xxx78
Gerçek özgür kılar
Herhalde dikkatinizden kaçmıyordur: Bizim gazete dahil pek çok yayın organı, zanlısı yakalanmış olmasına rağmen, 'kesikbaş cinayeti' ile ilgilenmeyi sürdürüyor. Televizyonları açıyorsunuz, haberlerde yine aynı cinayetle ilgili yeni bir iddia karşınıza çıkıyor. Birden fazla kişinin bir araya geldiği ortamların muhabbet konusu da aynı...
Ailenin en yaşlı ferdi olan zanlının dedesi de bu durumdan rahatsızlığını dile getirdi ve medyayı hiç lüzumu yokken olayın peşinde koşmakla suçladı. “Türkiye'nin tek meselesi bu mu?” diye sordu 89 yaşındaki emekli ceza hakimi dede. Bir 'komplo teorisi' de onun ağzından dinledik: Meğer olayı büyüten medya, bunu, bir aile şirketinin rakibi tarafından yönlendirildiği için yapıyormuş…
Ne yazık ki, olayın merkezindeki isimler bile, başlarına gelenin sebebini anlamaktan uzaklar… Daha önceki bir değil iki yazıyla uyardığım halde, belli ki, genç zanlının teslim olmasıyla dikkatlerin dağılacağını sanmışlar; medyanın yoğun ilgisinin kesilmemesi onları şaşkınlığa sürüklemiş olmalı.
Bu durumda bize düşen kamuoyunun ilgisini kesintisiz çeken olayın bu yönünü bir daha anlatmak…
Zengin aile çocuğuyla fakir genç kız öyküsü eski Türk filmlerinin yarısının konusudur; diğer yarıyı ise içinde nadiren de olsa 'kesikbaş' türüne de rastlanan cinai filmler teşkil eder. Manşetlerden düşmeyen olayda bu özelliklerin hepsi var. (Dayılar ve öteki akrabalar üzerinde durulmayıp haberlerin zengin amcayı ön planda tutmasının da sebebi budur: Adam hem zengin, hem de kamuoyunca bilinen bir isim…)
Bugünün teknolojisi genç birinin 197 gün izini kaybettirmesine pek müsait değil: Kredi kartı kullanmasanız, telefon ihtiyacınız var, diyelim dumanla anlaştınız, bir yerden diğerine giderken sizi fark edecek aygıtlar söz konusu… Bir kulübede tek başınıza gün geçirseniz, o kadar süre içerisinde ne yediniz, ne içtiniz?
Hangi ayrıntıyı ele alırsanız alın, hepsi tek bir sözcüğe çıkıyor: Merak… Polisiye/gerilim romanları merak unsuruna hitap ettikleri için çok satıyorlar; şimdiye kadar iyi çekilmiş hiçbir gerilim filminin zarar ettiğini Hollywood tarihi yazmıyor. Peyami Safa gibi ciddi yazarlar medar-ı maişet motorunu başka isimle (Peyami Safa: Server Bediî) polisiye romanlar yazarak yürüttüler.
İş üstünde yakalansaydı delikanlı, ya da ilk gün teslim olsaydı belki olay bu denli merak uyandırmayacaktı; ancak cinayetin işlenmesiyle zanlının teslim olması arasında geçen günler insanları daha meraklı yaptı. Şimdi önüne sunulan 'senaryo' ile bir türlü tatmin olmuyorsa, sebebi budur.
Yoksa hiçbir rakip şirket bu kadar değişik yayın organını tek bir olay üzerinde yoğunlaştıramaz.
Aile olayın dal budak salmasından, ilginin bir türlü sönmemesinden gerçekten rahatsız ise, yapması gereken tek bir şey var: Gerçeği, yalnızca gerçeği -hiçbir ayrıntıyı saklamadan- kamuoyuyla paylaşmak… Tıpkı usta polisiye roman yazarlarının veya cinayet filmi çeken akıllı yönetmenlerin en sonda yaptıkları gibi…
Bundan daha azı, yani bilginin küçücük de olsa bir bölümünü saklayıp geri kalanı anlatmak, beklenen tatmin hissini doğurmayacağı için yayınların hızını kesmeyecektir.
