Haydar Ergülen ve Nar

Nar kelimesinin, imgesinin Haydar Ergülen şiirindeki yeri ayrıdır. Bu kelime, adeta onunla anılır olmuştur.

Nar'ı hem kitabına hem de çocuğuna isim olarak veren bir şair, elbette merakı hak ediyor demektir. (Son olarak bakınız: Kitaplık dergisinin Şubat 2010 ve Haziran 2010 tarihli sayıları.)

Metin Tonbul da bu meraka kapılanlardan... Dergâh dergisinin 244 numaralı Haziran sayısında, "Nar Ağacının Gölgesine Yolculuk" başlıklı bir yazı kaleme almış. Yazı, Haydar Ergülen'in Nar'a olan ilgisi üzerine kurulu...

Cemal Süreya, "Şairin hayatı şiire dâhildir" der. Dolayısıyla, şairlerin tercihlerini iyi anlayabilmemiz için, kendisiyle ilgili de elimizde birtakım bilgiler olması gerekir. Tonbul, işin bu tarafını biraz ihmal etmiş.

Haydar Ergülen, "Nar" (40 Şiir ve Bir, 1997, Varlık Yayınları) başlıklı şiirinde "Kış büyük geliyor, nara gidelim" diyor. Tonbul, bu dizeyi, neredeyse yorumsuz olarak yazısına konuk etmiş. Bu da, yazının eksiklerinden biri olmuş. Üstelik yazısını ağırlıklı olarak "Nar" şiiri üzerine kurmuşken...

"Kış büyük geliyor, nara gidelim" dizesini tam olarak anlayabilmemiz için, sadece şiire değil, şaire de bakmamız icap eder.

Bilindiği gibi, Ergülen Alevi inancına mensup şairlerimizden biridir. Bunu aklımızda tutarak dizeyi tekrar okursak, Pir Sultan Abdal'ın "Açılın kapılar şaha gidelim" dizesine varırız.

Haydar Ergülen'in özelliklerinden biri de, türküleri çok sevmesidir. Klasik tabirle, bir türkü dostudur o. "Kış büyük geliyor, nara gidelim" dizesini bu bilgi eşliğinde okursak, Halil Rıfat Aydemir'e ait bir Emirdağ türküsüne varırız. O türkü, "Emirdağlarına kara gidelim / Ayvadan usandım nara gidelim" diye başlar. Ergülen'in Eskişehirli ve Afyon'a bağlı Emirdağ ilçesinin de Eskişehir'e komşu olduğunu, yeri gelmişken hatırlatalım. Ayrıca Emirdağlılar kendilerini Afyonlu değil de, Eskişehirli olarak görürler.

Pir Sultan Abdal, Halil Rıfat Aydemir ve Haydar Ergülen'e ait her üç dizenin de on birlik hece ölçüsüyle yazıldığını da ayrıca belirtelim.

Haydar Ergülen'in aynı zamanda bir gönderme ustası olduğunu bildiğimden, böyle akrabalıklarla karşılaşmak, beni her zaman mutlu etmiştir. Burada iki şeyin altını çizmemiz gerekir, diye düşünüyorum. Sadece şiir bilgisiyle şiir yazılamayacağı gibi, okunamaz da...

Yanlış anlaşılmaları önlemek için, kendi şiirimden örnekler vermek istiyorum.

"Su Seviyesi" başlıklı şiirimde "Ayıp sayardık aynada görünmeyi" diye bir dize var. Ağır Misafir'le ilgili yazı yazan bir arkadaşımız, bu dizeyi "yoksulluk" olarak şerh etti. "Yoksul oldukları için üstleri başları perişandır. Bu yüzden ayna karşısına çıkmak istemezler" gibi bir şeyler... Oysa bu dizenin tam manasıyla hakkını verebilmek için geleneğe bakmak gerekir. Bizim geleneğimize göre, aynaya bakmak terk-i edeptir. O yüzden, evlerde pek ayna olmaz, olsa da daima yüzü duvara bakar. Üstüne de havlu asılır. Mecbur kalınmadıkça da aynaya bakılmaz.

Örneklere devam edelim.

