Fadime’ye dair 13 yıllık bir sırrı açıklıyorum

YENİYETMELER belki hatırlamaz, bir zamanlar bu memlekette “Aczmendiler” vardı.

Sokaklarda ellerinde asalarıyla dolaşırlardı.

Uzun saçlı, uzun sakallı ve cüppeliydiler.

Kıyafetleri, modacı Neslihan Yargıcı tarafından “seksi” bulunurdu.

Camilerde tefli zikir törenleri yaparlardı.

Köksüzdüler... 28 Şubat sürecinin başlangıç dönemlerinde birdenbire ortaya çıkmışlardı.

Acayiptiler... Tuhaftılar...

Ve ne yalan söyleyeyim, “zararsız” görünüyorlardı.

Liderleri Müslüm Gündüz denilen Elazığlı bir adamdı.

28 Şubat sürecinde “işe yarar irtica görsellikleri” arayan medyaya, Fatih Çarşamba’daki “kara çarşaflı kadınlar” görüntülerinden bile daha şahane görüntüler sunuyorlardı.

* * *

Derken... Bir gün...

Dönemin birdenbire alevlenen “Eyvah! İrtica geliyor...” propagandasında kabak, ilk önce “Aczmendiler”in başına patladı.

Polis “Aczmendi” avına çıktı.

Yakalandılar, gözaltına alındılar.

Polis, gözaltındaki “Aczmendiler”in görkemli saçlarını ve sakallarını zorla kesiyordu...

Ben o zaman “dindarların sesi” olma iddiasındaki bir televizyon kanalında haberlerin başındaki isimdim.

Savunmuştuk haber bültenlerinde “Aczmendiler”i.

Hatta Milos Forman’ın “Hair - Bırak Güneş İçeri Girsin” filminde yer alan, “ceberut saç kesme” olayını anlatan bir bölüm koymuş ve kendimizce “şık bir itiraz”da bulunmuştuk.

İçten içe şöyle düşünüyordum: “Bunlar da İslami çiçek çocukları.”

* * *

İtiraf ediyorum:

Ben o zamanlar, bu adamlara mesafeli bir sempati ile bakardım.

Tamam...

Cahil bulurdum, nobran bulurdum falan...

Ama sonuçta kendilerine göre bir tarzları vardı ve ben bu tarza polis marifetiyle hunharca müdahale edilmesini içime sindirmezdim.

Ama bu kanaatimi değiştiren bir olay oldu.

Türkiye’yi sarsan bir olay...

* * *

Bir gece yarısı hem bizim haber merkezine, hem de bütün haber merkezlerine “şok” görüntüler düştü.

İstanbul’da bir apartman dairesinde Müslüm Gündüz, yarı çıplak vaziyette bir kadınla hemhal olmak üzere iken polisler tarafından basılıyordu.

Önde telsizli polisler, arkada onlarca kamera...

Müslüm Gündüz ne yapacağını bilemez haldeydi.

Odadaki kadının kim olduğu belli olmuyordu.

Elleriyle yüzünü kapatmıştı...

* * *

Hemen kanaat notum oluştu:

“Fena halde kandırıldık. Bu herif tam bir sahtekârmış...” dedim.

Ve noktayı koydum.

Bazı arkadaşlar “mırın kırın” ettiler, bazı gerekçeler ileri sürerek adamın savunulması gerektiğini falan söylediler ama ben kararımı vermiştim.

Televizyonun yöneticileri de aynı düşüncedeydi.

Ve böylece...

“Aczmendi” defterini, kendimize bile itiraf edemediğimiz hafiften bir yenilmişlik duygusuyla kapatıverdik.

* * *

Aradan üç hafta geçti.

Bir öğleden sonra telefonum acı acı çaldı.

Açtım...

Sekreterim, “Fadime” isimli bir kadının beni aradığını söyledi.

“Bağla lütfen” dedim... İncecik bir kadın sesi, “Selamünaleyküm” dedi. “Aleykümselam” diye cevap verdim, ardından da ekledim: “Buyurun, ne istemiştiniz?”

Bugün gibi hatırlıyorum.

Şöyle dedi: “Ben Fadime... Müslüm Gündüz’ün evindeki kişiyim...”

Bir an durdum...

Sonra da başladı bölük pörçük anlatmaya: “Ben kandırılmış bir kişiyim Ahmet Bey. Fatih’te Ali Kalkancı diye bir şeyh var. O beni kandırdı. Sonra Müslüm
Gündüz çıktı piyasaya” falan diye gözyaşları içinde hikayesini anlattı.

Ardından da ekledi: “Sizin televizyonda bunları anlatmak istiyorum.”

Telefonunu aldım.

Ve hemen televizyonun yöneticilerine koştum, durumu anlattım.

Çok dil döktüm... “Fadime’yi çıkarıp konuşturalım” dedim. “İçimizdeki sahtekarlarla mücadele edelim” dedim.

Ama ikna etmeyi başaramadım.

* * *

İki gün sonra Fadime, o dönem Uzanlar’ın elinde olan Star Televizyonu’nda akşam haberlerinde çıkıp konuştu.

Gerisini biliyorsunuz zaten...

Önceki ve Sonraki Yazılar