin hamuruyla nasıl yayınevi açtın arkadaşım?”
“Sevgili Fatma Ben de onca yoğunluğunuza rağmen bana vakit ayırdığın için teşekkür ederim.
Yayınevimizin adı son zamanlarda yazmayı tasarladığım kitaba vermeyi düşündüğüm bir isimdi. Yayınevi kurmaya karar verince de yayın evimin ismi olmuş oldu. Karar vermek zor olmadı. Öncelikle kendi eserlerimi bir çatı altına almak maksadı ile bu yola çıktım fakat sıfat –yayıncı- olunca kendimi diğer yazarların dosyalarıyla da muhatap buldum. Evet çok zor ve stresli bir iş özen ve emek gerektiriyor. Biz Son Kitap ailesi olarak ileri zamanlara başarılı eserlerle ilerlemeyi arzuluyoruz.”
“Gerçek bir hayattan esinlenerek yazmış olduğun Ölüm Sokağı romanı beni çok etkilemişti. O romanı yazmaya nasıl karar verdiniz, yazım aşamasında neler hissettiniz?”
“Toplumun duygu ve düşüncelerinin kendi bilinçaltlarında nasıl esir kaldığına tanık olmak beraberinde asayişin yetersiz ve yargının eksikliğine aynı zamanda bir kadının bir şeyi istemez ise ölüme de gideceğine tanık olmak, beraberinde bir erkeğin “eşin” acizliğine ve toplumun sorumsuzluğuna tanık olarak yazdığım Ölüm Sokağı romanımda tek kelime kurgu olmadan, tamamen tanık olduğum bir ya da bir kaç hayatın yer aldığı romandır. Bir birey olarak en azından bir şeyler söylemek gerek ya da duyarlı olanlara bu sorumsuzluğu bildirmek ve gençliğin daha sağlam ilişkiler kurması için tüm samimiyetimle yazmış bulunduğum bir eserdir.”
“Şiir, roman, biyografi, masal dallarında eserleriniz mevcut. Fakat asıl yazım alanınız roman… Kara Kar romanınız hakkında bilgi veriri misiniz?”
“Kara Kar da gerçek bir hayattan esinlenerek yazdığım muhteşem bir romandır. Sosyal ve siyasal içerikli bu romanda yine toplumun duyarlılığına dikkat çekilirken, yoksulluğun ve eğitimsizliğin insanları getirdiği sorunları görebiliyoruz. Evet, yoksulluğun ve eğitimsizliğin olduğu her yerde insanlar hep bir diğerinin üzerinden yaşama tutunmaya çalışır. Kara Kar romanımda da okuyucu bunları görebiliyor.”
“Son eseriniz ÖZGÜR YÜREK araştırma üzerine bir biyografi. Piyasada bu alanda çok sayıda kitap var. Elbette siz biyografik roman olarak çıkardınız; bu nedenle sormak istiyorum bu alandaki kitaplardan farklı olan yanları nelerdir?”
“Çok acık ve net özetle cevaplamak istiyorum. Biyografik romanlarımda: İnsanların ikiye ayrıldığını gözüyoruz; İnanan ve inanmayan yani ya hep ya hiç...”
“Yazarlar yayınevlerinden çok çekiyor, yayınevleri de onlardan. İşin maddi boyutu bir yana her yayınevi titiz çalışma özelliğine sahip değil, verilen sözler yerine gelmiyor. Örneğin reklam, dağıtım gibi konularda yazar hayal kırıklıkları yaşıyor. Yayıneviniz yazarlara ne gibi olanaklar tanıyor?”
“İnsanlar romanlarımdaki gibidirler... Son kitap sözleşmelerinin gereğini yapmaktadır.”
“Peki, konu açılmışken sormak istiyorum; kitap baskı fiyatları neden sürekli artıyor, zaten bir çok şair-yazar kendi imkânıyla genelde zorlanarak ödüyor. Yazarlık biraz paraya bakar gibi oldu.”
“Sevgili Fatma buna cevap vermek çok eksik olur; ülkemiz kâğıdı yeterli üretemiyor. Fiyatları dövize endeksli satın alıyor, tabi bu otomatik olarak bizlere yansıyor... Bu da yazara elbette… Keşke böyle olmasaydı.”
“Gönül Hanım, yayınevlerinin de yazardan şikâyetleri oluyor demiştik, siz ne gibi durumlarla karşılaşıyorsunuz, elbette iki taraf birbirine anlayış gösterecek ama bir yayınevinin de yazardan beklentileri vardır muhakkak. Paylaşır mısınız bizimle?”
