xxx23
Entelektüeller ve Başbakan
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın daveti üzerine Gaziantep’teki Zeugma Mozaik Müzesi’nin açılışında bulunmak için erkenden kalktım...
Ve maalesef güne Etiler’de patlayan bomba olayı ile başladım... Ölüm olmamasına sevinirken, Gaziantep’e vardığımda işe yetişmek için koşuşturan günahsız insanlarımızın bacaklarının kopup, saçlarının tutuştuğunu öğrendim, içim tıkandı... Lanet okudum...
Bu kanlı, vahşi ve kör terörün kentleri cehenneme döndürecek kara bir tehdit olmamasını diledim... Sorun çözemeyen Ankara’ya bir kez daha öfkeli bir şekilde söylendim...
Türkiye’nin “sorun çözememe” beceriksizliği üzerine zihinsel egzersiz yaparken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gün gazetecilerin uçakta “Kürt sorununun çözümünde gelinen noktada aydın kesimin eleştirileri var” tespitlerine verdiği cevap ve “entelektüellerle” ilgili sözlerinden bir dostumun uyarısı sayesinde haberdar oldum... Başbakan’ın söylediklerini merak edip, arayıp buldum...
***
Okumaya başladım:
“Entelektüel desteğe ihtiyacımız yok. Benim halkımın desteğine ihtiyacım var. Birinci derecede halkın dilidir bizim için önemli olan. Entelektüel kesimin değer yargısıyla bizim yargılarımız örtüşmüyor. Örtüşemez de...”
Okumayı kestim... “Entelektüel desteğe ihtiyacımız yok” cümlesindeki “entelektüel” kelimesinin lügattaki karşılığına baktım... Şöyle yazıyordu: “Entelektüel kelimesinin kökeni Latince intellectus, anlamak sözcüğüne dayanır ve günümüzde genellikle şu anlamlardan birinde kullanılır: Kapsamlı bilgi ve birikim gerektiren soyut konularla derinlemesine ilgilenen kişi. Mesleği, mal ve hizmet üreten diğer meslek gruplarından farklı olarak, fikir ve bilgi üretmek ve/veya yaymak olan kişi (akademisyenler, bilim insanları vb).
Kültür ve sanat konularında uzman kabul edilen, bu konulardaki bilgisi, birikimi kültürel bir otorite olmasına olanak sağlayan ve toplum karşısında çeşitli konularda değerlendirmeler yapan kişi.”
“Geçmişte tahsilli, bilgili kişiye münevver denilirdi. Daha sonraları aydın sözcüğü ‘kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli kimse’ anlamında kullanılmaya başlandı. Entelektüelin ise düşünüre yakın bir anlamı vardır.” Başbakan “analitik düşünme yetisine” , “kapsamlı bilgiye”, “soyut konularla derinlemesine ilgilenmeye, kültür ve sanat konularında uzmanlığa” ihtiyacı olmadığını ilan ediyordu... Bir Başbakan’ın “düşünür”lere ihtiyacının olmadığını ifşa etmesi bence manşetlik bir haberdi...
***
Peki, Başbakan’ın neyin desteğine ihtiyacı vardı? “Benim halkımın desteğine ihtiyacım var” diyordu...
Başbakan’ın “halk desteği”, “halkın dili” derken ne söylemek istediği anlaşılmıyor ama okumuş yazmışlara açık bir öfke hissediliyordu... Bir de “entelektüelin” halkın bir parçası olduğunu, parçası olduğu halkı bazen zorlayarak, bazen kızdırarak da olsa ileriye doğru çektiğini de düşünmediği açıktı.
Amacı oy almak olan siyasilerin, “analitik düşünme yeteneğine sahip, fikir ve bilgi üretenlere” hasım durmasında bir siyasetçi tutarlılığı olabilir diye düşündüm...
Okumuş yazmışlara kızmak bizde eski bir siyasi gelenektir... Başbakan’ın cümlesi de bunu teyit eder cinsten zaten:
“Entelektüel kesimin değer yargısıyla bizim yargılarımız örtüşmüyor. Örtüşemez de...”
Başbakan’ın cevabının devamında ise “entelektüel” tanımının gerçek anlamından ziyade siyasete verilen “destek” ile özdeşleştirdiğini gördüm... “Onlarla bazı şeyleri paylaşmak istememize rağmen bize gerekli desteği vermemekte direniyorlar. Allah aşkına seçim sürecine girdiğimiz bir iki aylık dönemde PKK terör örgütünün yandaşı durumunda olan BDP’ye verdikleri destek hangi seviyede? Cayır cayır alıyorlar bu adamları konuşturuyorlar.” Siyasetin “benmerkezciliği” bir kez daha beni korkuttu... Çünkü entelektüelin yararlı vasıfları siyasetçinin umuru değil... Kendi abartılı egosu ile dolu olan ve entelektüelin dostluğunu değil, kendine biat etmesini esas alan Türk siyasetçisine “entelektüelliği” anlatmanın imkânsıza yakın zor olduğunu biliyorum... Ama gene de şu öğüdü verebiliriz:
Entelektüelin siyasi desteğine değil, ne söylediğine bakmak gerekir...
***
Düşünceyi bu kadar horlamaya yatkın bir ortamda umarın dün sabahki acılar katlanarak büyüyüp, bizi iyice kanlı karanlıklara sürüklemez...