Frankfurt Nasihatnâmesi-2: Ne söylüyoruz dünyaya?

Tarihi, dalga-kırıcı ve dalga-kurucu öncü kuşaklar yapar: Tanzimat'tan bu yana bu tür kuşaklar çıkaramadık… Bizi sürgit tehlikeli sularda yüzdüren, gürültüyle patırtıyla işi kotaracağını sanan; ama geldiğimiz noktada, bizi, gemiyi tam bir dipsiz kuyunun önüne getirip bırakan, pergelini ve yönünü şaşırmış, iddialarını ve ruhunu haraç-mezat satmış, anafora yakalanmış bir dizi savrulmuşlar kuşağının peşine takılmış, tekinsiz, fırtınalı sularda oraya buraya sürüklenip duruyoruz…

Tam bir yok oluş mevsimi bizim yaşadığımız: Gemi batmak üzere… Ama biz, "bu hâl neyin nesi ve bu gemi nereye sürükleniyor böyle serseri mayın gibi?" diye soracağımıza, gemiyi sâhil-i selâmete çıkarmak için çaba göstereceğimize, gemiyi sâhil-i selâmete çıkaracak yegâne ruhu yok etmek için elimizden geleni yapıyoruz! Ortalık toz duman. Zihnimiz allak bullak. Hâl böyleyken ve gemi, bir meçhule doğru yol alırken, birileri, sürekli olarak geminin rotasını değiştirmekle; birileri de, geminin altını oymakla meşgul hâlâ…

Attila İlhan, bu yaşadıklarımızı tam bir "curcuna" olarak tarif ederek, Tanzimat'tan bu yana ortaya çıkan kuşakların, dalga-kırıcı ve dalga-kurucu öncü kuşaklar olamadığını şöyle tasvir etmişti: "Önüne gelenin rastgele meydana çıkıp pala salladığı böyle bir curcuna, bir anlamsızlıklar sirki olmaktan öteye gidemez, bizi de hiçbir yere götüremez."

Tanpınar'sa, yaşadıklarımızı, "kendini inkâr" olarak tarif etmiş ve Tanzimat-sonrası süreçte Türk aydınlarının yaşadıkları savrulmadan nasibini alan ama Fransa'da, bir Fransız'dan, hocası Sorel'in anlattıklarından hayatının dersini alarak silkinip kendine gelen Yahya Kemal'in yeni Türk edebiyatının kurulmasında neden kilit rol oynamaya başladığını şöyle açıklamıştı: "[Yahya Kemal'in] dışarı [Batı] ile olan münasebeti, Servet-i Fünuncularda olduğu gibi, kendimizi inkâr[a dayanmıyordu]. [Şiirde yeniliği],… dâima kendi mahrekinde bir değişme [olarak görüyordu]." (Yahya Kemal, Dergâh, 1982: 49-50).

Tanpınar, Tanzimat-sonrası süreçte hızla yaygınlık kazanan "kendini inkâr" çabalarının aksine, Yahya Kemâl'in, edebiyatımızın, sanatımızın, medeniyetimizin kurucu dinamiğinin İslâm olduğunu düşündüğünü şu tespitleriyle resmeder: Yahya Kemal'in, din'i, bir yandan, "cemiyetimizin en tabiî fonksiyonunda büyük ve tarihî yapıcı realitelerinden biri", öte yandan da, "şiirin büyük kaynaklarından biri" olarak gördüğünü (s. 50) tespit ettikten sonra, noktayı şöyle koymuştu: "Yahya Kemal, Müslümanlığı, halkımızın saf ruhunun hem yapıcısı, hem de en sahih aynası addediyordu." (s. 53).

Bütün bunların Frankfurt Kitap Fuarı'yla alakasına gelince… Bu fuar, Türkiye'nin dünyaya söyleyebileceklerini sunabilmesi için yakaladığımız ilk büyük fırsattı.

Peki, Türkiye, ne söyledi fuarda dünyaya? Türkiye'nin dünyaya söyleyeceği, sunacağı hiçbir esaslı şeyin olmadığını, ruhunu da, ruhunun aynasını da yitirdiğini söyledi. Türkiye'nin söylediği şeyin, Batılıların söylediklerini papağan gibi Türkiye'de bir kez daha tekrarlamaktan başka bir şey olmadığını ispatladı!

Abartıyor muyum? Elbette ki, hayır. Düşünsenize: Batı uygarlığının büyük bir felsefî kriz ve tıkanma yaşadığı, gezegenimizi yaşanılamaz bir kaoslar ve belirsizlikler arenasına dönüştürdüğü bir zaman diliminde, tam da dünyaya, hakkaniyetin, adaletin, başka kültürlere, dinlere ve medeniyetlere saygının en yüksek, en asil ve hâlâ aşılamamış örneklerini sunan bir medeniyetin çocukları olarak en esaslı şeyleri bizim söylememiz gerekirken, biz, "hayır, biz iddialarını çoktan yitirmiş, sadece size, Batılılara özenmeye çalışan bir hiçiz" demenin bir marifet olduğunu sanıyoruz.

Orhan Pamuk, yeteri kadar putlaştırdığımız Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Elif Şafak ve diğer bilumum üçüncü sınıf Batı özentili yazar çizer takımıyla biz dünyaya, "Ey dünyalılar, şiir böyle yazılır, roman böyle yazılır, sanat böyle yapılır", diyebileceğimiz özgün bir dil ve "dünyayı, içine yuvarlandığı çıkmazdan çıkaracak medeniyet fikri budur", diyebileceğimiz, bütün Batılıları heyecanlandıran ve onlara, "durun bir dakika, bu Türklerin söylediği çok esaslı bir şey var!" dedirten, bütün insanlığı kuşatıcı, kucaklayıcı, sarıp sarmalayıcı, kanatlandırıcı, yepyeni ufuklara, yolculuklara çıkarıcı bir medeniyet fikri ve fikriyatı sunduk, diyebilir miyiz? Neden diyemeyiz, daha da önemlisi, nasıl diyebiliriz, bir düşünün lütfen!

TÜYAP'TA NIETZSCHE VE '68…

TÜYAP Kitap Fuarı'nda, Salı günü, saat 16.00-17.00 arasında Heybeliada Salonu'nda bütün ve gerçek yönleriyle Nietzsche'yi ve '68 hareketinin neden bu kadar abartıldığını konuşacağız. Neden duyurmadın, demeyin…

Önceki ve Sonraki Yazılar