Recep KOÇAK
Gazze’nin Şarkıları
Nuriye Çakmak’ı 2000 yılından beri Deniz Feneri gönüllüsü olarak tanıyorum. Onun, kendisine ihtiyaç duyulduğunda el emeği, beyin gücü ve yüreğiyle iyiliğin yaşaması için nasıl çırpındığına şahidim. Geçtiğimiz günlerde bir yarışmada birinci seçildiğini öğrenince kendisini tebrik ettim ve yazısını köşemde okurlarımla paylaşma sözü verdim.
Çakmak, memnuniyetini ifade etikten sonra, “Deniz Feneri Derneği’nin açacağı bir yarışmayı da dört gözle bekliyorum. Açılacak benzer bir yarışma için de tüm kalbimle çalışır, ortaya yarışma için bir çalışma çıkarırım” sözünü verdi.
Dün Çakmak’tan aşağıdaki giriş notu ile birlikte birincilik kazanan yazı mail adresime ulaştı. Nerede bir hayır yarışından haberdar olsa destekçisi olmak için koşan Nuriye Çakmak’ı bir kez daha tebrik ederken ondan gelen açıklama notunu ve “Gazze’nin Şarkıları” başlıklı yazısını sıcağı sıcağına paylaşıyorum:
“Herkese merhaba, benim için oldukça özel ve sevindirici bir haberi paylaşıyorum sizlerle. Aşağıda paylaştığım yazım, İhh Ankara Şubesinin düzenlediği "Tufandan Tuğyana Mavi Marmara" adlı yarışmada jüri üyeleri Sibel Eraslan, Abdurrahman Dilipak, Tarık Tufan ve Nurettin Yıldız tarafından birinci seçilmiştir. Yazıda anlatılan olayların ve kişilerin tümü gerçektir. Gerçekten Yusuf diye bir koca yürekli masum çocuk -ki ben onun geleceğin Furkan’ı olduğuna inanıyorum-, Musa diye üzerindeki beyaz gömleği ile tam göğsünden vurulmuş ve kendine geldiğinde ilk sorduğu şey emanet aldığı kanarya olan bir gönüllü yolcu, İranlı yönetmen Cevad Erdekani Muvakkati'ye ait Filistinli kekeme bir çocuk ile ötmeyen bir kanaryanın hikâyesinin anlatıldığı ve Yusuf’un hakikaten izlediği bir film ve ismi Gazze olan şehit bir kuş vardır. Tüm bunlar yeni bir Yusuf kıssası, Musa kıssası, bir İsrailoğulları kıssası gibi önümde duruyordu. Ben sadece destansı ve tevafuklu bu parçaları bir araya getirdim. Ve Mavi Marmara saldırısının, şehitlerin toprağa verilişinin yıl dönümünde sizlerle paylaşmak istedim. Emeği geçen herkese teşekkürlerimle.
BİR KUŞ hikâyesidir bu. Değil mi ki onları her andığınızda özgürlüğün minik pençeleri gönül kıyılarınıza konuverir. Kanatlarının aldığından da çok, gagalarıyla taşırlar umudu. Ve illâ rüzgâr. Rüzgârı da onlar taşır, gövdeleri kaydıraktır. Sonra, sırrınızı cılız bacaklarına bağlarsınız da salarsınız ya maviliklere. Haber de taşır onlar. Gönülden gönüle ah taşır. Gözünüz yolda, gönlünüz darda, bekler durursunuz. Bir kanat sesi bedeldir dünyaya. Onlar sırdaşınızdır. Altından kafese koysanız da istemezler ama, gönlünüze kondurdunuz mu sizi asla terk etmezler. İşte böyle bir kuşu vardı küçük Yusuf’un. Minik ellerinin kavrayabileceği bir kanarya. Onu okşayan eller kadar güzel bir sarı kanarya. Yusuf nasıl dört duvarı yuva ediveriyorsa şakıdığında, minik kanarya da öyle şenlendiriyordu onu. Kuşların dilini biliyordu Yusuf. O derin yüreğinde çıkan tüm fırtınaları kanaryasına açıyordu. O anlattıkça, kanarya şakıyordu. Ne çok hikâyesi var Yusuf’un. Yusuf sen bunları nereden biliyorsun? Filistin neresi Yusuf, sen kaçıncı sınıfa gidiyorsun? Neden “Biz daha onları öğrenmedik” demiyorsun. Kim bu “Hanzala” Yusuf, sen şiir okumayı biliyor musun? Neden Pokemon değil de, Hanzala? Yetim de değilsin oysa. Yusuf, neden ağlıyorsun? Meğer çok üzülürmüş Yusuf, Filistin’de olanlara. Bir gün bir filmde görmüş Gazze’yi. Onunla aynı yaşta çocuklar da varmış orada. Gözlerindeki hüznü okumuş Yusuf. Gönüllerin dilini de biliyormuş aynı zamanda. Keşke demiş, onların da olsa benimki gibi bir kanaryası. Onlar da açsalar dertlerini kuşlarının alfabesine. Sonra kuşları onlar için şarkılar bestelese… Derken bir de ne görsün Yusuf: Gazze’de ekmek su yokmuş ama, işte duaları kabul olmuş. Bir kanaryası varmış Yusuf yaşlarında bir çocuğun. Nasıl da sevinmiş görünce. Ama neden bu kadar sessiz bu film böyle? Sonra öğrenmiş ki Yusuf, bu kuş konuşmayı bilmezmiş. Şarkı da besteleyemezmiş. Arkadaşı ona ne anlatırsa anlatsın hiç