xxx09
Göğsüm daralıyor yüreğim kabarıyor
Vicdanları kanatan mahkeme kararlarını, “yasalara ve mahkemelere saygı” diye savunanları...
Tutuklulara açıkça “suçlu” muamelesi yapanları...
Daha düne kadar “yargı kararları” karşısında en öfkeli haykırışlarda bulunup, bugün “Yargı böyle takdir buyurmuş, ne yapalım” diyenleri...
Haksızlığa uğrayanları, “Geçmişte siz de çok haksızlık yapmıştınız ama...” diyerek susturmaya çalışanları...
Gördükçe...
Göğsüm daralıyor, yüreğim kabarıyor.
Bütün bir ömürlerini “milli iradeye saygı” temasıyla geçirenlerin...
Önleri hep mahkeme kararlarıyla kesilmek istenenlerin...
Siyasi davalar eliyle yok edilmek istenenlerin...
“Yasal ama hukuki değil” cümlesini dillerine pelesenk edenlerin...
“Zulme rıza göstermek zulümdür” ilkesine inananların...
Bugün yaptıkları açıklamaları dinledikçe...
Göğsüm daralıyor, yüreğim kabarıyor.
Sadece ve sadece bir cümlesiyle...
Savaşı bitirecek, suları durduracak, gerginliği sona erdirecek, krizi yumuşatacak, herkesi rahatlatacak olan...
“Muktedir kişi” orada öylece dururken...
Ona hiçbir şey söyleyemeyip ve onu sonuna kadar haklı bulup...
Bütün kinlerini, bütün nefretlerini, bütün düşmanlıklarını...
Uğradıkları haksızlıkları kamuoyuna duyurmak için...
“Yemin etmeme” ya da “Meclis’e gelmeme” türünden eylemler yapanlara yöneltenleri gördükçe...
Göğsüm daralıyor, yüreğim kabarıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu çok mu demokrat?
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Bugün Merve Kavakçı Meclis’e gelse ne yapardınız” sorusuna şu yanıtı vermiş:
“Meclis’in kuralları var, herkes ona uyacak”.
Bu cevaptan şu çıkıyor:
Demek ki bugün başörtülü bir kadın, seçilip Meclis’e gelse, “Ama kurallar var şekerim” diyen CHP’liler...
Kürsüyü işgal edecekler, “dışarı, dışarı” diye tempo tutacaklar, “Burası devlete meydan okunacak yer değildir” diye haykıracaklar, “Bu hanıma haddini bildiriniz” diye çıkış yapacaklardı.
Demek ki neymiş?
Bugün “milli irade”, “demokrasi”, “Seçilmiş arkadaşlarımızı satmayız” diye eylem koyan, yiğitlik yapan, demokrasi savaşçısı pozu takınan Kemal Bey’in de boyasının döküldüğü bir yer varmış.
İş türbana gelince ne demokratlık kalıyormuş ortada, ne de milli irade...
Demek ki neymiş?
Seçilmiş arkadaşları için “yargı kararı” falan dinlenmemesini talep eden Kemal Bey, başka seçilmişlerin önünün kesilmesi için “Meclis kuralları”nı bile yeterli bulabiliyormuş.
Size bir şey söyleyeyim mi?
Ben artık şuna karar verdim:
Bugünün mazlumu gibi görünen CHP, eğer bir gün kazayla tek başına iktidar olacak gücü eline geçirsin, en büyük zalim olur.
Sanırım bu ülkede bize “mazlumları sadece mazlumken sevmek” gibi bir yükümlülük düştü.
Yemin töreninden ıvır zıvır notları
Milletvekillerimizin önemli bir bölümü “laik” diyemiyor, a’yı uzatarak “laaaik” diyor.
Bazı milletvekilleri ise “egemenlik” yerine “eyemenlik” diyorlar.
“İnkılâp” yerine “inkilâp” diyenlerin sayısı da çok fazla... İkisi arasındaki farkı bilseler, asla böyle bir hata yapmazlardı.
Her yemin töreninde önündeki yazılı metni okuyup geçmek yerine, metni ezberleyerek olayı gösteriye dönüştürmek isteyen çıkar. “Sınıfın çalışkanları”, bu törende de ortaya çıktı.
Kadın milletvekilleri ya çok asık suratlı kıyafetler ya da ortama uygun düşmeyecek denli şen şakrak kıyafetleri tercih etmişlerdi. Ortasını bulduran pek yok gibiydi.
