Recep KOÇAK
Ebul Hasan Harakânî ve Tasarrufu
Yirmi beş yıl kadar önce bir ikindi öncesi idi. Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi bir davete icabetle Ankara’nın Küçükesat semtinde bir camiye gitti. Birkaç talebesi de onu takip etti.
Bir düğün merasimi vardı.
İkindi namazının ardından Hocaefendi veciz bir konuşma yaptı.
Camide evlenecek gençlerin yakınları ve bir grup davetli vardı. Tüm cemaat anlatılan kıssadan derin hisseler çıkardılar.
Kıssa şöyle idi:
Kars civarında yaşayan mübarek bir zatı öğrencileri ziyarete gitmişler.
Kapıyı çaldıklarında içeriden bir hanım cevap vermiş onlara.
Öğrenciler, “Hocamızı ziyarete geldik, müsait midir?” diye sormuşlar.
Hanım sevimsiz bir ses tonuyla, “Ormana odun getirmeye gitti. Ne buluyorsunuz ondan, bilmiyorum ki?” diye karşılık vermiş.
Öğrenciler evden uzaklaşırken, Hocaefendinin uzaktan eve doğru gelmekte olduğunu görmüşler.
Koşup elini öpmüşler. Birlikte eve girip sohbet dinlemişler, dua almışlar.
Aylar sonra aynı öğrenciler hocalarını tekrar ziyarete geldiklerinde onu yine evde bulamamışlar.
Fakat bu kez kapının arkasından onlara seslenen ses pek müşfik pek naif imiş.
Hanımefendi, “Çocuklar hocanız ormana odun getirmeye gitti, biraz sonra gelir. Ben kapıyı açıyorum. Girip sağdaki odaya oturun. Ben yiyecek bir şeyler uzatırım” demiş.
Öğrenciler içeri girip oturmuşlar. Çok sürmemiş hocaefendi de gelmiş.
Elini öpmüşler. Sohbete kulak vermişler, dua almışlar. Ama bir şey kafalarını meşgul ediyormuş.
İçlerinden birisi cesaretini toplayıp, “Efendim önceki gelişimizde sanki başka birisi karşıladı bizi. Sesi de muamelesi de farklı idi. Bir değişiklik olmuş anlaşılan?” demiş.
“Evet” demiş hocaefendi. “Bahsettiğiniz hanımım rahmetli oldu. Üslubu sertti onun. Sertliklerine sabrederek yumağımı sarıyordum. Yeni eşim pek akıllı maşallah, hep kendi yumağını sarıyor!”
Merhum M. Es’ad Coşan Hocaefendi bu kıssanın ardından, gelinin de damadın da gözünü dört açıp yumaklarını sarmalarını, hayırları, iyilikleri, sevapları çoğaltmak için akıllı hareket etmelerini mütebessim bir çehre ile anlatmıştı.
O günden sonra ne zaman bir düğün konuşması yapmam gerekse, hep bu hikâyeyi katarım anlatacaklarım arasına.
Bu hikâyenin farklı versiyonları da biliniyor. Onlar da çok hoş.
Mesela onlardan birisi şöyle:
Öğrenciler ilk ziyarete gittiklerinde tatsız ve soğuk bir muamele ile karşılaşınca moralleri bozulmuş olarak evden uzaklaşmaya başlamışlar.
Bir de bakmışlar ki, hocaefendi geliyor. Ormanlar kralı aslana odun yüklemiş, bir eline yılan almış, sopa olarak kullanıyormuş.
Koşup karşılamışlar hocalarını.
Öğrencilerin hayret ve şaşkınlık içerisinde olup biteni anlamaya çalıştığını gören mübarek hocaefendi, “Evlatlarım, evdeki dişi aslana sabrediyorum, Allah dışarıdaki aslanı bana hizmet ettiriyor” demiş.
Üçüncü rivayet ise şöyle:
Binlerce kilometre uzaktan, Orta Asya tarafından ilim aşığı mübarek bir zat yollara düşüp Kars’a gelmiş.
Methini işittiği ve ilminden irfanından faydalanmak istediği mübarek Ebul Hasan Harakânî Hazretlerini ziyaret etmek istiyormuş.
