Selma ÖZTÜRK
Gençlerdeki yönsüzlük ve ümitsizlik
Gençlerdeki yönsüzlük ve ümitsizlik
Ara sıra gençlerle yaptığım sohbetlerde onlardan okulları ve gelecekte ne yapmak istedikleri hakkında bilgi ediniyorum. Mahallenin çocukları olsun, tramvay ve otobüslerde gördüğüm ve tanıdığım gençler olsun her biriyle sürdürdüğüm konuşmalarımın sonucu hep üzücü bir tablo ile ayrılıyorum onlardan. Her şeyden evvel dikkatimi çeken ilk önemli husus şu: Nutka gelip konuştuklarında ne yeterli bir şekilde Almanca lisanına sahip ve hakimler, ne de anadili olan Türkçe lisanına. Cümleler çok bozuk ve kullanılan kelimeler çok basit ve yersiz. Burada lisanların zenginliğinden istifade edilmiyor ve dil kısırlığı ve yozlaşması dediğimiz tehlikeyi bu gençlerde şahid olarak görüyor ve yaşıyoruz.
Türkçe dilinde sıkıntı çekmelerinin sebebi -anadilleri olmasına rağmen- günlük hayatları, yani okul eğitimleri ve öğrenimlerinin Türkçe lisanından ibaret olmamasıdır. Bu yüzden de bir nebze de olsa özür olarak kabul edilebilir belki. Ama yaşamış oldukları ülkenin dilini, yani sağ ve sollarında işittikleri o lisanı bile zorluk çekip konuşamıyorlarsa, kelimeleri yanlış, yersiz veya hiç kullanmıyorlarsa, bu içler acısı bir durumdur. Neticede de kendini ifade edememe sıkıntısı ve bu sıkıntıdan doğan “hastalığıdır”. Bir insan kendisini istediği bir derecede ifade edemezse, aklından geçeni manasıyla dile dökemezse, o insan – uzun vadeli bakıldığında- kişilik ve hüviyet gelişmesinde bu zaaftan dolayı sıkıntılar çeker ve git gide basitleşmek anlamında sadeleşir.
Günlük konuştuğumuz dilimizde de az ve zaruri kelimelerle tekellüm etmeye (konuşmaya) alışmışız. ‘Meramımızı anlatalım yeter’ düşüncesiyle fani dünyada fani ömrümüzü sürdürüp gidiyoruz. Asıl derdimizde bu zaten. Çarşı pazarda gözümüz doymazken, lisan ve lugat konusunda çarşı pazar diliyle az ile iktifa ediyoruz (yetiniyoruz) ve belagat ganimetinden istifade etmiyoruz. Ne lisanların güzelliğini keşfetmişiz, ne ifade ve vurgu gücüyle tanışmışız ne de deyim ve atasözleri kullanıyoruz. Bizler bunlardan faydalanmadığımız için, gençler, yani nesiller de faydalanmıyor ve faydalanamıyor. Kabahat kimde acaba?
Aklıma bir misal geldi de: Almanca’da “gitmek” manasına gelen “gehen” fiilinin en azından 15 tane eş anlamı vardır. Ne güzel ve müthiş bir lisan zenginliği...
Sohbetlerimizde gençlere sorduğum suallerden bazılar şunlar: ”Ne yapıyorsun? Okul ne durumda? Hangi okula gidiyordun? Ne yapmayı düşünüyorsun?” ve “Yüksek tahsil yapmayı düşünüyor musun?” Hep aynı olan sorularımı aynı olmayan, yani farklı şahıslara soruyorum. Benim sorularım hep aynı, ama maalesef verilen cevaplarda hep aynı: “Zaten yapamam ki!” Dikkat buyurursanız, burada yine ifade zafiyeti var. Cümle yanlış değil efendim, fakat yeterli de değil. “Zaten yapamam ki diyeceğine, “Zaten başaramam ki!” demesi çok daha isabetli ve vurguluyken, yapmak, etmek gibi genel kelimelerle konuşuyorlar ve kendilerini ifade ediyorlar (etmeye çalışıyorlar). Zaten yapamaz ve başaramazmış ki... Yine bir ezberlenmiş ve bilinç altına yerleştirilmiş bir hazır cevap. “Schaffe ich doch ehe nicht!” Bu cevabı her defasında farklı ağızlardan işitiyorum. Duyduğumda da fitil oluyorum ve cinler tepeme çıkıyor. Bu kadar ümitsiz ve tabansız bir cevap. Böyle bir hayata bakış açısı bir insanda nederen meydana geliyor ve bu körpecik çocukların zihnine niye ve nasıl yerleşiyor? Bir işe henüz girişmeden, bir yola henüz çıkmadan ümitsizce ve ümitsizlik içinde o yolun çıkmaz bir yol olduğunu zan ve tahmin etmek... Zaten başaramam ki deyip baştan kesiyorlar... Yahu, neden yapamayasın? Neden yapamayasınız ki? Yapanlar nasıl yapıyorlar? Onlar sizden daha mı zeki ve akıllılar? Okul ve tahsil zamanımı hatırlıyorumda... Nice -tabir-i caiz ise- salaklar ve hababam sınıfı adayları ellerine diplomalarını aldılar. O üstün zekaya (geri zekalı demiyorum) sahip olmayanlar okul diplomalarını aldılar da, siz mi alamıyorsunuz? Siz kimden kötüsünüz? Üstelik sizin size daima yardım eden ve ümitsizliği hiç mi hiç sevmeyen ümit kaynağı bir Allah’ınız var. İnançlı bir gence ye’s (ümitsizlik) yakışır ve yaraşır mı?
Burada en büyük hata birazda bizlerde ve bilhassa ebeveynlerde (anne babalarda) dır. Maalesef gençlerimizi yeterli ve gerekli bir şekilde ilme ve eğitime teşvik etmiyoruz. Eğitimin kendileri ve gelecekleri için, dünya ve ahiretleri için ne kadar önemli olduğunu, onlara bir türlü bilinçlendirip, aşılayamıyoruz. Bu gerçeği bir de dini açıdan tahlil etmek lazım. İlim ve eğitim sırf “adam olmak” manasında değil de, aynı zamanda “kul olmak” anlamında da önem taşıyor. Ne kadar ilim kesbedersen (kazanırsan), o biriktirdiğin ilim ile Allah’a daha da yaklaşırsın. Çünkü her elde ettiğin bilgiyle O’nu tekrar ve tekrar keşfedersin. Bu biyoloji dersindeki hücre bölünmelerinden başlar, fizik dersindeki çekim gücüne kadar devam eder.
Elbette burada bir gerçeği göz ardı etmemek lazım: Başarı her zaman için biraz da özel ve kişisel çaba ister. Tembellikle, lakayıtlıkla ve kaygısızlıkla hayatta bazı önem taşıyan şeyler elde edinilemez. Lakin bu vasıflar inançlı, bilinçli ve dinamik bir gençte zaten bulunmadığı ve bulunmaması gerektiğine göre, bu sorunu da çözmüş olmuyor muyuz?
Çocuklarımızı ve gençlerimizi okumaya teşvik ve azmedelim. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” düsturuyla (Zumer suresinin 9.ayeti ve böylece Allah kelamıdır) onlara eğitim ve öğrenimlerinde maddi ve bilhassa manevi destekte bulunalım. Normalde müslüman mütevazi (alçak gönüllü) ve kanaatkar olur. Az ile yetinir. Lakin ilim hususunda bu böyle değildir. İlim talep etmekte (faydasız ve soysuz ilmi kastetmiyorum) kanaatkarlık olmaz. İnsan beşer olduğunu bilip kul olduğunu unutmadığı müddetçe, ilimden ona bir zarar gelmez. Bilakis! Onu Allah’a yaklaştırır ve “ilim güçtür” şiarıyla onu güçleştirir ve kuvvetleştirir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.