A.Kerim KARAAĞAÇ
HAFIZAYA DEĞİŞİK BİR AÇIDAN BAKMAK
Rabb'imiz, (müstesnalar hariç) insanlara gelişmiş bir hafıza vermiştir. İnsanlar verilmiş olan hafızalarını geliştirmek gibi bir lükse sahip değildirler. Yeter ki daraltmasınlar.
Bu müthiş hafızayı kullanmayı, korumayı bilemeyişimiz sebebiyle daraltmış, kısır hale getirmiş hafızalara sahip oluyoruz. Hacmi daralmış, küçülmüş hafızanın tekrar büyümesi, geliştirilmesi mümkün değil mi? Diye sorulursa, onun cevabı; evet, verilecek uygun bir eğitimle hacmini büyütmek, genişletmek ve ilk yaratılıştaki genişliğine, fıtratına uygun durumuna getirmek mümkündür.
Öncelikle, var olanı koruma, muhafaza etme eğitimleri almalıyız. Resmi öğretim sistemi bu konuda yeterli değildir. Nasıl, fen bilimleri ve sosyal bilimler için özel dershaneler açılıyorsa, beyinin pırıl pırıl kalması, hafızanın korunabilmesi ve duvarın arkasını görebilmemiz için mutlaka özel dersler almamız icap edecektir.
Şöyle düşünürseniz; Evinizde kullanmakta olduğunuz 3 veya 4 odanız var. İhtiyaçtır diye her aldığınız eşyayı rast gele odalardan birine bırakıyorsunuz. Bu eşya alma ve rast gele bırakmanın aylar hatta yıllar sürdüğünü düşünürsek, artık alacağınız ne yeni eşyaya ne de geldiğinde misafire evde oturacak yer kalmamıştır. Üstelik, gerektiğinde lazım olan hiçbir şeyi bulamayacaksınız. Bu karma karışık, lüzumlu, lüzumsuz, kalabalık, eşyalarla evinizde sağlıklı bir şey yapabilir misiniz?
Bizler eşyayı bir işimize yarayacağını düşündüğümüz için alırız, değil mi? Çevreden etkilenme, insanda üst seviyede olduğu için, hiç lâzım olmayacak bir şeyi dahi başkalarına özenerek alabiliyor. Velev ki, aldığı eşyalar mutlaka evin ihtiyacı olan şeyler de olsa, bunları yerli yerince koymadığı ve yerleştirmediği sürece, hem o eşyalardan azami istifade edemez, hem de fazlalık varmış hissi doğar.
Beyin de aynen evdeki odalar gibidir. Öncelikle bilgilerin yanlış ve doğru oluşuna, bize lâzım olup olamayacağına hiç bakmadan, hem de rast gele bir eşya gibi atıyoruz hafızaya. Hafızadaki o bilgiye ihtiyaç hasıl olduğunda çoğu zaman bocalayıp kalıyoruz.
Gözün yanlış bir yere bakması mutlaka kalbin bir bölümünün kararması demektir. Elin, hakkı olmayan bir şeye uzanışı, mutlaka hafızada bazı şeylerin yerinin değişmesi demektir. Yani, duygularımızda, algılamalarımızda, düşüncelerimizde ufak değişikliklerin olmasına sebep oluyor. Bu tür yanlışlıklar devam edip adedi arttıkça, beyinde sistemli, programlı çalışma alt üst oluyor. Bakış açımız, yaptığımız yanlış hadiselere bağlı olarak menfi yönde değişiyor. Sonrasında da yeni bilgiler, beyinde kendisine rast gele bir yer buluyor. Düzenli istif edilmeyişi, kullanım sahasının dışında bir yerlerde oluşu, lâzım olduğunda bulunamayışına (unutkanlık) sebep oluyor.
