xxx43
Dokunulmazlık Meselesi
Bugünkü askerî vesayet anayasası olacağına hiç anayasa olmaması daha iyidir. Anayasasız bir devlet olur mu? Elbette olur. İngiltere'nin anayasası yoktur...
Anayasa değişikliği yapılacak diye bir kısım Sabataycılar ve Kriptolar hop oturup, hop kalkıyor.
Anayasa değişikliği şarttır, yapılsın, yapılmalıdır.
Anayasa değiştirilsin, Ergenekon devri kapansın artık.
Lakin bu değişiklik tasarısı içinde mutlaka dokunulmazlık maddesi de olmalıdır.
Milletvekillerinin elbette dokunulmazlıkları olacaktır ama bu dokunulmazlık mutlak ve yüzde yüz olmayacaktır, vekilin siyasî hizmetleriyle sınırlı olacaktır.
Milletvekilleri fikirlerinden, konuşmalarından, yazılarından, görüşlerinden, inançlarından, ideolojilerinden dolayı mahkemeye verilmemelidir.
* Lakin yolsuzluk yaparlarsa,
* Yolsuzluğa bulaşırlarsa,
* Yüz kızartıcı suç işlerlerse,
* Dolaylı da olsa, ihalelere fesat karıştırma suçu işlerlerse,
* Kısa zamanda şüpheli ve şaibeli şekilde zengin olurlarsa,
* Gayr-i meşru komisyonlar alırlarsa (Arsa ve iş başına 1 milyon yeni lira!..)
* Nüfuz ticareti yaparlarsa,
* "Beyaz" işine karışırlarsa...
Dokunulmazlıkları olmamalıdır ve haklarında normal vatandaşlara yapıldığı gibi tahkikat yapılmalı ve gerekirse dava açılmalıdır.
Evet, yeni anayasada bu dokunulmazlık maddesi yer almazsa, yapılan değişiklikler
* Eksik ve
* Güdük kalacaktır.
Benim (ve bütün vatandaşların) istediği bu maddeden hiçbir namuslu, şerefli, haysiyetli, temiz, şeffaf, alnı açık kimsenin gocunmayacağı, tedirgin olmayacağı tabiîdir.
Bir yanlışlık olsa, iftiraya uğrasa, mahkemeye verilse bile sonunda aklanacak, beraat edecek, temize çıkacaktır.
Bu memlekette bir Adnan Kahveci vardı. Parlamentoya girmiş, siyasî hizmetler görmüştü. Malı mülkü, geliri belliydi, temizdi, şeffaftı. İftira atıp onu mahkemeye vermiş olsaydılar ne yapabilirlerdi? Rüşvet almamış, komisyon almamış, hiçbir dolap çevirmemiş, hiçbir pis ve bulaşık işe bulaşmamış; malının, parasının, gelirinin hepsi ortada, hepsinin hesabını verebilir. Milletvekilliği nüfuzunu kullanarak bir menfaat elde etmemiş. Evet tekrar soruyorum: Adnan Kahveci mahkemeye, yüce divana verilse ona ne yapabilirlerdi?
Bu satırlarım kimseyi zan altında bırakmaya yönelik değildir. Aksine iftiraya uğrayanları temize çıkartmak için yazıyorum.
Meclis'te bulunan bütün (evet bütün) milletvekilleri dokunulmazlıkların kısıtlanması için harekete geçmelidir.
Böylece bütün temiz insanlar iftira ve şaibelerden kurtulacak, eskiden temizken tertemiz hale gelecektir.
* (İkinci yazı)
Pazar gününü nasıl geçirdim?
Pazar sabahı Dolapdere'de iki çan kuleli Rum kilisesinin yanında kurulan bitpazarına gittim. Birkaç porselen, toprak, seramik eşya ile onbeş kadar kitap ve mecmua aldım.
Öğle yemeğimi Odabaşı Camii (Mevlânâkapı Caddesi No: 149 Şehremini) yakınındaki çiğ börekçide yedim. Börekler ve ayranlar iki kişi 10 TL. tuttu.
Börekçide halen Sudan'da çalışan mühendis Yaşar Kahraman bey ve yakınları ile tanıştık.
Birkaç aydır gitmiyordum, börekçinin karşısına bir sahaf açılmış. Oradan da birkaç kitap aldım. Birinin ismini vereyim: "Treasures of The British Museum, Edited by Frank Francis." Değerli ve güzel bir kitap.
Bugün antika aldım, kitap aldım, karnımı doyurdum, geriye çay içmek kaldı. Nerede içsem? Hava güzel.Trakya'daki yakın bir şehre gideyim, orada içeyim. Biraz da hava almış olurum.
Maşaallah üç şeritli otoyollarımız Almanya'yı aratmıyor. Kısa zamanda, ismini vermeyeceğim ilçeye geldik. Buraya 45 sene önceleri gelir giderdim. O zaman ağaçlıklar içinde yerli-millî evleriyle şirin bir şehirdi. Ya Rabbi, ne kadar bozulmuş, betonlaşmış!.. Bir tek geleneksel mimarîli ev kalmamış. Osmanlı zamanında kalma bir iki güzel bina dışında her şey çirkin, her şey ruhsuz.
