Nurhan Bahçe GENÇ
EN ASİL EYLEM; OKUMAK
İlkokul üçüncü sınıfa giderken babamın şehir merkezine sırf benim için gidip, aldığı yirmibeş adet çocuk kitabını hiç unutmadım. O dönemde oturduğumuz ilçeden merkeze çok az araba giderdi ve merkeze ancak ya hasta olunca gidilir veya da resmi bir iş için gidilebilirdi. Bir babanın hassaten bir kız çocuğu için bunu yapması anlaşılabilir bile değildi. Erkek çocuklarının dahi okula gönderilmediği bir dönemdi çünkü. Kızlar için neredeyse okumanın yolları kapalıydı. Fakat ilkokul üçüncü sınıfta çok merakla okuduğum bu kitaplar hayalen öyle güzel ve zengin bir dünya oluşturdu ki belki bütün hayatımın gidişatını değiştirdi. Bugün hala deli gibi kitap okumanın ömrümde bir ihiyaç haline gelmesinin zeminini oluşturur.
Bu kitaplar içinde bir tanesi vardı ki hala öğrencilerime her sene anlatırım. Mustafa Yazgan’ın Bağdat Kervanı isimli kitabıydı. Bir diğeri de Seyyid Kutub’un Kur’an’da adı geçen peygamberlerin, çocuklar için hazırlanmış hikaye serisiydi. Şimdi isimlerini hatırlamadığım ona yakın daha kitap. Onları çok kısa zamanda zevkle okuyup bitirdiğimi ve hala o kitapların bir kısmını bugün okumuş gibi hatırladığımı düşününce, çocuk yaşta okumanın ne kadar kalıcı olduğuna bir kez daha inanıyorum.
Bugün gelinen aşamada yirmi yaşına kadar, bin kitap okuyan çocuğun; hem sosyal hem okul ve ilerleyen hayatında, yaşıtlarndan daha başarılı olduğunu söylüyor araştırmacılar. Bulunduğum her ortamda bunun farkını çok iyi görmüş biri olarak buna bütün kalbimle de inanıyor ve savunuyorum bu fikri.
Okuma aşkını babam bana çok iyi aşılamıştı, çünkü kendisi de çok iyi bir okuyucuydu. Babamı her daim ya gazete ya kitap ya da Kur’an okurken hatırlarım. Bize de türlü çeşitli metodlarla mutlaka sesli okutur, dinler konunun içine çeker, münazarasını da yaptırırdı, biz daha ilkokuldayken. İmam olan babam dünyanın en iyi babası olarak sekiz çocuğunun hafızasında kalmaya devam edecek.
Babaların çocukları üzerindeki etki ve güçleri tartışılmaz. Büyük bir güç kaynağı olarak, sırtını yaslayacağı ve “Güzel ahlaktan“ daha güzel mirası olmayan babalar özellikle kız çocuklarında da sanılanın aksine son derece önemli izler bırakır. Hatta kızlar biraz da babalarının kızlarıdır. Efendimizin, kendisinin bulunduğu yere Hz. Fatıma girdiğinde ayağa kalkıp hürmet ettiğini, kız çocuklarına dair bir çok güzel sözünün olduğunu ve onları farklı sevdiğini görüyoruz.
Yalnızca babaların değil annelerin ve sosyal çevrenin çocuk üzerindeki etkileri bugün de sosyoloji ve psikolojinin en temel konularından olması tartışılmaz bile. “Çocuklar anne ve babalarının ayak izlerini takip eder” der bir düşünür. Yine büyük alimlerden birine çocuklarımızı nasıl eğitelim sorusuna verdiği cevap “Kendinizi eğitin” olmuştur.
Şikayetlerin ayyuka çıktığı, hadsizliğin moda haline geldiği, en çok da yeni nesilden feveran ettiğimiz şu asırda bize düşen nedir?
Yangın sarıyor her yeri, yürekler çöle dönmüş. Bizi hangi el kurtaracak?
Okumak, okumak, okumak.
