Ünal SADE
Doğaçlama Ya da Tiyatroda Taciz...
Doğaçlama Ya da Tiyatroda Taciz...
Olayı biliyorsunuz. Başbakan Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan Ankara Büyük Tiyatro’ya “Genç Osman” isimli tiyatro oyununu izlemeye gidiyor.
Oyunun ortalarına gelindiğinde Sümeyye Erdoğan’ın ifadesiyle “ Yeniçerilerin göbek atarak alem yaptığı sahnede” öndeki oyunculardan birisi Sümeyye Erdoğan’ı doğrudan hedef alan bir yaklaşım sergiliyor.(Ki sonradan bu oyuncunun Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçılarından Tolga Tuncer olduğunu anlıyoruz)
Sümeyye Erdoğan’ın anlatımıyla olay şöyle gelişiyor:” Cuma akşamı iki arkadaş tiyatroya gittik. Ankara Büyük tiyatroda Genç Osman'a. İkimiz de başörtülüyüz ve bir tek orada yer kaldığı için en öndeyiz. Yolda gelirken de ağzıma bir sakız atmıştım ve bu benim için çok normal bir şey olduğu için tiyatro sırasında hala ağzımda olduğunun farkında bile değildim. Her şey gayet normal giderken oyunun orta en öndeki iki oyuncudan biri bir yandan bir ileri bir geri oynarken bir yandan da en öne geldikçe bana bakarak kaş göz işareti yapmaya başladı.
İlkinde ne olduğunu anlamadık. Sonrasında ağzıyla sakız çiğneme hareketi yapınca durum anlaşıldı. Fakat öyle yapmasa da durum belliydi, çünkü adam aslen sakıza değil, başörtüsüne takmıştı. Hem de Ankara Devlet Tiyatrosu'nda, hem de en ön sırada (!) ... Bir de şarkının "halkın çoğu aç, azı toksa" kısmında "azı tok" derken bariz bir şekilde eliyle bizi gösterdi. Demek ki "başörtülü yobaz" ve "yüce tiyatrocunun önünde sakız çiğneyen saygısız" olmakla yetinmeyip bir de "çoğunluğun aç olmasının sebebi olan azınlık tok (protokolde oturmamızdan belli!)" olmuştuk!”
Bu taciz üzerine Sümeyye Erdoğan salonu terk ediyor. Olaya tahammül edemeyen bir seyircinin “terbiyesizlik yapma” şeklinde tiyatrocuya tepki gösterdiğini ve akabinde bu seyirci dışında aralarında Polis Akademisi öğrencilerinin bulunduğu izleyicilerin neredeyse tamamının tiyatro salonundan ayrıldığını basına düşün haberlerden öğreniyoruz.”
Strasbourg’tan konuyu değerlendiren Başbakan Erdoğan olayda ideolojik bir tutum sergilendiğini belirterek “Şimdi bir sanatçının izleyiciyle bu şekilde bir diyalog kurması düşünülemez. Bir defa bir sanatçının görevi oradaki eseri layıkı vechiyle sergilemektir. Toplumu buralara kanalize etmek için maharetini ortaya koymaktır. Bu sanatın ötesinde ideolojinin deli gömleğini giydirip ortaya koyuyor.
Meğerse birkaç ay önce iki başörtülüye aynı durumu yapmışlar. Onlar da kızıma e- mail geçmişler. Böyle bir durum var. Fakat bunu savunan medya da var. Niye başbakanın kızı olduğu için veya başörtülü olduğu için. Tabii böyle sanat sevdirilmez. Eğer sanatı sevdireceksek bunu usulü içinde sahnelerimizi kendi edebi adabı içinde zenginleştirmemiz lazım."
Başörtülüysen Ne İşin Var Tiyatroda!...
Sonraki tartışmaları izlemeye çalıştım. Hayretler içerisinde kaldım.
NTV Radyo özellikle arabamla bir yerden bir yere giderken dinlemeye çalıştığım önemli bir haber kaynağı. 15 Nisan’da saat 16.20 civarında “Halkın Sesi” programını dinliyorum. Konu “Sümeyye Erdoğan ve Tiyatro Krizi”.
Adını “Öyle Bir Geçer Zaman ki” adlı dizide oynadığı Hikmet Karcı karakteri ile duyduğumuz sanatçı-yönetmen ve eleştirmen Orhan Alkaya yayında konuyu yorumluyor.
Hayretler içerisinde kalıyorum.
Başörtülü bir seyircinin “tiyatro adabını” bilmediğini peşinen ön kabul olarak ortaya koyan Alkaya tiyatro adabı bilmemekten, alışkın olmamaktan dem vuruyor.
Sümeyye Erdoğan’ın ne eğitiminden, ne tiyatro bilgisinden, ne birikiminden haberdar olmadan peşinen mahkum eden bir yorum ortaya koyuyor.
Orhan Alkaya’dan sonra yayına bağlana tiyatro eleştirmeni Seçkin Selvi orada yaşananları bizzat müşahede etmiş gibi hakarete uğradığını düşünerek tiyatroyu terkeden Sümeyye Erdoğan’ı suçluyor. Sakız çiğnediği için bu davranışa mazur kaldığını ve adeta hak ettiğini ima etmeye çalışıyor.
