Av. Mehmet YALÇINKAYA
GÖNENLİ MEHMED EFENDİ
Bir zamanlar büyük bir özenle tuttuğum günlüğümün iki sayfasından alıntı yapıyorum. Bir harfini dahi değiştirmeden kelimesi kelimesine aktarıyorum:
2 Ocak 1991 Çarşamba
“Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir.” Gönenli Mehmet Efendi’yi kaybettik. Allah (cc) rahmet etsin. Büyük insandı ve her büyük insan gibi büyük hizmetler bıraktı arkasında…
Bu gibi âlimlerin yerine yenileri yetişmeyecek mi Allah’ım? Âlimler bir bir yok olup giderken, biz bir âlim çıkartıp âlemleri ma’mur edemeyecek miyiz?
3 Ocak 1991 Perşembe
Gönenli Mehmet Efendi bugün defnedildi. Cenazeye mahşeri bir kalabalık katıldı. Gönenli Mehmet Efendi’ye Allah (cc) rahmeti ile muamele etsin. Bu davanın çilesini çekmiş, karşılığında en ufak menfaat gözetmeden bir ömür boyu sadakatle davasının hizmetinde bulunmuş aziz insanlarımızdan birisiydi.
Gönenli Mehmet Efendi’nin ismini ve hizmetlerini duymuş, kendisini gıyaben bilen birisi olmama ve 1986 yılından beri İstanbul’da yaşamama rağmen kendisini görmek nasip olmamıştı.
Birinci sınıfta bir sabah (1988 yılının bahar aylarıydı diye hatırlıyorum) fakülteye (Marmara İlahiyat) gelmek için Eminönü’nden gemiye bindim. Önümde iki kişinin desteği ile yürüyen, yaşlı ama bir o kadar da nur yüzlü bir ihtiyar gördüm. Ben de arkalarından yavaş yavaş yürüyerek, gemide dikkatlerini çekmeyecek bir yere oturdum.
Üsküdar’da indikten sonra arkalarından yürümeye devam ettim. Geçip gitmek o an edepsizlik gibi geldi gönlüme. İskeleden ayrılırken selam verip geçmeyi düşündüğüm anda yaşlı insan aniden geriye döndü ve sordu:
-Sen enstitüde misin?
-Evet.
-Sen de bizimle gel dedi ve kapısını açıp yolcularını bekleyen otomobilin şoförüne “Çocuğu bırakmak için Enstitü’nün önünden geç” diye talimat verdi. Allah’tan şoför efendi Fıstıkağacı’ndan kolayca Bağlarbaşı’na çıkmak yerine, Doğancılar ve Zeynep Kamil yolunu tercih etti de bu mübarek insanla birkaç dakika da olsa daha fazla vakit geçirdim.
Arabada ismimi, memleketimi sordu. Her verdiğim cevaba “Aferin” dedi. Bir müddet sonra da salâvat-ı şerife okumamızı istedi. Fakültenin önüne gelinceye kadar salâvat-ı şerife okuduk.
Otomobilden inerken bana “Evladım, talebe dediğinin dersleri iyi, notları yüksek olmalı, derslerine çok çalış” diye nasihat etti. O zaman bu sözün üzerinde durmamıştım. Şimdi, bir sene okulunu uzatmış bir öğrenci olarak “derslerine çok çalış” sözünün, Allah (cc) tarafından kendisine, ileriyi görecek feraset ihsan edilmiş büyük bir insan tarafından sarf edildiğini iyi anlıyorum.
Otomobilden indim. İbrahim (Altan) Ağabey bana bakıyor. Hemen sordu:
-Otomobildeki zatı tanıyor musun?
-Hayır.
-O mübarek insan, Gönenli Mehmed Efendi’ydi.
Otomobilin arkasından sevinç ve hüzün karışımı ile bir kere daha baktım.
Aradan 24 yıl geçmiş. Bugünkü yazımı bir hadis-i şerif naklederek bitirmek istiyorum. “Allah (cc) ilmi, âlimlerin göğsünden çekip alarak yok etmez. Âlim vefat eder, yerine yenisi gelmez. Böylece cahiller ortalığı kaplar. İnsanlar cahile soru sorar, onlar da bilmedikleri halde fetva vererek hem kendilerini hem de soruyu soranları sapıttırırlar.”
Gönenli Mehmed Efendi’nin hayatı incelendiğinde Kur’an aşkı ve muhabbetullah’tan başka bir şey göremeyiz. Bugünümüzün sıkıntılarını gidermek, gelecek nesillerimizi kurtarmak istiyorsak, Gönenli Mehmed Efendi gibi âlim zatlar yetiştirmek zorundayız.
Dost meclislerinde benim savunduğum bir görüş var. Her ailenin en zeki çocuğu anne babaları tarafından İslami ilimlere yönlendirilse nasıl olur? Sırf bu iş için bir vakıf kursak, çok zeki çocukların masraflarını bu vakıf yolu ile finanse etsek… Hayali bile güzel değil mi?
Ruhu için el-fatiha…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.