MHP’liler “büyük Türk milleti” ifadesini ne de destansı bir şekilde haykırdılar.
İktidar partisine mensup bazı milletvekillerinin kürsüye çıkarken Başbakan Erdoğan’ı hafif bir baş selamıyla selamlamaları da dikkatlerden kaçmadı.
Ben en çok Sırrı Süreyya Önder, Leyla Zana ve Ertuğrul Kürkçü’nün yeminini merak ediyordum. Onlar da Meclis’e gelmeyince Balıkesir’den sonra ekran önünde hafiften sıkılmaya başladım.
Oktay Ekşi’nin yanılgısı
BAŞLANGIÇTA “Çok heyecanlı bir sınıf başkanı” gibiydi Oktay Ekşi.
Sonra biraz rahatladı.
Meclis’i iyi yönetti, hiç değilse ekstradan bir arıza çıkmasına izin vermedi.
Ama benim takıldığım esas mesele şu oldu:
Oktay Ekşi, yaptığı açış konuşmasında “1961 Anayasası”nı övdü. Şöyle dedi:
“Elli yıl önce hukuk ve siyaset tarihinin en demokratik anayasasını yaptık”.
Kızmaz ve gönül koymazsa Oktay Bey’e şunu hatırlatmak isterim:
“İyi de Oktay Bey, siz Meclis’te hukuk ve siyaset tarihinin en demokratik anayasasını yaparken, Demokrat Partililer de hukuk ve siyaset tarihinin en büyük haksızlığına maruz kalarak zindanlara tıkılmamış mıydı?”
Hep söylerim, yine söyleyeceğim:
Yeryüzünün gelmiş geçmiş en harika anayasasını yapsanız da, o anayasa halkın bütün kesimlerinin katılımıyla yapılmamışsa kimseye bir faydası olmaz.
Mehmet Yaşin’le yemek muhabbeti
HER şey seçim öncesi yaptığım Anadolu gezisiyle başladı:
Balıkesir’de köfte, Eskişehir’de çibörek, Siirt’te büryan kebap falan derken ben oldum hafiften bir Mehmet Yaşin hayranı...
Neredeyse onun gibi Anadolu yollarına düşüp sempatik bir “yerel tatlar avcısı” haline geliyordum ki birileri beni durdurdu.
Neyse...
Bu kadar Mehmet Yaşin muhabbeti yapınca, “İyi insan sözünün üstüne gelir” yaklaşımı bir kez daha gerçek oldu.
Mehmet Yaşin aradı, Hürriyet için benimle bir “yemek röportajı” yapmak istediğini söyledi.
Salomanje’de buluştuk, röportajı yaptık. Sohbet sırasında Mehmet Yaşin’in yemek olayına yaklaşımındaki derinliği ve çok boyutluluğu fark edince kendi kendime “Yemek işi benim sandığımdan da ciddi bir iş” diye geçirdim içimden.
Artık bu konuda daha az mavra yapacağım.
Ergenekon’a dört bakış
ASRIN DAVASI: AK Parti’ye bilinçli bir şekilde oy verenlerin yaklaşımı... Sayıları hayli fazla... Davayı o kadar önemsiyorlar ki, bu dava kapsamında yapılan hukuki hataları falan dikkate bile almıyorlar. Tutukluluğun infaza dönüşmesinden rahatsız olmuyorlar. “Darbecilerle tarihi hesaplaşma” diyorlar, başka da bir şey demiyorlar.
ALAYI YALAN, ALAYI PALAVRA: CHP’ye oy verenlerin çok önemli bir bölümü böyle düşünüyor. Sanıklara “kahraman” muamelesi yapıyorlar. Belgelere inanmıyorlar. Her şeyin AK Parti’nin tezgâhı olduğunu düşünüyorlar. Hükümetin, “darbecilerle hesaplaşma” diyerek mıntıka temizliği yaptığına inanıyorlar.
DAVA ÖNEMLİ AMA: Az sayıda demokratın yaklaşımı böyle... Davayı önemli buluyorlar, darbecilerle hesaplaşmak gerektiğine inanıyorlar ama sonuçta davanın bir parça rayından çıktığına inanıyorlar. Basılmamış kitapların yargılanmasına, davanın ucu açık hale gelmesine, yapılan hukuki hatalara dikkat çekiyorlar.
BEN EKMEĞİME BAKARIM: Ergenekon adı altında ne türden bir hesaplaşma yapıldığından haberi bile olmayanlar... Ergenekon konusunda tek bir cümle bile edemeyecek durumda olanlar... Onlar “Ben ekmeğime bakarım arkadaş, bana ne Ergenekon’dan” falan diyorlar.
