xxx33
Ergenekon bir cunta mı yoksa bir terör örgütü mü?
Rahmetli psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Rasim Adasal'ın (1902-1982) katılımcı olduğu bir televizyon tartışma programını yönetiyordum.
Adasal çok renkli, derin kültürlü bir kişiydi.
Konuşmacılardan biri Adasal'ı hedef alarak, onun görüşlerinin akıl ve mantık dışı olduğunu ileri sürdü. Dolaylı biçimde Adasal'a "Deli" dedi.
Bunun üzerine Rasim Adasal şu cevabı vermişti:
- Siz bir siyasal bilimcisiniz. Siz bana deli dediğiniz zaman bu sadece bir polemiğin yansıması olarak algılanır. Ama ben akıl hastalıkları uzmanıyım. Ben size deli dersem, gerçekten deli raporu alırsınız.
Bir "Cunta"yı mı yoksa bir "Terör örgütlenmesi"ni mi ifade ettiğini tam olarak anlayamadığımız "Ergenekon Olayı"nda püf noktası da, galiba bu iki kavramın değerlendirilme biçiminden kaynaklanıyor.
Karşıt siyasi görüşleri veya farklı çıkarları temsil eden sivil rakiplerin, birbirlerini "Darbeci" olarak suçlamaları fazla anlam taşımaz. Hatta bu ortamdan etkilenen Deniz Baykal "Ben Ergenekon'un avukatıyım" bile diyebilir.
Çünkü Baykal da bu olayın sivil siyaset alanındaki bir polemik ve karalama konusu olduğunu düşünmektedir.
Genelkurmay ne diyor?
Ama eğer Genelkurmay'ı veya Askeri Yargı'yı temsil eden bir kişi, "Ben Ergenekon'un avukatıyım" derse, iş değişir.
Bu Rasim Adasal'ın "Ben size deli dersem, deli raporu alırsınız" demesi gibi bir durumdur.
Çünkü darbeyi askerler yapar ve darbenin ne olup, ne olmadığını en iyi askerler bilir.
Şu andaki tabloya göre Ergenekon sanıkları için askeri kesimden böyle bir savunma veya destek söylemi gelmiş değildir.
Ayrıca tersi durumlar da söz konusudur.
Örneğin gazete haberlerine göre, "Darbe Günlükleri" nin Ergenekon iddianamesine girmemesine karşın, Genelkurmay Askeri Başsavcılığı Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Zekeriya Öz'den emekli orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon'la ilgili bilgi ve belgeleri istemiş.
Dava açılmış
Gelen belgeleri inceleyecek olan Askeri Savcılık, değerlendirmesinin ardından davaya müdahil olma veya söz konusu askeri personel hakkında soruşturma başlatma konusunda Genelkurmay Başkanlığı'na görüş bildirecekmiş.
Askeri savcılık bu kapsamda Ergenekon soruşturmasında tutuklanan emekli binbaşı Fikret Emek ile emekli astsubay Oktay Yıldırım hakkında dava da açmış. Emek hakkında "devletin gizli evraklarını ele geçirmek" ve "askeri malzemeyi gizlemek", Yıldırım için de "Askeri malzemeyi zimmetine geçirmek" suçlarından dava açılmış.
Bu noktada yine geçmiş örnekleri hatırlamakta yarar var.
23 Aralık 1957'de, İstanbul Ordu Temsil Bürosu Başkanlığı'nı yürüten Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a ve Başbakanı Adnan Menderes'e, bazı subayların (9 Subay Olayı) bir darbe yapmak için örgütlendiklerini ihbar etmişti.
Muhbir mahkûm oldu
Bu 9 subay tutuklandı ve askeri mahkemede yargılandılar. Bunların sekizi isnat edilen suçu reddediyor, asıl darbecinin Samet Kuşçu olduğunu söylüyordu. Dört ay devam eden sorgular sırasında sanıklar avukatları ve aileleriyle görüştürülmemişti. Ancak subaylar konuşmadı. İki yıl sonra 27 Mayıs Darbesi'ni yapacak olan "İhtilal Komitesi" büyük bir tehlike atlattı. 9 subayın 26 Mayıs 1958'de başlayıp altı ay süren mahkemesi sekiz subayın beraatı ile sonuçlanırken, ihbarı yapan Samet Kuşçu, "Orduyu isyana teşvik" suçundan iki yıl hapse mahkum olmuş, rütbeleri elinden alınmıştı.