Bir şiirimde "Irmağın dışında yüzen balıklar / Tutunsun diye konulmuş adın" diyorum. Bu iki dize, ilk bakışta, bir şair numarası olarak görünüyor. Üstelik vasat bir numara! Oysa burada ne ırmak ne de balık var. İlk dize hadis, ikinci dize ise bir ayet... "Dünya müminin gurbetidir" hadisi ve "Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız" ayeti... Dolayısıyla, bu dizeleri anlamak için din bilgisi şart...

"Bir kaleme çırak durdum diye ben" dizesini anlamak için tarih bilgisi; "Bitiyor söğüdün mahcubiyeti" dizesini anlamak için de tabiat bilgisi gerekiyor. Mesela "Nar", aile ortamına ve mahremiyete en çok değer veren meyvedir. Bir şairin ısrarlı bir şekilde bu meyveyi kullanması, onun da bu özelliklere değer verdiğini gösterir. Zaten Ergülen de, "Nar" şiirinin devamında bir ipucu verir: "Narın bir evi var, pek kalabalık / Keşke biz de otursaydık orada..."

Altı çizilmesi gereken bir diğer husus da şudur: Kültür, her şeyden önce, devamlılık demektir. Her şair, bir öncekinin devamıdır da diyebiliriz. Öte yandan, ortaya bir fark da koymanız gerekir. Sırayı bozmadan sıra dışı olmak gibi bir şey bu...

Haydar Ergülen, "Kış büyük geliyor, nara gidelim" dizesini yazmakla, devamlılık meselesine de katkı sağlamış.

"Kar", Ahmet Muhip'in en başarılı ve ortak kabul görmüş şiirlerinden biridir. Cemal Süreya'nın en çok bu şiiri sevdiğini biliyoruz. Yine, bize de en sevdiğimiz şiirin hangisi olduğu sorulmuş, "Kar" cevabı alınmıştır.

"Kar" şiirinde geçen "Sesin nerde kaldı, her günkü sesin" dizesi, Türk şiirinin en güzel ve en bilinen dizelerinden biridir.

Cemal Süreya da "Ülke" şiirinde "Kibrit çak, masmavi yanardı sesin" der. Biz de "Günleri kendinden geçiren sesin" diye yazdık.

Sonuç olarak, her üç dizenin de sesi, müziği ve final kelimesi aynı. Üstelik üçü de on birlik hece ölçüsüyle yazılmış. Buna karşılık, bırakın başka şeyleri, esinlenme iması bile yapılmadı. Çünkü ilgili herkes, bunun bir selamlama, bir gönderme, ayrıca devamlılıkla alakalı bir mesele olduğunu biliyordu.

Devamlılık bahsini daha da belirginleştirmek için yine Haydar Ergülen üzerinden bir örnek verelim.

Ömer Erdem'in ilk şiir kitabı Dünyaya Sarkıtılan İpler'in (1996) ilk şiiri "Kayıp Kardeş" adını taşır. Bu şiir Dergâh dergisinde yayınlandığında, hatırı sayılır bir ilgi uyandırmıştı. "Kayıp Kardeş" Ömer Erdem'in en derinlikli, en dikkate değer şiirlerinden biridir ve şöyle başlar:

"Ben kayıp bir kardeştim

Kar yağarken gülümseyen dünyada

Yalnız bir resmim olsun istedim."

Haydar Ergülen'in de Keder Gibi Ödünç (2005) kitabında aynı adı taşıyan bir şiiri var. Her ikisi de, şairlerinin sıkı şiirlerinin başında gelir. Ergülen'in "Kayıp Kardeş"inin ilk iki dizesi şöyle:

"Tanrım, ev sahibim, izin ver bana

Biraz daha oturayım evinde..."

Bu iki şiir arasındaki akrabalık, güzel bir devamlılık örneğidir. Biz de her iki "Kayıp Kardeş"ten ilhamla, Ağır Misafir'de (2010) yer alan "Barut Hakkı" başlıklı şiirde şöyle demiştik:

"Canımı yakıyor dünyanın güzelliği

Yetmiyor ömür, o büyük şiire.

Rabbim, ne olursun

Sözümü kesme..."

 

Bu yazı Ayraç dergisinin Temmuz sayısında yayınlanmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar