Erol BATTAL
Geçici 15. Madde Aslında Kimleri Koruyor
Anayasa değişiklikleriyle ilgili tartışmalar aylardır yoğunlaşarak devam etmektedir. Tartışmanın tarafları, cepheleri; bu ülkeyi tanıyanlar, ülkedeki ideolojik kamplaşmaları bilenler için şaşırtıcı gelmemektedir. Herkes kavgada ve barışta bulunması gereken noktadadır. Taraflar için, “bunun yeri olmamış; bu, ‘evet’ saflarında yer almalıydı” ya da “’hayır’ saflarında olmalıydı” diyebileceğimiz hiç kimse yoktur. Yani, herkes olması gereken yerdedir. Kimsenin kendine biçtiği yer yanlış değildir. CHP de, MHP de, DİSK de, KESK de, BDP de, DHKP-C de, Kamu-Sen de, PKK da, ADD de, İP de, YAR-SAV da olmaları gereken noktadadırlar. Onlar ya da türevleri 28 Şubat’ta da, 27 Nisan’da da aynı yerde değil miydi? Hatta daha önceki yaşananlarda da manzara aynıydı. Aslında bu görüntü sadece anayasa değişiklikleri sırasında ortaya çıkmış da değildir; demokratikleşme, insan hakları gibi özgürlüklerle ilintili bütün gelişmelerde aynı durum söz konusudur.
Anayasa değişikliğinin, 12 Eylülcülere yargı yolunu açan, Geçici 15. Maddenin kaldırılması tartışmalarında da durum aynıdır. Bütün kesimler kendi ideolojilerine, gruplarına, hiziplerine, çıkarlarına göre mevzilenmişlerdir. Herkes bilinen yerindedir. Hiç kimse yerini karıştırmış değildir. Burada da anayasa değişikliğinin bütününde olduğu gibi, iki taraf vardır: “evet” ve “hayır”cılar. Ancak bu 15. maddenin pozisyonu biraz daha farklıdır. Kolaylıkla “hayır” denilemiyor. Çünkü bu konu yıllardır bu gün “hayırcı” grupta yer alanlar tarafından sömürülmüştür. Kendi sorumluluklarını gizlemek adına suçlu olarak sadece darbeyi yapanları göstermişler, darbeye zemin hazırlayanları kahraman olarak sunmuşlardır. Bu zeminin hazır hale getirilmesi için, insanlar kurban edilmiş, toplum parçalara ayrılmış, halk birbirine düşman hale dönüştürülmüştür. Bunda da, yukarı da ismi sıralananlar rol almışlardır. Bu gün bu maddeye aleni olarak “hayır” dediklerinde deşifre olacaklarını bilirler. Bu sebeple dolambaçlı yollara başvurarak “hayır” diyorlar. Açıkça, “Darbecilerin yargılanmasına karşıyım” diyemedikleri için; “Aradan 30 yıl geçmiş, olay zaman aşımına uğramış, darbeciler zaten yargılanamazlar, bu maddenin kaldırılmasının pratikte bir işlevi yok, kaldırılması da gerekmez “demekteler. Doğru olmasa da, mantıklı gibi görülen bu argüman, aslında bir zihniyetin kendini korumaya çalışmasından başka bir şey değildir.
Bu tartışma da üzerinde durulması gereken en önemli nokta; 12 Eylül Darbesinin 90 yaşını aşmış 5 generali ister yargılansınlar ister yargılanamasınlar bunun çok da önemi yoktur. Önemli olan, bu adamların fiillerinin yargılanıyor olmasıdır. Yani darbeciliğin gayr-i meşru ilan edilmesidir. Bu konuda sanki herkes, hemfikirmiş gibi görülse de, iş fiiliyata dönüşünce dümen değişiyor. Darbe hazırlayıcıları farklı gerekçeleri bahane ederek değişikliğin karşısına çıkıyorlar. Çünkü işin sonunda kendilerinin yargılanacağını biliyorlar. Özellikle bu maddedeki tutumları nedeniyle referandumda “hayır” kampanyası yürütenlerin, çok da masum olmadıkları ortaya çıkmaktadır.