Evet... "Cunta" nedir, "Terör örgütü" nedir, konularında deneyim sahibiyiz.
Adasal çok renkli, derin kültürlü bir kişiydi.
Konuşmacılardan biri Adasal'ı hedef alarak, onun görüşlerinin akıl ve mantık dışı olduğunu ileri sürdü. Dolaylı biçimde Adasal'a "Deli" dedi.
Bunun üzerine Rasim Adasal şu cevabı vermişti:
- Siz bir siyasal bilimcisiniz. Siz bana deli dediğiniz zaman bu sadece bir polemiğin yansıması olarak algılanır. Ama ben akıl hastalıkları uzmanıyım. Ben size deli dersem, gerçekten deli raporu alırsınız.
Bir "Cunta"yı mı yoksa bir "Terör örgütlenmesi"ni mi ifade ettiğini tam olarak anlayamadığımız "Ergenekon Olayı"nda püf noktası da, galiba bu iki kavramın değerlendirilme biçiminden kaynaklanıyor.
Karşıt siyasi görüşleri veya farklı çıkarları temsil eden sivil rakiplerin, birbirlerini "Darbeci" olarak suçlamaları fazla anlam taşımaz. Hatta bu ortamdan etkilenen Deniz Baykal "Ben Ergenekon'un avukatıyım" bile diyebilir.
Çünkü Baykal da bu olayın sivil siyaset alanındaki bir polemik ve karalama konusu olduğunu düşünmektedir.
Genelkurmay ne diyor?
Ama eğer Genelkurmay'ı veya Askeri Yargı'yı temsil eden bir kişi, "Ben Ergenekon'un avukatıyım" derse, iş değişir.
Bu Rasim Adasal'ın "Ben size deli dersem, deli raporu alırsınız" demesi gibi bir durumdur.
Çünkü darbeyi askerler yapar ve darbenin ne olup, ne olmadığını en iyi askerler bilir.
Şu andaki tabloya göre Ergenekon sanıkları için askeri kesimden böyle bir savunma veya destek söylemi gelmiş değildir.
Ayrıca tersi durumlar da söz konusudur.
Örneğin gazete haberlerine göre, "Darbe Günlükleri" nin Ergenekon iddianamesine girmemesine karşın, Genelkurmay Askeri Başsavcılığı Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Zekeriya Öz'den emekli orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon'la ilgili bilgi ve belgeleri istemiş.
Dava açılmış
Gelen belgeleri inceleyecek olan Askeri Savcılık, değerlendirmesinin ardından davaya müdahil olma veya söz konusu askeri personel hakkında soruşturma başlatma konusunda Genelkurmay Başkanlığı'na görüş bildirecekmiş.
Askeri savcılık bu kapsamda Ergenekon soruşturmasında tutuklanan emekli binbaşı Fikret Emek ile emekli astsubay Oktay Yıldırım hakkında dava da açmış. Emek hakkında "devletin gizli evraklarını ele geçirmek" ve "askeri malzemeyi gizlemek", Yıldırım için de "Askeri malzemeyi zimmetine geçirmek" suçlarından dava açılmış.
Bu noktada yine geçmiş örnekleri hatırlamakta yarar var.
23 Aralık 1957'de, İstanbul Ordu Temsil Bürosu Başkanlığı'nı yürüten Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a ve Başbakanı Adnan Menderes'e, bazı subayların (9 Subay Olayı) bir darbe yapmak için örgütlendiklerini ihbar etmişti.
Muhbir mahkûm oldu
Bu 9 subay tutuklandı ve askeri mahkemede yargılandılar. Bunların sekizi isnat edilen suçu reddediyor, asıl darbecinin Samet Kuşçu olduğunu söylüyordu. Dört ay devam eden sorgular sırasında sanıklar avukatları ve aileleriyle görüştürülmemişti. Ancak subaylar konuşmadı. İki yıl sonra 27 Mayıs Darbesi'ni yapacak olan "İhtilal Komitesi" büyük bir tehlike atlattı. 9 subayın 26 Mayıs 1958'de başlayıp altı ay süren mahkemesi sekiz subayın beraatı ile sonuçlanırken, ihbarı yapan Samet Kuşçu, "Orduyu isyana teşvik" suçundan iki yıl hapse mahkum olmuş, rütbeleri elinden alınmıştı.
Evet... "Cunta" nedir, "Terör örgütü" nedir, konularında deneyim sahibiyiz.