cevap vermezmiş. “Küsmüş mü acaba, kim kızdırdı bakalım benim kanarya arkadaşımı” demiş Yusuf! Gazzeli çocuk cevaplamış onu: Biliyor musun Yusuf, benim kanaryam da ilk geldiğinde sular gibi şakırdı, hem öyle gevezeydi ki tüm bahçeyi onun bitmek bilmez şarkıları sarardı. Her şeyimi ona anlatırdım ben, benim için kuşdilinde şiirler yazardı. Hem öyle zekiydi ki, yabancılara sırrımızı asla açmazdı. Sonra rüzgâr sesinden başka seslerle tanıştı kanaryam. Rüzgârdan daha hızlı esen garip şeyler doldurdu havayı. “Sadece yağmur yağmıyormuş” dedi gökten. “Ve kar.” Topraktan yeşillik çıkarmak yasaktı, çıkanı kesiyorlardı; ama onlar toprağın bağrına bizi beslemek için bomba ekiyorlardı. Kim mi onlar? Onlar gökyüzünden ateş yağdıranlar. Karı hiç görmemiş siyah adamlar. Yağmur rahmet demek değilmiş onların dilinde, asit diye bir şey yağıyor onlar gelince. Damlalar nasıl okşuyorsa tenini Yusuf, serinletiyorsa seni, bilemezsin, hiç serinletmiyor da, değdiği yeri yakıyor bu damlalar. Sonra o rüzgârdan hızlı esen şeyler dedim ya Yusuf, babamı benden ayıran yani. Ağabeyimin ayağını çolak bırakan. Anneme kan kusturan işte. Bir gün böyle bombalar yağdı da gökten, kıyamet kopuyor sandı kanaryam. Kurşunlar havada vızıldarken, sustu, ölümün kahrı kulaklarını dolduruyordu. İşte o gün bugün sustu benim kanaryam. Bu katiller evimize ne zaman gelse onun şarkılarını vuruyorlardı, sırrımızı parçalıyorlardı. Ses tellerini kesiyorlardı kanlı elleriyle. İşte hepsini kanaryama yapan, o kötünün kötüsü adamlardı. Anlayacağını anlamıştı Yusuf. Kanaryasını karşısına aldı. Ne garip, o daha anlatmadan hissetmişti Gazze, kendisini büyük bir görev bekliyordu. Hatta Yusuf ona, “Bundan sonra senin adın Gazze” bile demedi. Kanarya bu yeni ismi çoktan giyinmişti. “Nuh’un gemisine binmek ister misin?” dedi sadece. Yani dünyanın bütün kirleri sel olup yeryüzünü boğduğunda batmayan, direnen, temiz kalan, hicret eden, en başta inanan, tevekkül eden… Kurtulanlar yani o gemiye binerken. Onlardan olmak ister misin? En güzel şarkısını söyledi kanaryası Gazze o gün. Yusuf cevabını almıştı, ellerinden tuttu da götürdü Mavi Marmara gemisine bineceklerin olduğu yere biricik arkadaşını. Herkes gönlünden ne koparsa veriyordu oradaki abilere. Oysa kimse bilmiyordu ki, Yusuf canını veriyordu, gönlünün ta kendisini infak ediyordu. Bunu götür dedi, Filistin’e zulme dur demeye giden bir Musa’ya, ona gözün gibi bakacağına söz ver hem. Orada bir arkadaşım var, kanaryasının şarkılarını çalmışlar, Gazze’yi ona ver. Eğer arkadaşımı bulamazsan gökyüzüne salıver. Özgürlük şarkıları söyleyecek benim kanaryam Filistin için. Ben öğrettim. Bir Musa, bir Yusuf, bir de Gazze. Yusuf büyük bir heyecan içinde. Geminin her mil alışında, yüreği ıslanıyor onun. Ferahlıyor ama. Sonra bir kabus görüyor. O hayatında gördüğü en güzel gemiye işte o katil adamlar geliyor. Neden diyor Yusuf, neden? Kanaryamın şarkılarını mı çalmaya geldiniz? Diğer kanaryaya ettiklerinizi mi edeceksiniz Gazze’me? Bu kadar çok mu korkuyorsunuz kuşlardan, siz hiç bahar bilmez misiniz? Sonradan anladı Yusuf, onların ne gözleri vardı, ne kulakları… Yüreklerinin olmadığı zaten bilirdi ama, tek bir yerlerini bile insana benzetemedi. Yine ölüm şarkıları getirmişlerdi yanlarında. Kan kokuları. Yine çocukların oyuncaklarını çalmaya gelmişlerdi. Kanaryasına doğru koştu Yusuf, koştu. Gözlerini açtığında Musa’yı gördü, Musa Yusuf’un beyaz gömleğini giymişti bu sefer. Kurtlar yemiş Musa’yı. Kan olmuş gömleği, göğsünden vurmuşlar o elsizler, Gazze’yi tuttu diye elleri. Bir anda büyümüş Yusuf. Tufandan arda kalan 9 şehid varmış, kanını, canını ruhunu infak eden. Bir de Yusuf’un kanaryası. Şehitler ölmez demiş Yusuf. Eğer ben ağlarsam, kim söyle Gazze’min şarkılarını. Hem kan kardeş oldum ben Filistin’le. Oradaki her çocuk için bir şarkı tutacağım yüreğimde. Her kuş için bir nağme. Ve Hanzala için bir şiir. Yüzünü yüzüme tutarak okuyacağım bir şiir. |
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.