Daha düne kadar “yargı kararları” karşısında en öfkeli haykırışlarda bulunup, bugün “Yargı böyle takdir buyurmuş, ne yapalım” diyenleri...
Haksızlığa uğrayanları, “Geçmişte siz de çok haksızlık yapmıştınız ama...” diyerek susturmaya çalışanları...
Gördükçe...
Göğsüm daralıyor, yüreğim kabarıyor.
Bütün bir ömürlerini “milli iradeye saygı” temasıyla geçirenlerin...
Önleri hep mahkeme kararlarıyla kesilmek istenenlerin...
Siyasi davalar eliyle yok edilmek istenenlerin...
“Yasal ama hukuki değil” cümlesini dillerine pelesenk edenlerin...
“Zulme rıza göstermek zulümdür” ilkesine inananların...
Bugün yaptıkları açıklamaları dinledikçe...
Göğsüm daralıyor, yüreğim kabarıyor.
Sadece ve sadece bir cümlesiyle...
Savaşı bitirecek, suları durduracak, gerginliği sona erdirecek, krizi yumuşatacak, herkesi rahatlatacak olan...
“Muktedir kişi” orada öylece dururken...
Ona hiçbir şey söyleyemeyip ve onu sonuna kadar haklı bulup...
Bütün kinlerini, bütün nefretlerini, bütün düşmanlıklarını...
Uğradıkları haksızlıkları kamuoyuna duyurmak için...
“Yemin etmeme” ya da “Meclis’e gelmeme” türünden eylemler yapanlara yöneltenleri gördükçe...
Göğsüm daralıyor, yüreğim kabarıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu çok mu demokrat?
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Bugün Merve Kavakçı Meclis’e gelse ne yapardınız” sorusuna şu yanıtı vermiş:
“Meclis’in kuralları var, herkes ona uyacak”.
Bu cevaptan şu çıkıyor:
Demek ki bugün başörtülü bir kadın, seçilip Meclis’e gelse, “Ama kurallar var şekerim” diyen CHP’liler...
Kürsüyü işgal edecekler, “dışarı, dışarı” diye tempo tutacaklar, “Burası devlete meydan okunacak yer değildir” diye haykıracaklar, “Bu hanıma haddini bildiriniz” diye çıkış yapacaklardı.
Demek ki neymiş?
Bugün “milli irade”, “demokrasi”, “Seçilmiş arkadaşlarımızı satmayız” diye eylem koyan, yiğitlik yapan, demokrasi savaşçısı pozu takınan Kemal Bey’in de boyasının döküldüğü bir yer varmış.
İş türbana gelince ne demokratlık kalıyormuş ortada, ne de milli irade...
Demek ki neymiş?
Seçilmiş arkadaşları için “yargı kararı” falan dinlenmemesini talep eden Kemal Bey, başka seçilmişlerin önünün kesilmesi için “Meclis kuralları”nı bile yeterli bulabiliyormuş.
Size bir şey söyleyeyim mi?
Ben artık şuna karar verdim:
Bugünün mazlumu gibi görünen CHP, eğer bir gün kazayla tek başına iktidar olacak gücü eline geçirsin, en büyük zalim olur.
Sanırım bu ülkede bize “mazlumları sadece mazlumken sevmek” gibi bir yükümlülük düştü.
Yemin töreninden ıvır zıvır notları
Milletvekillerimizin önemli bir bölümü “laik” diyemiyor, a’yı uzatarak “laaaik” diyor.
Bazı milletvekilleri ise “egemenlik” yerine “eyemenlik” diyorlar.
“İnkılâp” yerine “inkilâp” diyenlerin sayısı da çok fazla... İkisi arasındaki farkı bilseler, asla böyle bir hata yapmazlardı.
Her yemin töreninde önündeki yazılı metni okuyup geçmek yerine, metni ezberleyerek olayı gösteriye dönüştürmek isteyen çıkar. “Sınıfın çalışkanları”, bu törende de ortaya çıktı.
Kadın milletvekilleri ya çok asık suratlı kıyafetler ya da ortama uygun düşmeyecek denli şen şakrak kıyafetleri tercih etmişlerdi. Ortasını bulduran pek yok gibiydi.
MHP’liler “büyük Türk milleti” ifadesini ne de destansı bir şekilde haykırdılar.