“Elbette… Bir kere yazar yayıncısıyla uyum içinde ve dostça, sabırla çalışmalıdır. Hiç kimse üç satır yazarak ben oldum dememeli, aksi takdirde kaybeder. Siz de yıların yazarısınız, tecrübelisiniz bilirsiniz ki bir yayıncı kimsenin emrinde değildir; ilkeleri ve şartları vardır. Her yayın evi piyasaya sürdüğü eserden başarı ve imkân elde etmeyi hedefler fakat bazı eserler keşfedilmez ya da çok geç keşfedilir. Bu yayıncıya elbette olumsuz yansır, yayıncı gibi yazar da oldu ya da olmadığını bilmesi gerek “Daldan dala atlayanın dalı kırılır.” Sözleşmesini fes etmek isteyen saygı çerçevesinde bunu yayıncısından istemeli. Bunu ahkam keserek ister ise sözleşmenin son gününe kadar beklemek zorunda kalabilir. “El eli yıkar el döner yüzü yıkar.”
“Günümüzde bazı içi boş kitaplar sayısız baskı yapıyor. Ya kapağa aldanıp ya da etrafın duyumuyla alanlar oluyor. Bilinçsiz okuyucu ya da alıp da okumayanlar hakkında neler söyleyeceksiniz?”
“Ah Sevgili Fatma “İçi boş" diyorsun. Yukarıda belirtim romanlarımın içeriğini, toplum olarak içimiz boşaltılmış insanlar arayışta kendi kendilerinden kaçıyorlar, elde edemediklerini yazılarda elde edenleri okuyarak kendilerini tatmin ediyorlar buda kesinlikle klinik vaka bir sonuçtur!
Yazarlara gelince ergenlerin duygularını sömürmek ve bunun üzerinde kazanç elde etmeye çalışanlar çok... Yazarlık yok yazık edilen yazar çok... Eskidenmiş o yazarlıklar... Saysak üç tane yazar var Türkiye de. Ahmet’i yazar Mehmet’i yaşar neyin peşine gittiği belli değil, çelişkide çok yazar tanırım “Şekiller özün simgesi değildir, sözünü ispatlar bana.”
“Aşk hakkında ne düşünüyorsunuz? Bayanlar içinde aşk olmayan romanı okumaz, filmi seyretmezmiş. Sizce aşk nedir?”
“Aşk içi boş bir kâğıttır...”
“Gönül Hanım, siz ne tür kitaplar okursunuz?”
“Ben her yazarı okurum... Ve her kitabın keşfedilmek üzere okunması gerek diye düşünüyorum.”
“Şiir de yazıyorsunuz ama biz romanlarınızdan bir paragraf paylaşmak istiyoruz mümkün mü?”
Elbette:
*Burhan avuçlarını sımsıkı tuttu. Uzun zamandır ağlamamış içine dağ gibi öfke ve kin biriktirmişti Mizgin’den sonra hiç tıraş olmamış gizli gizli onun yokluğunun yasını tutmuştu. Kimseler bilmeden o için için ağlıyordu. Daha fazla dayanamaz, direnemez olmuştu. Asiye’nin sözleri üzerine bıraktı kendini, yıkıldı bedeni dizlerinin üzerine. Ağlıyordu. Asiye susmadı.
-Görmesin hiç bakan bu gözlerim, yeter ki Mizgin’im dönsün. Toprak olsun bedenim, yeter ki kızım geri dönsün.
Burhan Asiye’yi kolundan çekerek:
-Bak kadın sana yemin. Yok, olmuş Mizgin’in başına ant olsun. Mizgin’e sebep olan o Sıla’yı ellerimle, gözlerimle aha şu dermansız yoksulluğumla ezeceğim. Mizgin yok. O firarda. Nasıl bir şey bu nasıl? Dedikten sonra ayağa kalktı. Topal bacağıyla yüz metre ilerideki dut ağacının altına giderek bir süre yalnız kaldı. Kendince türküler söylüyordu. Bacağındaki yarası iyileşmemiş iyice iltihaplanmıştı. Canı acıyordu.“Ant olsun” diyerek dut ağacını etrafında dönüyordu. Burhan’ın duyguları, öfkeden çıkmış, nefret ve kine dönüşmüş duyguların sesiydi. (KARA KAR romanından)
“Vakit ayırdığınız için teşekkür ediyorum”
“Ben teşekkür ederim.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.