Neslihan SU
ENGİZİSYON VE MENDEL BEZELYELERİ
Avrupa Birliği Misyonu’nu anlamak için, genleri ile tarihin her dönemine taşıdıkları Engizisyon Ruhuna bakmakta fayda var.
Çıkış noktası sanayi devrimi sonrası olan yeni çıkar sınıfları, Hristiyanlığın otoritesine alternatif bir yapı geliştirme politikaları neticesinde -sözde- pozitif bilim ve sanat alanlarına yatırım yapmış olsa da, çoğu bilim adamlarının kiliseden yetişmiş olması dikkat çekicidir.
Geçmişte kendini, Haçlı savaşları, sömürgecilik, I. ve II. Dünya savaşı ile de gösteren, Beyaz Irkın Üstünlüğü ve Zayıf Olanın Yok Olması Felsefesi ile Avrupalının günümüz evrensel vizyonunu şekillendirdiği Avrupa Birliği adlı bu hegemonya; Mendel’in Bezelyeler Teorisini ispatlar nitelikte bir ironiden başka bir şey değildir.
Bahsi geçen Mendel teorisinin Yeni Avrupa’da nasıl zuhur bulduğunu inceleyelim isterseniz kendi formülleri doğrultusunda:
I. Kuşak, Kilise zihniyetinin temsilcisi Asil Avrupa’ya Saf döl diyelim, Sanayi sonrası yeni bir sınıf olarak karşımıza çıkan sosyal statü, maddi gücü veya eğitiminden dolayı alt tabaka kabul edilmeyen sınıfa da Burjuva döl diyelim. Bu iki farklı gurubun genotip ve fenotipine baktığımızda ikinci kuşağın melez, sonraki kuşağın yine baskın %75 döl olan Asil Avrupa ırkına dönüştüğünü söyleyebiliriz bu teori doğrultusunda.
Yaradılıştan bu yana kazanılan kültür birikimi adını verdikleri, hatta jeoloji ve biyoloji gibi birçok pozitif bilimin temeli kabul ettikleri Evrim ideolojileri de muhtemelen bu nedenledir ki, üstün Beyaz Irk Kültürünü referans alır ve diğer tüm kültürleri bu bağlamda kategoriler.
Sözüm ona, din ve ahlak anlayışlarından uzak oluşturdukları (seküler) pozitif ve özgürlükçü düşünce yapıları; uygulamaya baktığımızda _kendi tabirleri ile baskın genetik yapılarından dolayı_ Haçlı Zihniyetlerinin bir yansıması olduğu aşikârdır.
Bu bağlamda, dünya üzerinde sırf kendi çıkarlarının üstünlüğü maksadıyla destekleri terör de Engizisyon Ruhunu açıkça ortaya koymaktadır.
Darwinizmin temeli “güçlü olanın hayatta kalması ve türünü devam ettirerek geliştirmesi” kuramı, 19. Yüzyıldan günümüze savaşı, bilimin desteğini alarak meşrulaştırmış ve II. Dünya savaşından sonra Avrupa siyaseti; savaşma savaştır politikasıyla, savaş sanayisini mazlum coğrafyaların acımasızca yok olması yolunda cömertçe harcamıştır ve harcamaktadır.
Bu acımasız misyonu en zalim bir biçimde gerçekleştirenlerden biri olan Hitler “Kavgam” isimli kitabında şöyle anlatıyor düşünlerini;
“Doğa, güçlüler ile zayıflar arasında bir savaş, güçlülerin zayıflar üzerindeki mutlak galibiyetidir. Eğer böyle olmasaydı, doğada sürekli bir bozulma olurdu... Yaşayan savaşmak zorundadır. Sürekli savaşın bir yaşam kanunu olduğu bu dünyada, savaşmak istemeyen yaşam hakkına sahip değildir. Başka türlü düşünmek doğayı küçümsemektir. Izdırap, mutsuzluk ve hastalıklar, bu insanın alacağı karşılıklardır.”
Moleküler Biolok Prof. Dr. Jerry Bergman ve Darwinizmin düşüncesinin hayat bulduğu ve günümüzde hala zalimliklerini sürdüren Nazizm’i şöyle açıklıyor:
"Darwinci fikirlerin Alman düşünce sistemi ve uygulaması üzerinde çok büyük bir etkiye sahip olduğuna dair deliller çok açıktır...Aslında Darwinci fikirlerin II. Dünya Savaşı'nın çıkması, 40 milyon insanın ölümü ve yaklaşık olarak 6 trilyon doların kaybedilmesinde çok büyük bir etkisi vardı. Evrimin gerçek olduğuna kesin olarak inanan Hitler kendisini insanoğlunun günümüzdeki kurtarıcısı olarak görmüştü... Daha üstün bir ırk üretmek suretiyle, dünya Hitler'e, insanlığı evrimin daha üst bir seviyesine çıkarmış olan adam olarak bakacaktı."
Kültür, öz değerler ve inançlarına en çok sahip çıkanlar; Evrim üzerine oluşturulan bu yeni akım tarafından, değişime ayak uyduramadıkları gerekçesiyle dışlanıp ve yok edilmek istenir. Mesela, Neitzche’ye göre ahlak, zayıfları destekleyen ve güçlünün ilerlemesine köstek olan bir engeldir.
İşte %75 bu genlere sahip üstün bu asil ırk düşüncesi, günümüzde yaşanan kaosu anlamamıza yardımcı olabilecek önemli bir teoridir.
Köleliğin kaldırılmasını 1834’lere kadar başaramayan Avrupa’nın, çok da inandırıcı olmayan “Özgürlük” isimli yeni misyonları ise, her geçen gün kan kaybeden kaynaklarını arttırabilme çabalarıyla; acımasızca barışa değil, _kendilerinden olmayan_ ideaların deformasyonuna hizmet vermektedir.
Tüm bunlar düşünüldüğünde, Avrupa Birliğinin şu son, “Türkiye ile ilişkileri dondurma kararı”nı yaklaşık %75 oyla kabul eden güruhun, İnanç ve kültürel değerlerine sıkı sıkıya sahip ve mazlumun yanında olmaya devam eden Türkiye hakkındaki peşin hükümlerine şaşırmamak gerekir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.