xxxx1
Faşizmin ve kabile mantığının yükselişi
Türkiye'de faşizm bütün kesimlere inanılmaz bir hızla sirayet ediyor: Türkiye, kamplara bölünüyor; siyasî, kültürel, sosyal hatta cinsel kamplara… Etrafı kalın duvarlarla örülen kamplara… Ve insanlar, kamplara sığınarak dünyaya kapatıyorlar kendilerini ve duyargalarını… Her şey "kamp için" artık!
Her kesim kendi kampını Türkiye zannediyor; hatta Türkiye ilan ediyor: "Türkiye biziz!" diyor; "Türkiye bizimdir!" diye naralar atıyor bütün kamplar…
Kampların duvarları yükseldikçe, Türkiye, birbiriyle iletişimi, irtibatı sürgit sıfırlanan devâsâ bir labirentler "çukur"una doğru yuvarlanıyor.
Her kesim, kendi kampını tahkim etme savaşı veriyor. Oysa kamplar tahkim edildikçe, kalpler duruyor, sükûnet yitiriliyor, vicdanlar katılaşıyor. Kampların sâkinleri, gardlarını alarak her an savaşa hazır militanlara dönüşüyor…
Bir kurumu ele geçiren bir kamp, başkalarına nefes bile aldırmıyor: Ele geçirdiği kampı adeta "kurtarılmış bölge" ilan ediyor…
Dün, mensupları güç karşısında süklüm püklüm olan bir kamp, bugün, gücü ele geçirdiği andan itibaren başkalarına karşı zalimleşmekte bir sakınca görmüyor; daha da kötüsü, zalimleştiğini bile göremeyecek kadar güç sarhoşuna dönüşüveriyor…
Oysa bu gidiş, gidiş değil… Çok tehlikeli bir gidiş bu.
Türkiye'de kamplaşmaların tohumunu eken fenomen, Türkiye'nin tarih yapan İslâmî iddialarının oluşturduğu omurgasının çökertilmesi, yerine, laikçiliğin bir din gibi topluma zorla dayatılmaya kalkışılmasıdır. Bu gerçeği görelim artık!
O yüzden, sesi en fazla çıkan, en çok gürültü yapan, en fazla şirretleşen, zırnık kadar laftan anlamayan kamp, laikçiler kampı… Psikanalizin terimleriyle konuşacak olursak… Sanki nevzuhurluklarının, hafızasızlıklarının, Türkiye'yi yüzyıldır oldu bittilerle, tepeden müdahalelerle kontrol etmelerinin, "ev"i zorla gasbetmelerinin, "ev"in içini tarumar etmelerinin, bu ülkenin çocuklarının tarih yapmalarını mümkün kılan medeniyet iddialarını ve dinamiklerini tam bir sömürgeci kafasıyla yerle bir etmelerinin, acımasızca dinamitlemelerinin oluşturduğu psiko-patolojinin ürünü bir suçluluk fobisiyle, en fazla gürültü, laikçilik kampından yükseliyor.
O yüzden, "Türkiye laiktir, laik kalacak! Kahrolsun şeriat, yaşasın laiklik!" sloganları afrodizyak bir fobiyle laikçilik kampında atılıyor; ama bu sloganlar, laikçilik kampının kampçılarını katharsize / doyum'a ulaştırmaya yetmiyor yine de!
Laikçilik kampının kahir ekseriyetini, bugün Türkiye'de en fazla kapitalistleşen, medyaya, finans dünyasına, sivil ve sivil olmayan bürokrasiye şimdiye kadar keyiflerine göre şekil ve çeki düzen veren dünün tatlısu "devşirme" solcuları oluşturuyor.
Türkiye'nin gerçek faşistleri, ne yazık ki, Türkiye'nin solcularıdır. Darbelere davetiye çıkaranlar, darbeleri alkışlayanlar, Taksim'de, Tandoğan'da, Çağlayan'da "demokrasi" diyerek darbe için sokaklara dökülenler, milletin iradesinin yansıması olan iktidarları karşı-devrim diye hedef gösterenler, milleti "göbeğini kaşıyan" adam diye aşağılayanlar, ülkede yaşanan travmaları hiçe sayarak Doğu'da yaşananları, töre cinayeti, namus cinayeti diye cilâlayıp bu cinayetleri İslâm'a saldırmak için bulunmaz fırsatlar olarak değerlendirenler, bu ülkenin gerçek faşistleri olan sözümona solcularıdır. Başından beri böyledir bu. İstisnalar yok mu? Elbette ki var; sayıları az da olsa onlar müstesnâ zaten.
Avrupa'da faşizm, ırkçılığın, üstün ırk sapmasının ürünü olarak zuhur etmişti. Türkiye'deki faşizm, ya üstünlüğü, gücü ele geçirme ya da tahakkümü koruma, elden kaçırmama güdülerinin ürünü olarak zuhur ediyor… Ve bütün kesimleri, sınırları kalın duvarlarla örülen kamplar kurmaya kışkırtıyor…
Burada ürpertici bir kabile mantığı var…
Türkiye'de faşizmin dölyatağı komitacı, devşirme ve statükocu solculuk olsa da, faşizmin ve kabile mantığının bütün kesimlere sirayet ettiğini inkâr edemeyiz…
O yüzden bütün kesimlere virüs gibi sirayet eden kabile mantığının ürünü kamplaşmaları meşrûlaştıran içimizdeki faşizmi yıkamadığımız, bu ülkenin aslî omurgasına yeniden sahip çıkamadığımız sürece uçurumun eşiğine doğru sürüklendiğimizi görelim artık, diyorum.
