Türkiye’nin ekonomisini etkileyebilecek pek çok olumsuz çevre unsuru var; üretiminin büyük bölümünü Avrupa’ya ihraç eden bir ülkenin Avrupa’nın krizinden etkilenmemesi düşünülebilir mi? Buna rağmen rekor büyüme ve rekor ihracat rakamına ne diyeceğiz?
Aklımda bu soru olduğu halde gazetelerin ekonomi sayfalarındaki yazılara göz gezdirdiğimde beni şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleyen yorumlarla karşılaştım. Yorumcuların neredeyse hepsi, ekonomideki rekor büyümeyi sanki bir ‘ayıp’ gibi, bir kâbus habercisi gibi sunuyorlar...
Ekonomi gazeteciliğinin piri sayılan Güngör Uras’ın da (Milliyet) dikkatini çekmiş bu durum; dünkü yazısı ‘Büyümeyi küçümsemeye başladık’ başlığını taşıyordu.
Okuyalım: “Öyle bir hava yaratıldı ki, büyüme kötü bir şey. Ekonominin büyümesinden üzülür hale getirildik.
Tekrarda yarar vardır: Büyüme gelir demektir. İstihdam demektir.
Büyümeyi milli gelir rakamlarından izliyoruz. (..)
2009 yılında milli gelirimiz 616 milyar dolar idi. 2010 yılında 734 milyar dolar oldu. 2011’de 800 milyar dolara yaklaşacak.
Sabit fiyatlarla 2009 yılında 100.0 olan milli gelir, 2010 yılında 109.0 oldu. 2010 yılında 100.0 olan milli gelir bu yıl 108.0 olacak.”
Gerçek Güngör Uras’ın birkaç fırça darbesiyle çiziverdiği yukarıdaki tabloda: Türkiye dünyanın ikinci en hızlı büyüyen ekonomisi; bu da işsizliği azaltıyor, milli geliri artırıyor...
İyi de, herbiri değişik ekonomi mezhebinden yorumcular neden tabloyu tersinden okuyup kimi küçümseme, kimi de olumsuz değerlendirme eğilimine giriyor? Soruyu ‘ekonomi’ eksenli soruyorum, ama aynı durum siyasette, sosyal hayatta, özgürlükler alanında da söz konusu... Ülkemiz on yıl öncesiyle mukayese kabul etmeyecek kadar bireysel özgürlükler alanında ilerlemeler kaydetti; pek çok ‘tabu’ yıkıldı; siyasetin üzerindeki vesayet büyük çapta ortadan kalktı. Buna rağmen, geçmiş hükümetlerden daha fazla eleştiriye muhatap ediliyor
Ak Parti hükümeti...
Neden?
Daha fazlası beklendiği için olabilir mi?
Önceki siyasi kadroların el atmaya cesaret edemediği pek çok alanda iyileştirmelere gidebildiğine göre, bazıları, “Neden daha fazlasını yapmasın?” beklentisi içine girmiş ve bu sebeple eleştiri oklarını Ak Partisi’ne yöneltmiş olabilir...
Eleştirilerin içeriği ve dozajı bu ihtimali akla getirmeyecek kadar karmaşık ve bir o kadar da sert. Bazen “Bunlar bir an önce işbaşından gitsin” beklentisine girildiği bile sezilebiliyor eleştirilerde. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ameliyatı bazılarını endişeye düşürdü; ancak sonrasında yeniden toparlandılar.
Yapılanlardan, gerçekleştirilen ileri adımlardan mutlu olsalar bile yapanların kimliği yüzünden mutsuzlar...
Acaba neden? Ekonomi yazarları, siyasi yorumcular, sosyal alan gözlemcileri, Türkiye dünden daha iyi olduğu, halkı da geleceğe daha umutla bakabildiği halde, gördükleri tablodan neden rahatsızlar?
Galiba sorun, rahatsızlık duyanların ideolojik kimliklerinden kaynaklanıyor: Gazetelerde köşeleri tutan siyasi yorumcular ve ekonomi yazarları, gençlikleri bugün Ak Parti’de temsil edilen görüşlere karşı mücadeleyle geçmiş kişiler; hayatlarını vakfettikleri ideoloji sonunda mağlup oldu, küçümsedikleri de iktidar...
Mağlubiyetlerini kabul edemiyor, gözlerden saklamak için gerçekleri tersine çeviriyorlar...