Av. Mehmet YALÇINKAYA
ET GELDİ ANNE!
Annem rahmetlinin bir tabağın içine koyup elime tutuşturduğu kurban etinden bir payı komşumuza götürdüğümde, ilkokul beşinci sınıfa gidiyordum. Havanın hafifçe çiselediğini bugün gibi hatırlıyorum. Et tabağının üstüne örtülmüş olan kâğıda, bir elimi siper etmiştim. Çocuk aklımla ıslanmasın diye...
Kapkara gözleri ve gözlerinden daha kara saçları ile benden dört yaş küçük Önder açmıştı kapıyı. Kendisinden önce üzerindeki mavi kazağı ve jilet gibi ütülü duran siyah pantolonunu gördüm. Nasıl görmeyeyim? Ramazan Bayramı için Salı pazarından almıştı anacığım. Sadece İstanbul’da kurulmaz ya bu pazarlar! Bayramda üç gün giymiş, sıcakların başlaması ile bir daha yüzünü görmemiştim onların.
Kurban Bayramı yaklaştığında -her bayram öncesi olduğu gibi- en temiz kıyafetlerimizden bize küçük gelenleri ayırırdı annem. “Artık bunların evde durması haram bize” derdi. “Saklayayım kenarda, küçüğü giyer” sözü de geçersizdi bizim evde. Hem annem istemezdi böyle bir davranışı hem de mümkün olmazdı. İki erkek kardeştik, aramızda on yaş vardı. Onun giydiği bana kalmaz, benim giydiğim ona olmazdı. Mutlaka fakir fukara nasiplenirdi.
Kıyafetlerimi Önder’in üzerinde görünce çok bozuldum. Az kalsın “benim onlar, ver onları bana” diye bağıracaktım. Kurban payını eline verdiğim zaman Önder’in “Et geldi anne! Bugün biz de et yiyeceğiz değil mi?” diye içeriye ünlenmesi karşısında sesimi çıkaramadım.
Fakirlere yardım etmenin önemini kurban özelinde ayrıca düşünmek gerektiğine inanıyorum. Bir Kurban Bayramını daha idrak ettik. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, ülkemizde de azımsanmayacak sayıda insan sadece Kurban Bayramı’nda et yüzü görmekte, çoluk çocuğuna et yedirebilmektedir.
Kurban ibadeti farz değil diye küçümseyen veya değişik sebeplerle kurban kesilmesin diye fetva veren ve bunu televizyonlardaki programlarda çok rahatlıkla dile getirebilen hocaefendilere hep hayret etmişimdir. Ya gerçekten ne söylediklerini bilmiyorlar, ya da verdikleri fetvanın ne anlama geldiklerini anlamaktan uzaklar diye düşünüyorum.
Kurban öyle bir ibadet ki, tek başına bile bir beldede İslam’ın varlığı ve Müslümanlığın devamı için yeterli olabilir. 70 küsur yıl, Rus zulmü altında inleyen kardeşlerimizin, dünyadan tüm soyutlanmışlığına rağmen, Müslümanlıklarının devam etmesinin hikmetlerinden birisidir Kurban.
Doksanlı yılların başlarında, Azerbaycan başta olmak üzere Türkî Cumhuriyetlere yaptığı gezi izlenimlerini anlatırken Hayrettin Karaman hocamızın söylediği şu sözler hâlâ kulağımdadır.
-Oradaki kardeşlerimiz, İslam’ın belki İ’sini bile bilmiyorlar. Ama Müslümanlar. Ben Müslümanım diyen bir insana, Müslüman gibi muamele etmelisiniz. Birkaç nesil dinden uzak, her türlü baskıyı gören bu kardeşlerimizi İslam dairesinde tutan başlıca üç şey olmuş: 1-Israrla çocuklarına Müslüman adı vermeye devam etmeleri. 2- Erkek çocuklarını sünnet ettirmeleri. 3- Kurban Bayramı’nda kurban kesmekten vazgeçmemeleri. Kurban ibadetinin böylesine önemli bir vazife icra edebileceğini ben orada gördüm. Sakın küçümsemeyin. İmkânınız ölçüsünde her sene kurban kesip, etini fakirlere dağıtın.
Bu haftaki yazımı bu konuya ayırmamın sebebi, bu bayramda Önder’le ortak bir dostumuzun evinde karşılaşmamız oldu. Laf lafı açtı. Eski bayramlardan konuşuldu. Şimdi ortopedi uzmanı olan çocukluk arkadaşım Önder tüm içtenliği ile mecliste bulunanlara şunları söyledi:
-Çocukluğumuz çok fakirlik içinde geçti. Bazı yıllar, kurbandan kurbana et yediğimizi hatırlarım. Kurban Bayramı öncesi bütün arkadaşlarım bayram gelecek diye sevinirken, kardeşlerimle ben et yiyeceğiz diye heyecanlanırdık. Doktor olarak göreve başladığım ilk yıldan itibaren her sene Kurban Bayramı'nda en az iki hisse kurban kesiyor, birine hiç elimi değdirmeden, fakirlere dağıtılması için bağışlıyorum. Kurban kesenlerin et yemekten bıktığı o bayram günlerinde fakirlerin boğazından geçecek bir lokma kurban etinin her şeyden değerli olduğuna inanıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.