Lütfi AYHAN
Düşmanın Taşı Değil Dostun Gülü Yaralar
Cumhurbaşkanımız Erdoğan ile eski Cumhurbaşkanımız Gül’ün arasında oluşan gerginlik, ayrılık Türkiye gündemine oturdu. Erdoğan muhalifleri pek sevindi bu işe. Erdoğan’ı sevenler, Ak Parti’ye gönül verenler ise çok üzüldü. Bu ayrılığı bu çekişmeyi çok anormal bulanlar oldu. Gül için, “Sayın Gül daha ne ister? Başbakan oldu, Cumhurbaşkanı oldu. Daha yukarısı yok ki!" Diyenler kapladı ortalığı. Sayın Erdoğan içinse “ bu kadar sert olunmaz ki aleyhine söylenen en küçük söze tahammül edemiyor…” hükümleri dolaştı ağızdan ağıza.
Bu düşünceleri taşıyanlar ne kadar haklıysa Sayın Erdoğan ve Sayın Gül’ de o kadar haklılar. Kendimize ve etrafımıza bir bakalım. Basit bir müdürlük için, birkaç kuruşluk miras için, bir şirketteki azıcık hisselerimiz için neler yapmıyoruz ki? Derneklerde, vakıflarda, cemaatlerde, odalarda bazen seçimlerde, bazen görev değişimi sırasında yaşananları her gün görmekteyiz. Bu küçücük paralar, bu basit makamlar, mevkiler için hır gür çıkaran, kavga yapan insanlar, Türkiye’nin en büyük makamı için yapılan mücadeleyi anormal görmeleri anlaşılmaz bir düşüncedir.
SAYIN ERDOĞAN VE SAYIN GÜL TARİH YAZDILAR
Sn. Abdullah Gül ile Sn Recep Tayyip Erdoğan’ın kardeşlikleri, dostlukları tarihte görülen en uzun siyasi kardeşliklerden, en uzun soluklu dostluklardan biridir. Padişahlar, halifeler, krallar, cumhur reisleri, başbakanlar, hatta parti başkanları... Arkadaşları ile, kardeşleri ile mutlaka görüş ayrılıkları yaşamışlar, mutlaka birbirleri ile mücadele etmişlerdir. Bunun istisnası çok azdır. Çünkü siyaset birazda kavgadır, siyaset birazda mücadeledir, hatta savaştır.
Bizim tarihimizde Orhan Gazi ve kardeşi Alaedddin, Büyük Selçukluların kurucusu Tuğrul ve Çağrı beyler bu istisnalardandır. Hem Osmanlı, hem Selçuklu, hem Cumhuriyet dönemlerinde aynı sülaleden, aynı partiden olmalarına rağmen birçok liderin arasını siyaset açmıştır. Bir davaya, bir siyasi mücadeleye birlikte başlayan arkadaşlar, daha sonra kanlı bıçaklı olmuşlardır. Bu konuda hemen akla gelenler, fetret döneminde Yıldırımın Oğulları arasındaki kavgalar, Sofu Bayezid –Cem Sultan mücadelesi, Baba Bayezid ile oğul Yavuz Sultan Selim, Kanuni ile oğlu Mustafa ayrılıklarıdır. Daha yakın tarihte ise M.Kemal - İsmet Paşa, Atatürk - Kazım Karabekir, İsmet Paşa- Ecevit, Demirel- Özal, Demirel - Çiller, Özal - Yılmaz, Erbakan - Erdoğan, Erbakan- Numan Kurtulmuştur.
Sn Abdullah Gül ile Sn Recep Tayyip Erdoğan’ın kardeşlikleri, tarihte eşine az rastlanan bir kardeşliktir. Birbirlerine başbakanlığı, cumhurbaşkanlığını ikram ettiler. Böyle yaparak milletin gönlünde büyük bir taht kurmakla kalmayıp tarihin solmaz, eskimez sayfalarına mühürlerini vurdular. Daha ne olsun. Unutulmasın ki Sn Erdoğan’la Sn Gül, birbirlerine bu büyük ikramları yaparken, Kılıçdaroğlu kaset kumpasından sonra Baykal ile görüşüp “aday olmayacağım” demiş, lakin saatler sonra “Adayım” diyerek CHP ye başkan olmuştur. Erdoğan’la Gül, büyük bir dayanışma içinde, azim bir gayret sergileyerek ülkenin kurtuluşu için çaba sarf ederlerken, Erbakan, partinin başına getirdiği Numan Kurtulmuşu indirmek için neler yapmıştı neler? MHP deki Bahçeli - Tuğrul Türkeş, Bahçeli - Akşener ayrılıklarını halen yaşamaktayız. Bu misallere baktığımız zaman Sn Gül ile Sn Erdoğan birlikteliğinin ayrışmaya dönüşmesini normal karşılamak gerekir. Bu durum çok rutin, çok beklenen bir hadisedir. Çünkü dünyanın kanunu budur, siyasetin kaderi böyledir. Hepimiz Âdem’in torunuyuz. Büyük annemiz Havva, Abilerimiz Habil ve Kabildir.
