Mustafa Altınsoy
GİDEN GİTMİŞTİR…
Birçok arkadaşımızın daha önce okuduğunu düşündüğüm “Kağıt Bardak” hikayesiyle başlayalım.
“Eski bir bakandan bir konferansta konuşma yapması istenmişti. Elinde kâğıt kahve bardağı ile kürsüye çıktı ve konuşmaya başladı. Ama kafasının başka yerde olduğu beden dilinden anlaşılıyordu. Daha bir iki cümle söylemiş iken durdu, kahve bardağından bir yudum aldı ve sonra bardağı kaldırıp bir süre baktı.
Derin bir nefes aldı ve “Biliyor musunuz ne düşünüyorum?” diye sordu, “Bu konferansta geçen yıl da, hem de aynı kürsüde konuşmuştum. Tek bir fark var; o zaman hala bakanlık görevim sürüyordu. Buraya gelirken bana ‘business class’ bileti alınmıştı, hava alanında beni bir limuzin ve eskort araba bekliyordu. Beni önce bir otele götürmüşlerdi. Otel müdürü beni otelin kapısında karşılamış ve kral dairesine çıkarmıştı. Ertesi sabah lobide, benim odadan inişimi bekleyen bir heyet vardı. Beni yine aynı limuzinle bu salona getirmişlerdi. Özel bir kapıdan içeri almışlardı. Çok şık bir bekleme odasında konferansı beklerken porselen bir kapta kahve ikram etmişlerdi. Sonra da beni salona almışlar ve en ön sırada ayrılan yerime geçmiştim.”
Eski bakan derin bir nefes aldı, seyircilere gülerek bir süre baktı ve devam etti. “Fakat bu yıl karşınızda bir bakan olarak bulunmuyorum.” Bir an durdu ve sonra; ”Dün buraya, kendi ödediğim uçak bileti ile uçtum. Beni hava alanında kimse karşılamadı. Otele taksi ile geldim. Oteldeki odama kendim çıktım. Bu sabah otelden buraya yine taksi ile geldim. Kapıdan girerken güvenlikten geçtim, hüviyetimi alıp listede olduğuma emin olmadan salona almadılar bile. Sonra da bulabildiğim yerde oturdum. Canım kahve istedi ve görevliye sordum; bana dışarıda kahve makinesi olduğunu söyledi. Ben de çıktım ve şu gördüğünüz kâğıt bardağa kahveyi kendim doldurdum.” Seyirci gülmeye başlamıştı. “Sanıyorum geçen yıl porselen bardak şahsıma değil makamıma sunulmuştu. Benim asıl bardağım işte bu.”
Konuşmanın bu noktasında gülerek alkışlayan seyircilere kahve bardağını kaldırıp gösterdi. Alkışlar bitince de şunları söyledi; “Size verebileceğim en iyi ders bu işte. Bütün o övgüler, hizmetler, avantajlar; rütbeniz, rolünüz, makamınız içindir. Size ait değildir. Ve bir gün makamınızı, görevinizi bitirdiğinizde porselen bardağınızı halefinize verirler.”
Bu şimdi burada bir dursun.
Gelelim kendi tecrübelerime...
Manisa'da görev yaparken Mübeccel Hanım diye insanlarla diyalog konusunda çok yetenekli, güzel organizasyonlar yapan bir hanımefendi vardı. Yaşı 80'e dayanmış olmasına rağmen etrafında toplamış olduğu, yine kendi yaşına yakın, kuaför ve giyim tarzlarıyla tipik “Cumhuriyet kadını” görüntüsü veren bir grup arkadaşlarıyla, Türk Kadın Konseyi Derneği Manisa Şubesini açmışlardı. Zaman zaman Manisa bezini tanıtmak amacıyla başta Vali Bey olmak üzere, Manisa'nın ileri gelen bürokratlarını çağırır, kendilerine göre organizasyonlar yaparak, sergiler açarak sosyal faaliyetlerde bulunurlardı.