Günümüzde “hafıza geliştirme teknikleri” adı altında kurslar veriliyor. Adı yanlış olmasına rağmen, belki birazcık faydası olabilir. Öncede bahsetmiştim, yapılacak bu eğitime “hafıza geliştirme” değil, “daralmış hafızayı genişletme” denilebilir. Bunu da, kendi hafızasını daraltmış olanlar yapamaz.
Hafızayı tekrar yerinde ve doğru kullanabilmek ancak, bir mimarın eliyle yeniden şekillendirmesine kalıyor. Öyle bir Mimâr ki, göz açıp kapayıncaya kadar Mi’rac hadisesini gerçekleştiren, birkaç saniyenin içine yılları sığdıran bir Mimâr.
Bakınız, Hz. Ömer (ra) İslâm’a girmeden önce hafızasında her bilginin yeri değişmiş biriydi. Bu sebeple, yapacağı her davranışta çok hatalar yapıyor, ufacık meseleyi büyütüp, karşısındaki insanlara ciddi zararlar veriyordu. Sakin ve salim düşünmesi kaybolmuş, öfkesi hat safhadaydı. Aynen günümüzün bazı zorbaları gibi.
Daha sonra, Hz. Peygamberi(sav) öldürmeye gittiğinde Müslüman oldu. Müslüman oluşuyla birlikte beynini, hafızasını öyle bir mimara teslim etti ki, neticesine hem kendisi, hem bütün dünya şahit oldu ve şaşırdı.
Halifeliği sırasında, Medine’de Cuma hutbesi için minberdeyken kendisini dinleyen bütün sahabenin önünde, onları hayrette bırakacak sözler söylemeye başladı. “Sâriye cebele, Sâriye cebele” diyordu. (“Sâriye dağ tarafına bak, o tarafı kolla” manasında) Dinleyen sahabelerin hepsi “Ömer’in aklına bir şey mi oldu acaba” diyorlardı. “Nereden çıktı bu sözler? Sâriye, ta Suriye cephesine gönderilmiş ordunun komutanı” diye içlerinden geçiriyorlar ve Ömer’in bu sözlerine bir anlam veremiyorlardı. Cuma namazını takiben hepsi Hz. Ömer’in etrafını çevirip sordular. “Neydi bu hutbe esnasında ‘Sâriye cebele, Sâriye cebele’ sözünüz”. – “Sâriye dönünce ona sorarsınız” dedi.
Sâriye, tam üç ay sonra orduyla birlikte Medine’ye dönünce, o gün Cuma hutbesinde olan sahabenin nerdeyse hepsi Sâriye’yi karşıladılar. Üç aydır yolunu bekledikleri Sâriye’ye;
-Ömer Üç ay evvel Cuma hutbesi esnasında size hitaben “Sâriye cebele, Sâriye cebele” diye iki kez seslendi ve bu nedir diye sorduğumuzda ise, cevabını sizin vereceğinizi söyledi. Sâriye;
- Eğer Ömer, o gün o dakikada bana “dağ tarafına bak” demeseydi, vallahi ordu telef olmuş, mahvolmuştu. Ben de dağ tarafına bir baktım ki, düşman o taraftan bizi kuşatmakta, hemen gerekli tedbiri aldım” diyor.
Hz. Ömer’in(rah) gönderdiği sinyaller, Sâriye (rah) tarafından hiçbir engelle karşılaşmadan alınabildiğine göre, Sâriye’nin(rah) hafızasını güzel muhafaza ettiği, alıcıların pırıl pırıl açık olduğu anlaşılıyor.
Tarihimiz bunun gibi nice güzel misallerle dolu elhamdülillah. Önünden engelleri kaldıracak, baktığında her neyi istiyorsa onu görecek hafızalar aslında hepimizde mevcut. Ama, bu pırlanta gibi hafızaları daraltacak nefis, şeytan gibi rakipler de her zaman mevcut.
Rabbimiz hafızasını yerinde kullanan, güzel kullarının zümresine hepimizi dahil eylesin inşallah. Amin. Dt. Abdülkerim Karaağaç
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.