Kapıyı çalmış. Kapıyı açan Harakânî’nin eşi nazik olmayan bir üslupla davranmış misafire. “Ormana gitti. İnsanlar ne buluyor o bunakta, anlamıyorum” demiş.
Misafir zât çok üzülmüş bu hale, “Hanımefendi” demiş, “Sizin şu haliniz, tavrınız hayreti mucip bir durum. Siz çok büyük bir hazinenin yanı başındasınız ama farkında değilsiniz, kıymetini bilmiyorsunuz. Bakın ben bunca yolu ondan istifade etmek için kat ettim. Bunca zahmete onu birkaç saatliğine görmek, dinlemek için katlandım” demiş.
Hocaefendi’nin hanımı bu hatırlatmalardan etkilenmiş, pişmanlık duymuş, toparlanmış.
Az sonra da misafir zat Hocaefendi’nin ormandan gelmekte olduğunu görmüş. Koşup yanına gitmiş. Kendini tanıtmış.
Hocaefendinin aslanlara odun yükleyip taşıdığına dair bilgi misafir zata kadar ulaşmışmış.
Fakat o da ne?
Ortada aslan olmadığı gibi, yük de Hocaefendi’nin sırtındaymış.
Misafir bu garip durumun anlamını sormadan Hocaefendi duruma açıklık getirmiş: “Siz evdekini ikna ettiniz, dağdaki yükü atıp kaçtı. Odunu taşımak da bize düştü!”
…
Üç yıl kadar önce gönüllü toplantısı için Kars’a gitmiştim. Evliya Camii’ne gittik. Camiye adını veren Evliya’nın türbesi de caminin bitişiğinde idi.
Evliya, Ebul Hasan Harakânî Hazretlerinden başkası değildi.
Mihmandarımız, Ebul Hasan Harakani Hazretleri Derneği Başkanı Evliya Camii İmamı Yavuz Uzgur Hoca, üzerinde çalıştıkları külliye projesi ve Ebul Hasan Harakânî Hazretleri hakkında çok kıymetli bilgiler verdi.
Ebul Hasan Harakani Hazretleri hayatta iken pek çok kerameti görülmüş, âlim, fazıl, mutasavvıf ve yiğit bir insanmış. Şehit olarak ayrılmış aramızdan. Kaynaklara, O’nun hayatta iken himmet ve tasarrufunun ne kadar güçlü olduğuna dair pek çok şahitler bulunduğu gibi, vefatından sonra da tasarrufunun devam ettiğine dair kayıtlar düşülmüş.
Türbeden çıktığımızda yağmur çiseliyordu.
Yerden nur fışkırıyor, gökten rahmet yağıyor. İçim içime sığmıyordu. Ayaklarım yerden kesilmişken Yavuz Hoca’ya 1991yılı sonbaharında Semerkant ve Buhara taraflarına merhum M. Es’ad Coşan Hocaefendi’nin de içinde bulunduğu bir grupla ziyarete gittiğimizden bahsettim.
Yavuz Uzgur Hoca Kars seyahatimize tatlı bir noktalı virgül koydu;
“Merhum Mehmed Zahid Kotku R. Aleyh Hocaefendi, ‘her insan ömründe bir defa bile olsa Ebul Hasan Harakânî Hazretleri’nin kabrini ziyaret etmeli, o da ona yeter’, dermiş!”
…
Dün gece geç saatte Ülke TV’de yayınlanan ve Sadık Yalsızuçanlar'ın hazırlayıp sunduğu Açık Deniz programının konuğu Yavuz Uzgur Hoca idi. Programın baş tarafını kaçırdığım için Pazar sabahı saat 10’da başlayan tekrarını izledim. Programda paylaşılan çok faydalı bilgilerle yüreğimiz inşirah buldu. Ben de bu vesile ile yukardaki yazımı Habername ailesinin huzuruna çıkarmaya karar verdim.
Yukardaki yazı, ilk yayınlandığı www.analitikbakis.com adresinden alıntılanarak www.gucduvani.com sitesinde yayınlanmış. Oradaki yazımın altına güzel bir ekleme ile çok yararlı bir paylaşımda bulunulmuş. Paylaşımı yapan “Zişan” kod adlı kardeşimize teşekkür ediyorum. Ben de, istifade edileceğini umarak habername ailesi ile paylaşıyorum.
Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretleri vefâtları yaklaştığında; "Kabrimi derin kazın. Yatacağım yer, hocam Bâyezîd hazretlerinin mezarından aşağıda bulunsun." diye vasiyet etti. Bu vasiyetini yaptığı gece Harkan'da vefât etti. Toprağa verildiği günün akşamı, çok kar yağdı. Ertesi gün baş ucuna, büyük ve beyaz bir taşın dikildiğini gördüler. Mezarın çevresinde, sâdece bir arslanın ayak izleri vardı.
Kim kabrinin üzerine elini sürerek, Cenâb-ı Hak'tan maksadının hâsıl olmasını istese, Allahü teâlânın izniyle duâsının kabûl edildiği ve hâlis kalple yapılan duâların da kabûl olduğu çok görülmüştür.
Bir rivâyete göre Ebü'l-Hasan Harkânî, Kars'ın fethine katılmış ve kale önlerinde şehit düşmüştür. Kars'ta, Hasan Harkânî'nin kabrinin bulunmasıyla ilgili çeşitli rivâyetler vardır. Evliyâ Çelebi, Seyahatnâme'sinde bir rivâyeti şöyle nakletmektedir:
Kars kalesi Osmanlılar tarafından Üçüncü Murâd Han devrinde tekrar geri alınınca, kale tâmirâtı Lala Mustafa Paşaya verilmişti. Tâmirâtın yapıldığı sırada askerlerden Hâfız Osman isimli hal sâhibi biri rüyâsında Hasan-ı Harkânî'yi gördü. Ona;
"Oğlum Hâfız Osman! Uzun müddetten beri toprak altında yatmaktayım. Paşana söyle, kabrimi ayan edip açığa çıkarsın, okunacak Fâtihalardan nasîbdâr olayım." dedi. Ertesi gece Hâfız Osman aynı rüyâyı tekrar gördü. Fakat cesâret edip Paşaya söyleyemedi. Üçüncü gece de aynı rüyâyı gördü. Ebü'l-Hasan Harkânî, mütebessim çehresiyle bu defâ şöyle dedi:
"Yavrum Hâfız Osman! Gördüğün rüyâlar sâdık rüyâlardır. Yalnız makâmımın nerede olduğunu, evvelki rüyâlarında söylemediğim için, seni tereddütte bıraktım. Bunun için de paşaya söylemeye cesâret edemedin. Şimdi dikkatlice dinle târif ediyorum. Yarın hemen Paşaya çık ve söyle. Kars Kale içi mahallesinde Kağızman Kapısı'na girdiğinde yirmi iki adım gün batı tarafına gidersin, son adımın altında benim tabutum bulunur. Üzerimdeki kül ve toprak yığınlarını temizledikten sonra, hâlis topraktan üç arşın eşin. Sandukam meydana çıkar. Tekrar Kars Kalesine doğru on sekiz adım götürür oradan da üç arşın derinliğinde hâlis topraktan kabrimi eşer oraya defnedersiniz. Baş ucuma bir de câmi inşâ edersiniz."
Hâfız Osman gördüğü bu sâdık rüyâyı ertesi gün Paşaya büyük bir heyecanla anlattı. Paşa bu askerini kucakladıktan sonra;
"Yâ evlâdım! Sen de mi bu rüyâyı gördün? Evet oğlum, bir pîrî fânî, bana da bu husûsu defâlarca rüyâda buyurdularsa da senin tafsilâtlı rüyân gibi olmadığından büyük tereddüt ve endişe içindeydim. Bihamdillah bu telaşlı endişeden beni kurtardın." dedi.
Ertesi gün Lala Mustafa Paşa bir tamim yayınladı. Bütün halk ve askerî erkân, tekbir sesleriyle rüyâda târif edilen yere geldi. Kazma işi tamamlanıp tabut çıkınca, Mustafa Paşa ulemânın müsâdesiyle açtı. Tabuttan hoş bir koku yayıldı. Arkasındaki yaş hırka bile henüz çürümemişti ve savaş sırasında yaralanan sağ bacağı ile sol pazusuna bağlanan mendillerden, hâlâ kan damlamaktaydı. Durum sultana bildirilince, Üçüncü Murâd hemen bir türbeyle yanına câmi yaptırılmasını emretti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.