İnsanın en asil işi okumak; hem satırı, hem satır arasını, hem de sadrı okumak. Hem insanı, hem tabiatı, hem ayeti, hem kitabı okumak. Klişe olsa da “Bütün kitaplar bir kitabı anlamak için okunur” üzerinde çok düşünülesi bir cümle.
Descartes’in bir sözü bizi çağlar öncesine götürüyor; “İyi kitaplar okumak, geçmiş yüzyılların en iyi insanları ile sohbet etmek gibidir.”
Gah Adem babamızla konuşur, gah Nuh’un gemisine bineriz. Asırlardan asır atlar Efendimiz’le söyleşir, sonrasında Fatih’le çağ atlarız. Alim ulema ile buluşur münazaramıza bir İbn-i Rüşd’ü bir Kant’ ı katarız. Bazı zaman Muhammed İkbal, “Hayatın yumuşak ve tehlikesiz olduğu sahilde kurulup oturma. Denize dal, dalgalarla pençeleş, ebedi hayat mücedeledir” diyerek kıyama çağırır bizi.
En yüce okumaya ram olur dilimiz, Rabbimizle söyleşiriz; yüce kitabımızın sayfalarına dokununca gözlerimiz ve yüreğimiz.
Anlarız ki insanız ve anlarız ki aciziz. Aşkın bir varlığın kölesi olmak, hürriyetimizi iade eder bize. Boynumuzu sadece secdede eğeriz. “Okumadığın gün karanlıktasın” diyen Pakdil’le, “Okumadan geçen gün yitirilmiş gündür” diyen Sartre, “Okumak özgürlüğe uçmaktır” diyen İzzetbegoviç aynı aşkla iletişim halindedirler. “Okuyun çünkü; mürekkebin akmadığı yerde kan akar” diyen Şeriati, toptan cehalete ve karanlığa savaş açar. Nahif bir cümle de bizi; “Okumak aklı kibarlaştırır” diye nezakete çağırır.
Hiç çaba harcamadan, ekranlardan önümüze düşen kelimelerin ruhları ruhumuza değmiyor. Kelimeler ete kemiğe bürünmüyor. Çoğu zaman jeste, mimiğe, sesin rengine ve tonuna aksetmiyor. Çürüyen ve konfora kurban edilen cümleleri bir kitabın sayfasından, bir hikmetli ağızdan duymuyoruz. Sadece okumuyor değiliz, dinlemiyoruz da. Halbuki “İnsan kulağından zehirlenir”, “Aklının terazisi de dilindedir”.
Neden okumuyor, neden dinlemiyoruz?
Vaktimiz yok!
Düşünmeye, yoksunluklarımızı farketmeye zaman ayıramıyoruz. Çünkü dünyalık her şey, hırs ve kanaatsiz bir sistemin gönüllü kurbanlarıyız.
Yorgunuz!
Mental ve bedenen, yarıştığımız acımasız dünya elimizdekilerin hemen bir üstünü, bir farklısını önümüze sürüveriyor. Bütün bir cennet kendisine verildiği halde “Şu ağaca yaklaşmayın” emrine, ebedilik arzusuyla yenilen insan, cennetini kaybedince pişman olup ağlayıp yansa, tövbe etse de artık dünyalı ve imtihana muhataptır.
Kaybediyoruz!
Okumadığımız, dinlemediğimiz, akletmediğimiz, kendimizi ölüme uzak sandığımız için yanılıyoruz. Yirmidört saatte yirmidört defa imtihan edilen bizler farkındalık oluşturamadığımızın acısını iliklerimize kadar hissediyoruz.
Anne, baba, eş, dost artık Kur’an’ı Kerim’de en çok bahsedilen konunun öğüt almak olduğunu ancak yüce kitabını anlamak maksadıyla okumaya ve başını kumlardan çıkarmaya başladığında görecektir.
Haydi okumaya niyet edelim ve yüce Yaratıcının kitabından başlayarak, evlerimizden yükselecek bu sadanın yankısına kulak vererek... Hep birlikte okuyalım, çoluk çocuk, eş dost.
Haydi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.