Her kahvede “İşin arkasında Mossad varmış; Ermenistan'da yakalanmış, saklıyorlar” ile başlayıp “Bir sırrı biliyormuş” iddiasına kadar varan yüzlerce senaryo ortalığı sarmış durumda; akla gelebilecek başka senaryoların haberleşmesini kim/nasıl engelleyecek?
Ailenin en yaşlı ferdi olan zanlının dedesi de bu durumdan rahatsızlığını dile getirdi ve medyayı hiç lüzumu yokken olayın peşinde koşmakla suçladı. “Türkiye'nin tek meselesi bu mu?” diye sordu 89 yaşındaki emekli ceza hakimi dede. Bir 'komplo teorisi' de onun ağzından dinledik: Meğer olayı büyüten medya, bunu, bir aile şirketinin rakibi tarafından yönlendirildiği için yapıyormuş…
Ne yazık ki, olayın merkezindeki isimler bile, başlarına gelenin sebebini anlamaktan uzaklar… Daha önceki bir değil iki yazıyla uyardığım halde, belli ki, genç zanlının teslim olmasıyla dikkatlerin dağılacağını sanmışlar; medyanın yoğun ilgisinin kesilmemesi onları şaşkınlığa sürüklemiş olmalı.
Bu durumda bize düşen kamuoyunun ilgisini kesintisiz çeken olayın bu yönünü bir daha anlatmak…
Zengin aile çocuğuyla fakir genç kız öyküsü eski Türk filmlerinin yarısının konusudur; diğer yarıyı ise içinde nadiren de olsa 'kesikbaş' türüne de rastlanan cinai filmler teşkil eder. Manşetlerden düşmeyen olayda bu özelliklerin hepsi var. (Dayılar ve öteki akrabalar üzerinde durulmayıp haberlerin zengin amcayı ön planda tutmasının da sebebi budur: Adam hem zengin, hem de kamuoyunca bilinen bir isim…)
Bugünün teknolojisi genç birinin 197 gün izini kaybettirmesine pek müsait değil: Kredi kartı kullanmasanız, telefon ihtiyacınız var, diyelim dumanla anlaştınız, bir yerden diğerine giderken sizi fark edecek aygıtlar söz konusu… Bir kulübede tek başınıza gün geçirseniz, o kadar süre içerisinde ne yediniz, ne içtiniz?
Hangi ayrıntıyı ele alırsanız alın, hepsi tek bir sözcüğe çıkıyor: Merak… Polisiye/gerilim romanları merak unsuruna hitap ettikleri için çok satıyorlar; şimdiye kadar iyi çekilmiş hiçbir gerilim filminin zarar ettiğini Hollywood tarihi yazmıyor. Peyami Safa gibi ciddi yazarlar medar-ı maişet motorunu başka isimle (Peyami Safa: Server Bediî) polisiye romanlar yazarak yürüttüler.
İş üstünde yakalansaydı delikanlı, ya da ilk gün teslim olsaydı belki olay bu denli merak uyandırmayacaktı; ancak cinayetin işlenmesiyle zanlının teslim olması arasında geçen günler insanları daha meraklı yaptı. Şimdi önüne sunulan 'senaryo' ile bir türlü tatmin olmuyorsa, sebebi budur.
Yoksa hiçbir rakip şirket bu kadar değişik yayın organını tek bir olay üzerinde yoğunlaştıramaz.
Aile olayın dal budak salmasından, ilginin bir türlü sönmemesinden gerçekten rahatsız ise, yapması gereken tek bir şey var: Gerçeği, yalnızca gerçeği -hiçbir ayrıntıyı saklamadan- kamuoyuyla paylaşmak… Tıpkı usta polisiye roman yazarlarının veya cinayet filmi çeken akıllı yönetmenlerin en sonda yaptıkları gibi…
Bundan daha azı, yani bilginin küçücük de olsa bir bölümünü saklayıp geri kalanı anlatmak, beklenen tatmin hissini doğurmayacağı için yayınların hızını kesmeyecektir.
Her kahvede “İşin arkasında Mossad varmış; Ermenistan'da yakalanmış, saklıyorlar” ile başlayıp “Bir sırrı biliyormuş” iddiasına kadar varan yüzlerce senaryo ortalığı sarmış durumda; akla gelebilecek başka senaryoların haberleşmesini kim/nasıl engelleyecek?