Her kesim kendi kampını Türkiye zannediyor; hatta Türkiye ilan ediyor: "Türkiye biziz!" diyor; "Türkiye bizimdir!" diye naralar atıyor bütün kamplar…
Kampların duvarları yükseldikçe, Türkiye, birbiriyle iletişimi, irtibatı sürgit sıfırlanan devâsâ bir labirentler "çukur"una doğru yuvarlanıyor.
Her kesim, kendi kampını tahkim etme savaşı veriyor. Oysa kamplar tahkim edildikçe, kalpler duruyor, sükûnet yitiriliyor, vicdanlar katılaşıyor. Kampların sâkinleri, gardlarını alarak her an savaşa hazır militanlara dönüşüyor…
Bir kurumu ele geçiren bir kamp, başkalarına nefes bile aldırmıyor: Ele geçirdiği kampı adeta "kurtarılmış bölge" ilan ediyor…
Dün, mensupları güç karşısında süklüm püklüm olan bir kamp, bugün, gücü ele geçirdiği andan itibaren başkalarına karşı zalimleşmekte bir sakınca görmüyor; daha da kötüsü, zalimleştiğini bile göremeyecek kadar güç sarhoşuna dönüşüveriyor…
Oysa bu gidiş, gidiş değil… Çok tehlikeli bir gidiş bu.
Türkiye'de kamplaşmaların tohumunu eken fenomen, Türkiye'nin tarih yapan İslâmî iddialarının oluşturduğu omurgasının çökertilmesi, yerine, laikçiliğin bir din gibi topluma zorla dayatılmaya kalkışılmasıdır. Bu gerçeği görelim artık!
O yüzden, sesi en fazla çıkan, en çok gürültü yapan, en fazla şirretleşen, zırnık kadar laftan anlamayan kamp, laikçiler kampı… Psikanalizin terimleriyle konuşacak olursak… Sanki nevzuhurluklarının, hafızasızlıklarının, Türkiye'yi yüzyıldır oldu bittilerle, tepeden müdahalelerle kontrol etmelerinin, "ev"i zorla gasbetmelerinin, "ev"in içini tarumar etmelerinin, bu ülkenin çocuklarının tarih yapmalarını mümkün kılan medeniyet iddialarını ve dinamiklerini tam bir sömürgeci kafasıyla yerle bir etmelerinin, acımasızca dinamitlemelerinin oluşturduğu psiko-patolojinin ürünü bir suçluluk fobisiyle, en fazla gürültü, laikçilik kampından yükseliyor.
O yüzden, "Türkiye laiktir, laik kalacak! Kahrolsun şeriat, yaşasın laiklik!" sloganları afrodizyak bir fobiyle laikçilik kampında atılıyor; ama bu sloganlar, laikçilik kampının kampçılarını katharsize / doyum'a ulaştırmaya yetmiyor yine de!
Laikçilik kampının kahir ekseriyetini, bugün Türkiye'de en fazla kapitalistleşen, medyaya, finans dünyasına, sivil ve sivil olmayan bürokrasiye şimdiye kadar keyiflerine göre şekil ve çeki düzen veren dünün tatlısu "devşirme" solcuları oluşturuyor.
Türkiye'nin gerçek faşistleri, ne yazık ki, Türkiye'nin solcularıdır. Darbelere davetiye çıkaranlar, darbeleri alkışlayanlar, Taksim'de, Tandoğan'da, Çağlayan'da "demokrasi" diyerek darbe için sokaklara dökülenler, milletin iradesinin yansıması olan iktidarları karşı-devrim diye hedef gösterenler, milleti "göbeğini kaşıyan" adam diye aşağılayanlar, ülkede yaşanan travmaları hiçe sayarak Doğu'da yaşananları, töre cinayeti, namus cinayeti diye cilâlayıp bu cinayetleri İslâm'a saldırmak için bulunmaz fırsatlar olarak değerlendirenler, bu ülkenin gerçek faşistleri olan sözümona solcularıdır. Başından beri böyledir bu. İstisnalar yok mu? Elbette ki var; sayıları az da olsa onlar müstesnâ zaten.
Avrupa'da faşizm, ırkçılığın, üstün ırk sapmasının ürünü olarak zuhur etmişti. Türkiye'deki faşizm, ya üstünlüğü, gücü ele geçirme ya da tahakkümü koruma, elden kaçırmama güdülerinin ürünü olarak zuhur ediyor… Ve bütün kesimleri, sınırları kalın duvarlarla örülen kamplar kurmaya kışkırtıyor…
Burada ürpertici bir kabile mantığı var…
Türkiye'de faşizmin dölyatağı komitacı, devşirme ve statükocu solculuk olsa da, faşizmin ve kabile mantığının bütün kesimlere sirayet ettiğini inkâr edemeyiz…
O yüzden bütün kesimlere virüs gibi sirayet eden kabile mantığının ürünü kamplaşmaları meşrûlaştıran içimizdeki faşizmi yıkamadığımız, bu ülkenin aslî omurgasına yeniden sahip çıkamadığımız sürece uçurumun eşiğine doğru sürüklendiğimizi görelim artık, diyorum.