İktidar partisine mensup bazı milletvekillerinin kürsüye çıkarken Başbakan Erdoğan’ı hafif bir baş selamıyla selamlamaları da dikkatlerden kaçmadı.
Ben en çok Sırrı Süreyya Önder, Leyla Zana ve Ertuğrul Kürkçü’nün yeminini merak ediyordum. Onlar da Meclis’e gelmeyince Balıkesir’den sonra ekran önünde hafiften sıkılmaya başladım.
Oktay Ekşi’nin yanılgısı
BAŞLANGIÇTA “Çok heyecanlı bir sınıf başkanı” gibiydi Oktay Ekşi.
Sonra biraz rahatladı.
Meclis’i iyi yönetti, hiç değilse ekstradan bir arıza çıkmasına izin vermedi.
Ama benim takıldığım esas mesele şu oldu:
Oktay Ekşi, yaptığı açış konuşmasında “1961 Anayasası”nı övdü. Şöyle dedi:
“Elli yıl önce hukuk ve siyaset tarihinin en demokratik anayasasını yaptık”.
Kızmaz ve gönül koymazsa Oktay Bey’e şunu hatırlatmak isterim:
“İyi de Oktay Bey, siz Meclis’te hukuk ve siyaset tarihinin en demokratik anayasasını yaparken, Demokrat Partililer de hukuk ve siyaset tarihinin en büyük haksızlığına maruz kalarak zindanlara tıkılmamış mıydı?”
Hep söylerim, yine söyleyeceğim:
Yeryüzünün gelmiş geçmiş en harika anayasasını yapsanız da, o anayasa halkın bütün kesimlerinin katılımıyla yapılmamışsa kimseye bir faydası olmaz.
Mehmet Yaşin’le yemek muhabbeti
HER şey seçim öncesi yaptığım Anadolu gezisiyle başladı:
Balıkesir’de köfte, Eskişehir’de çibörek, Siirt’te büryan kebap falan derken ben oldum hafiften bir Mehmet Yaşin hayranı...
Neredeyse onun gibi Anadolu yollarına düşüp sempatik bir “yerel tatlar avcısı” haline geliyordum ki birileri beni durdurdu.
Neyse...
Bu kadar Mehmet Yaşin muhabbeti yapınca, “İyi insan sözünün üstüne gelir” yaklaşımı bir kez daha gerçek oldu.
Mehmet Yaşin aradı, Hürriyet için benimle bir “yemek röportajı” yapmak istediğini söyledi.
Salomanje’de buluştuk, röportajı yaptık. Sohbet sırasında Mehmet Yaşin’in yemek olayına yaklaşımındaki derinliği ve çok boyutluluğu fark edince kendi kendime “Yemek işi benim sandığımdan da ciddi bir iş” diye geçirdim içimden.
Artık bu konuda daha az mavra yapacağım.
Ergenekon’a dört bakış
ASRIN DAVASI: AK Parti’ye bilinçli bir şekilde oy verenlerin yaklaşımı... Sayıları hayli fazla... Davayı o kadar önemsiyorlar ki, bu dava kapsamında yapılan hukuki hataları falan dikkate bile almıyorlar. Tutukluluğun infaza dönüşmesinden rahatsız olmuyorlar. “Darbecilerle tarihi hesaplaşma” diyorlar, başka da bir şey demiyorlar.
ALAYI YALAN, ALAYI PALAVRA: CHP’ye oy verenlerin çok önemli bir bölümü böyle düşünüyor. Sanıklara “kahraman” muamelesi yapıyorlar. Belgelere inanmıyorlar. Her şeyin AK Parti’nin tezgâhı olduğunu düşünüyorlar. Hükümetin, “darbecilerle hesaplaşma” diyerek mıntıka temizliği yaptığına inanıyorlar.
DAVA ÖNEMLİ AMA: Az sayıda demokratın yaklaşımı böyle... Davayı önemli buluyorlar, darbecilerle hesaplaşmak gerektiğine inanıyorlar ama sonuçta davanın bir parça rayından çıktığına inanıyorlar. Basılmamış kitapların yargılanmasına, davanın ucu açık hale gelmesine, yapılan hukuki hatalara dikkat çekiyorlar.
BEN EKMEĞİME BAKARIM: Ergenekon adı altında ne türden bir hesaplaşma yapıldığından haberi bile olmayanlar... Ergenekon konusunda tek bir cümle bile edemeyecek durumda olanlar... Onlar “Ben ekmeğime bakarım arkadaş, bana ne Ergenekon’dan” falan diyorlar.