Bugünden geçmişe bakan herkes, şunu açıklıkla görmektedir ki, 12 Eylül ve önceki darbeler ciddi ve uzun soluklu organizasyonlardır. Darbe ortamını oluşturacak her bir ayrıntı dikkate alınmış, figüranları ayarlanmış, katilleri belirlenmiş, maktulleri tespit edilmiş, yakılacak, yıkılacak yerler planlanmış, örgütler oluşturulmuş, kullanılacaklar listelenmiş, vadesi geçenler tedavülden kaldırılmış, karmaşalar çıkarılmış, kaoslar meydana getirilmiştir. Bununla da 12 Eylül darbesinin yolu hazırlanmıştır.12 Eylül Darbesinin kendisi kadar, ortamının hazırlanması da, yargılanamayan suçlularını üretmiştir. Bu sebeple, 12 Eylül’ün yargılanması sadece darbeyi yapanlarla sınırlı kalmayıp, hazırlayıcılarını da kapsayacaktır. 12 Eylülle kâmil bir hesaplaşma, ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Zaten yargılanmalar başlayınca da suçlar ve suçlular ister istemez dava kapsamına girecektir. Yargılamalar başlayıp eski defterlerin açılmasıyla, sabah sağcıyı, öğlen solcuyu katleden silahların sahipleri ister istemez ortaya çıkacaktır. Darbeye zemin hazırlayanların hesap vermediği hiçbir hesaplaşma, tam bir yargılama olmayacaktır. 12 Eylül’ü hazırlamak için kullanılanların sadece tetikçileri darbeciler tarafından sorgulandı, cezalandırıldı. Bu tetikçileri organize edenlerin kapıları çalınmayacak mı? İşte bunların korktukları, kapılarının bir gün çalınacak olmasıdır. Bu maddenin kaldırılmasını istemekle, kimsenin, 95 yaşındaki Kenan Evren hapse mahkum edilmesini beklediğini sanmıyorum. Bu, kimseye devasa mutluluklar yaşatıp sorunları çözecek değildir. Bu maddenin kaldırılmasıyla hedeflenen herhalde, “Niçin darbe yaptınız?” sorgulamasından daha çok, “Darbe ortamını nasıl hazırladınız, Çorum’u, Maraş’ı nasıl kana buladınız, 1 Mayıs’ta Taksim’i kimlerle mezarlık haline dönüştürdünüz, burada DİSK’in rolü neydi?” gibi darbeye zemin hazırlayan olayların faillerinin ortaya çıkarılması üzerine olacaktır. İnsanların tek tek yok edilişlerinin, öldürülüşlerinin hesabı sorulacaktır.
Bu hesap soruşları aslında insanlar kan davası düşüncesiyle de beklememektedir. “Suçlular cezasını çeksin, içim rahat etsin” beklentisinin olması insani bir durum olmasına rağmen, bu sorgulamalardan asıl beklenen; bir tezgâhın ortaya çıkarılması isteğidir. Bu gün yaşanan tartışmalar, direnmeler; bu tezgâhın ortaya çıkarılmasının istenmemesindendir. Çünkü suçlusu çoktur. Ve bu suçlular toplumun önüne masum gibi çıkmakta, kahraman rolü oynamaktalar. O nedenle konu gündeme geldiğinde, anında mecrasından saptırılmakta, tartışmalar farklı noktalara taşınmaktadır. Mesela “12 Eylül’den hesap soracaklar, niye 28 Şubat’ın, 27 Nisan’ın hesabını sormuyorlar?” diyorlar. 28 Şubatçılar sorgulandığında, “28 Şubat’ın rövanşını alıyorlar” diye ortaya çıkıp, ortalığı velveleye veriyorlar.
Dikkat ederseniz bu günü korumaya çalışanlar da, yarının üzerine siper çekmeye çalışanlar da aynı adamlar. Ergenekon’da; Yakamoz’un, Eldiven’in, Ay Işığı’nın, Sarı Kız’ın, Balyoz’un hesabı sorulduğunda, “Yahu olmaz ki bu kadar da yapılmaz ki, Türk subayları rencide edilmekte, gazeteciler içeri atılmakta, profesörler hapsedilmekte” denilerek olaylar ajite edilmekte, savcılar suçlanmakta, hakimler karalanmakta, mahkemeler üzerinde iğrenç oyunlar oynanmakta, avukatlıklara soyunulmakta, gizli tanıklara milletvekilleri eliyle rüşvetler verilmekte, darbeciler birer kahramana dönüştürülmekte, vatan sevgisi darbecilerin tekeline verilip, onların onayından geçmeyenler vatanı satmakla suçlanmaktadır.
Bunların hiçbirisi, masum çabalar değildir. Darbeciler asla “Konsey Üyeleri”nden oluşmuyor. Bunu bütün darbeciler bilmekte ve “hayır” kampanyalarıyla aslında “Konsey Üyeleri”ni değil, kendilerini korumaya çalışmaktalar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.