Bir gün Manisa valisi Halil İbrahim Daşöz’e birçok iltifat yağdırdıktan sonra; “Sayın Valim, biz sizinle çalışırken kendimizi çok şanslı hissediyoruz” gibi şeyler söyledi. Ben de, Vali Bey ile bazı konularda pek anlaşamasak da, herhalde kıymetini bilmemiz gereken birisi diye düşündüm. Ondan sonra Abdurrahman Aslan valimiz geldi. Yine böyle bir organizasyon yapıp Vali Bey'i çağırdılar. Ona daha fazla iltifat ederek; “Sayın Valim, siz gelmeden önce sizinle ilgili ne kadar güzel şeyler söylediler. Sizin sosyal faaliyetlere katkınızı duyuyor, biliyorduk. Sizinle güzel çalışacağımıza inanıyoruz.” gibi iltifatlar ettiler. Ben de kendi kendime; “Herhalde bu Vali daha iyi birisi ama ben demek ki anlamıyorum.” diye düşündüm. Abdurrahman Aslan valimiz de bir sene kaldı, sonra Erdoğan Bektaş valimiz geldi. Erdoğan Bektaş valimize de yine böyle bir ortamda o kadar iltifatlar ettiler ki, “Demek ki bu hepsinden daha kıymetli.” dedim. “Hanımefendinin tecrübesi var, çok iyi anlıyor.” Sonra kendimi tutamadım, Mübeccel ablaya dedim ki; “Abla, benim gördüğüm, siz bütün valilere aşırı iltifat edip güzel şeyler söylüyorsunuz. Bu valilerin hepsi birbirinden kıymetli diye mi Manisa’ya veriyorlar yoksa siz mi herkese böyle iltifatlar ettiniz?” Dedi ki “Müdürüm; bizim için fark etmez, biz herkesle çalışırız. Kenan Evren, Demirel, Özal ile de çalıştık. Gelen her valiye iltifat ettik, ağırladık, uğurladık, gönderdik.”
Bu da burada dursun.
Gelelim daha özel tecrübelere...
İstanbul Milli Eğitimde özel okullardan sorumlu müdür yardımcısı olarak çalışırken, özel okul temsilcilerinden bana çok iltifat geldi. “Sayın Müdürüm; İlk defa Özel sektörden bizi anlayan birisi bu bölümün başına geldi, sizinle çalışmak şans” diyorlardı. “İl Müdürü Muammer Yıldız Bey ne kadar isabetli tercihte bulunmuş, sizi bu bölümün başına vermiş” gibi iltifatlar ediyorlardı. Ayrıca hemşerilerimiz de çok memnun olmuştu. Çünkü Muammer Bey’e yoğunluktan ulaşamadıkları zaman, onlara ben yardımcı oluyordum. Bölümün başında iken, gelen giden derken tanışmalarla telefonumdaki kayıtlı isimlerin sayısı gittikçe kabarıyordu.
“Kişiyi yüzüne karşı methetmek, onu kör bıçakla kesmek gibidir.” hadisi şerifinden beslenen birisi olarak, bunlar pek bize göre değildi, ama maalesef bürokraside bunlar “Gelen ağam, giden paşam” cinsinden alışılmış şeylerdi. Nitekim 2012 yılında Sayın Ömer Dinçer Bakanımız tarafından Manisa'ya atamam yapıldıktan sonra, bu özel okullardan ve hemşerilerimizden arayan soran pek olmadı.
Neyse...
Manisa'ya giderken “kaç tane tanıdığım isim var” diye telefon defterimi kontrol ettim. Altı-yedi kişi vardı. Manisa’da üç yıl kaldım, ayrılırken kayıtlı sayısı 650 ismi geçiyordu. Sonra 2015'te Sivas’a giderken yine telefonumu kontrol ettim, kaç kişi var diye. Orada da yine altı-yedi civarı kayıt vardı. Sivas’ta da üç yıl kadar kaldım. Adana'ya tayinim çıkıp ayrılırken, Sivas'taki kayıt sayısı 860 civarı olmuştu. Adana'da 4 ay gibi kısa bir süre kaldım, giderken telefonumda Adana’ya ait üç-beş kayıt varken, dönerken sayı 200 kişiyi geçmişti. Bu illerde kimileri benim Ankara’da genel müdürlüğe, kimileri Bakanlığa layık olduğumu söyleyerek iltifat ediyorlardı. Peki şimdi görev yaptığım illerden kaç kişiyle görüşüyorum, kaç kişi arıyor derseniz, yine iki elin parmak sayısını geçmeyen “Altının değerinden sarraf anlar” misali çoğunluğu eski dostların olduğu birkaç kişi ile görüşüyoruz.
Genelde siyasette de bürokraside de insanların felsefesi “Giden gitmiştir, gittiği gün bitmiştir.” Etrafınızdakiler için önemli olan o an işlerini yürütmeleridir. O nedenle yönetici arkadaşlar, iltifatlara kendilerini çok kaptırmadan, bunların hepsinin “Kâğıt Bardak” misali makama ve mevkiye yapılan iltifatlar olduğunu bilip ona göre davranmalarında fayda var.
Son dönemin önemli kanaat önderlerinden Mehmet Zahid Kotku hazretlerinin; "Şeyhlik de boş, müritlik de boş, zenginlik de boş, mevki de boş, makam da boş. İş Allah'ın sevgili kulu olmakta.” dediği gibi, önemli adam olmaktan ziyade, “Değerli adam” olmaya çalışarak kendi kültürümüz ve inancımız doğrultusunda nesiller yetiştirip hoş bir sadâ bırakmaktır.
Diğer beklentiler kendimizi kandırmamızdan ibarettir.
30 Nisan 2024
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.