Üç kuruşluk şirket için yapılan kavgaları, beş paralık miras için kıyılan canları gören bizler, Sn Erdoğanla Sn Gül'ün ayrılığını çok normal görmemiz gerekir. Şu farkla ki yükseklerde olan kavgaların gürültüsü daha çok olur, tozu dumanı daha fazla görünür. Bu da kâinat kanunlarından biridir.
Aslında bu film böyle bitmeseydi ne güzel olurdu. Bu uzun şiirin son mısraları böyle yazılmasaydı hafızalara kazınırdı.Sayın Gül vazifesini hakkıyla yapmış insanların gönül rahatlığı ile siyasetten uzaklaşıp, uluslar arası veya Türkiye çapında barış ve hayır işleri ile uğraşsaydı, tarihe geçer Milletin kalbinde taht kurardı. (hala bu fırsat var) . Şu anda Türkiye gerçekten olağansütü bir durumla karşı karşıya. ABD, PYD yi kullanarak Türkiyeyi ve bölgeyi dizayn etmek istiyor. Yani Türkiye her an PYD ile yani ABD ile savaşa girebilir.Zaten bu sebepten dolayı ulusalcılar, Atatürkçüler, Milliyetçiler, Ak partililer... Milli olan, yerli düşünen, Emperyalizme karşı duran her grup ve parti milli mutabakat kurmuş durumdalar. Bu dönemde Sayın Gül keşke basit nedenlerden dolayı ayrılık şarkıları söylemeseydi. Bu dış tehlikeden sonra istediğini yapar millette ona bir şey demezdi. Ama ne yapalım burası dünya ve bizlerde insanız. Niyet hayr akıbet hayr inşallah. Görelim Mevla neyler neylerse güzel eyler.
PİR SULTAN ABDAL EN YAKINI İLE İMTİHAN OLDU
Bir Türkünün mısralarından aldığım başlığın hikâyesi ise şöyle: Türkünün tarihi 1550 sonralarına dayanır. Türkünün kahramanları Pir Sultan abdal, Musahibi Ali Baba ve vali Hızır Paşadır. Olay, Sivas’ta yaşanmıştır. Hızır paşa bir gün Pir Sultan Abdal’ı huzuruna çağırtır. Pir Sultan o sırada dergâhta halkla sohbet etmektedir. Askerler köye gelmeden onların geleceği kendisine ayan olur. Dergâhtakilere:
- Onlar gelmeden, ben gideyim, der.
Musahibi Ali Baba da:
- Pirim sen kal, ben giderim. Sen gidersen köyümüz dağılır, der. Pir Sultan abdal ise, Ali Baba’ya:
- Sen Hızır’ın zulmüne dayanamazsın, der. Ali Baba, yine de gider. Ali Baba giderken köyün girişinde askerlerle karşılaşır. Askerlere:
- Kimi arıyorsunuz? Niçin geldiniz? Diye sorar. Askerler de:
- Pir Sultan Abdal’ı almaya geldik, derler. Ali baba bunun üzerine:
- Pir Sultan Abdal benim. Vali Hızır beni niçin istemiş?
Diye sorar. Askerler:
- Bunu bilmeyecek ne var? Ya asacak, ya zindana atacaktır, derler. Bunları duyan Ali Baba, kendisinin pir sultan olmadığını, pir Sultan’ın köyde olduğunu söyler. Askerler köye girip pir sultan Abdal’ı köyden alırlar ve yola koyulurlar. Hızır Paşa, Pir Sultan’ı darağacına gönderirken, çevrede biriken halka zorla pir Sultan’ı taşlattırır. Pir Sultan’ın musahibi ali baba, taş atmaya kıyamadığı için yolda topladığı kır çiçeklerini pirine atar. Ali Baba’nın bu davranışı pir Sultan’ı yürekten yaralar. Bunun üzerine aşağıdaki deyişi söyler:
“Şu kanlı zalimin ettiği işler
Garip bülbül gibi zar eyler beni
Yağmur gibi yağar başıma taşlar
Dostun bir fiskesi yaralar beni
………………
Pir Sultan Abdal'ım can göğe ağmaz
Hak'tan emrolmazsa ırahmet yağmaz
Şu illerin taşı hiç bana değmez
İlla dostun GÜL ü yaralar beni...”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.