Nüfusu on bin ile yirmi bin arasındaki tarihî bir ilçe düşününüz. Orada geleneksel sanat yok, millî mimarî yok, sanat ve hatıra eşyası satan bir dükkân yok. Çok katlı apartmanların fasadları ne kadar çirkin ve mânâsız. Yahu bunlar yapılırken pencerelere, kapılara, balkonlara bir şekil verilemez miydi?
İlçe civarında belki çay içecek bir yer buluruz ümidiyle bir tur attık. Onu da bulamadık. Köyler de bozulmuş. Hiçbir yerde millî bir renk, çizgi, üslup görülmüyor. Yeni yapılan camiler de sanat ve mimarlık açısından başarısız.
Yol kenarında içkili restoranlar... Bir bahçede ata binmek ve mangal dahil adam başı 50 lira levhası.
Köy turundan sonra şehirde bir pastanede çay içtim. Neyse ki çay taze ve güzel idi.
Türkiye maddî açıdan çok kalkındı ama bu kalkınma medenî bir kalkınma olmadı.
Kültür seviyesi düştükçe düştü. Kırsal kesim, varoş, taşra, gecekondu, aliene kültürü... Büyük şehirler, orta ve küçük şehirler, köyler bozuldu. Her çirkin bina pasif bir şiddettir. Çirkin binaların önünden geçerken, çirkin binalara bakarken, çirkin binaların içinde yaşarken içinizi kasavet basar, ruhunuz daralır.
Anadolu'da 500 bin nüfuslu bir şehir. Sanat dükkânı veya atölyesi yok, sahaf yok, medeniyet ve zarafet yok. Osmanlıca bilen kimseler yok. Fuzulî divanı okuyanlar yok. Haftanın belli günlerinde veya gecelerinde edebiyat, tarih, sanat, medeniyet, tasavvuf sohbetleri yok. Evlerin bir kısmında özel kütüphaneler yok. Mürüvvetli çelebiler yok. Fütüvvet ahlâkı yok. Minarelerden güzel ezanlar okunmuyor.
Bunlar yok da neler var? Sayayım:
Beton binalar.
Tunçtan korkunç sanemler.
Butikler, cafeler.
Ivır zıvır Çin malları satan dükkânlar.
Beyaz eşya, mobilya, cep telefonu dükkânları.
Restoranlar.
Şehir civarındaki kırsal bölgede içkili kazık restoranlar.
Yol kenarlarında moloz yığınları.
Tasavvuf tekkelerini kapatmasalardı, zarafet ve nezaket bu kadar azalmazdı.
Bir şeyler yapılamaz mı? Çok şey yapılabilir ama kim yapacak.
Meselâ ismini vermediğim ilçede müteşebbis (girişimci) bir vatandaş şöyle bir börek dükkânı açabilir:
Arnavutluk'tan veya Makedonya'dan çok başarılı bir börek ustası getirtecek. En iyi buğday unundan (az elenmiş), en iyi malzeme ve tereyağı ile öyle börekler pişirtecek ki, yiyenin hayranlığından aklı başından gidecek. Bir de dillere destan bir çorba. Onun yanında hakikî safrandan yapılmış, üzeri çam fıstıklı ve kuş üzümlü nefis mi nefis bir zerde. Çorba, börek, tatlı benim anlattığım gibi yapılırsa İstanbul'dan bir saatte erişilebilen bu küçük şehre yığınlarla vatandaş hem gezmeye, hem dillere destan börek yemeğe gelir.
Birkaç sene sonra börek "tarihî börek" olur.
Burada, Devrek'teki bastonculuk gibi geleneksel bir zanaat da yapılabilir. Belediye bu işe öncülük edebilir. Kültür Bakanlığı yapabilir. Zengin bir firma sponsor olur. Yeter ki ufuklar geniş olsun.
Bir karar alınır: Yeni yapılacak bütün meskenlerin suratlarında millî çizgiler, renkler, şekiller, üslup olacaktır.
Yol kenarlarına, oranın iklimine uygun, baharda rengarenk çiçekler açacak (Japon kiraz ağaçları gibi) ağaçlar dikilir.
Hem kafe, hem geleneksel sanat ve hatıra eşyası satan, hem de bir köşesinde kitap bulunan bir dükkân.
Şehir civarında, müzelerdeki tarihî çömlek eşyanın replikalarını üreten bir atölye.
Şehrin camilerinde beş vakitte, İstanbul ağzıyla okunan harika ezanlar. (Baş belâsı, madenî sesli korkunç ve iğrenç hoparlörler fazla açılmamalı.)
Bir de tasavvuf dergahı açılmalı, perşembeleri kışın yatsıdan sonra, yazın akşamdan sonra zikrullah ve sohbet yapılmalı. Artık eskisi kadar sertlik ve baskı yok, böyle bir dergah pekala açılabilir. İsterse kaymakam bile gelir.
Şehir civarında İstanbul zenginlerinin inşa ettirdikleri Türk köşkleri, Türk bahçeleri...
Neler yapılmaz ki... Lakin kimler yapacak?
Bu şehri ve civarını Hollandalılara, Almanlara, Singapurlulara emanet etseniz beş sene sonra tanıyamazsınız.
Yazık şu canım ülkemizi beton çöplüğüne, çirkinlikler meşherine çevirdik.
Güzel olmayan bir Türkiye iyi idare edilen, iyi korunan bir Türkiye değildir.
Pazar günümün gezinti kısmı iyi ve neşeli geçmedi...