Ne zaman bir başörtüsü-üniversite eğitimi gündeme gelse istismarcıların “plaj-mayo” benzetmesi gibi absürt bir benzetme de yapıyor ve işi “Camide de sakın çiğnenmez” e kadar götürüyor.
Program sunucusu bu görüşlerin ardından canlı yayına bağlanan ve nedense tamamı aleyhte olan dinleyici görüşlerine yer veriyor. Dikkatimi çeken dinleyici yorumları:
-Kıyafetin bir ideolojiyi temsil ediyorsa otur yerinde, bir yere gitme.
-Oyuncunun konsantrasyonu bozmaya kimsenin hakkı yok.
-Heykele ucube diyen de tiyatroya sakızla giden de aynı zihniyet.
Sümeyye Erdoğan’a yönelik yorumlara Odatv.com’dan Gülşen Karakadıoğlu’da katılmış. O da peşinen suçlu ilan ettiği Sümeyye Erdoğan’a “Tiyatro dediğiniz nedir ki? Yaşama ilişkin bilgileriniz deneyleriniz sınadığınız bir sahne değil mi? Birilerini kendi yetersizliklerinize “alışacaksınız” diye tehdit edeceğinize, öğreneceksiniz; öğrenmenin yaşı yoktur. Bilmediğiniz şeyleri ve bu arada tiyatro izlemenin adabını...” şeklinde sesleniyor.
“Olay hakkında basında izlediklerim dışında yeterli bilgim yok” itirafıyla başlayan yazısında “bilgisi olmayan” konuda Sümeyye Erdoğan’ı:
-Yetersiz,
-Tiyatro adabını bilmeyen,
Olarak nitelendirmekte hiç bir sakınca görmüyor.
Doğaçlamada Önemli Olan Düzeyli Olmaktır...
Ben olayı iki noktada değerlendirmek istiyorum. Son dönemlerde pek çok tiyatro ya da stand-up’a gösterilerde dikkatimizi bir şey her geçen gün daha bariz bir şekilde yaşanmaya devam ediyor. Özellikle ön sıralardaysanız her an sahnenin tacizine uğrama tehlikesi... Üzerinize su fışkırtılabilir, kelliğinizle ya da bir fiziksel bir özelliğinizle, kıyafetinizle ya da yanınızdaki arkadaşınız-eşinizle ilgili beklemediğiniz bir anda bir soruya, espriye ya da hakarete maruz kalabilirsiniz.
Üstelik bunun adı da tiyatroda “doğaçlama” olur.
Sümeyye Erdoğan gibi durumdan hoşnutsuz kalırsanız ve tepkinizi ortaya koyarsanız bir de uğradığınız hakaret yetmezmiş gibi “adap” bilmemekle suçlanırsınız.
Tiyatroda Yeni Eğilimler: Doğaçlama Tiyatro isimli çalışmada (Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 25, 2008) Türkiye’nin ilk doğaçlama tiyatro topluluğu önderliğinde kurulan Kadir Çevik ülkemizde de yaygınlaşmaya başlayan doğaçlama tiyatroya ilişkin bir tehlikeye işaret etmiş:
“Doğaçlama tiyatroda önemli olan düzeyli olmaktır” tespitinden sonra;
“Doğaçlama tiyatro giderek “ne yapsan olur” biçiminde algılanmaya başlandı. Bu durumun bu türden tiyatronun başına musallat olabilecek en olumsuz yargı olacağı görülüyor.Bu duruma doğrudan kurumsal bir müdahalede bulunmak önemli bir adım olacaktır.”
Çevik bu tehlikeli gidişe ilişkin bu tespitinden sonra , doğaçlamanın ancak “entelektüel düzeyi, estetik algısı, oyun zekası gelişkin olursa ortaya” etkili bir sonuç çıkacağını” belirtmiştir.
İkinci olarak değinmek istediğim konu ise birilerinin genlerinde “kamusal alan” diye kendi kafalarında uydurdukları, yasal hiç bir dayanağı olmayan yerlerde “başörtülü” görmeye hala tahammül edememe duygusunun devam ettiğidir.
Başörtülü kadınları yıllarca üniversite kapılarından geri çeviren, ikna odalarında aşağılayan, kamusal hatta özel alanlarda iş hayatının dışına iten zihniyet yeni Türkiye’de gelişen “özgür” havayı içlerine sindirememektedir. Tiyatrocunun şahsında ortaya çıkan davranışta bu anlayışın bir sonucudur.
Protokolde Oturan Başörtülüye Tahammül Sorunu...
Odatv yazarının yukarda bahsettiğim yazısında yer alan “Türbanlı olduğu için oyuncunun kendisine tepki verdiğini sanıyor.Oysa son sekiz yıldır bütün protokol koltuklarına yerleşmiş olan kendisi gibi giyinenleri (alışmayı bilemem ama) yadırgayan kalmadı sanırım.” Sözleri de bu tespitimizi teyit eden psikolojinin en güzel örneğidir.
“bütün protokol koltuklarına yerleşmiş” kelimeleri “tahammülsüzlüğün” ve “kerhen” katlanmanın itirafıdır.
Sümeyye Erdoğan yurt dışında (maalesef başörtüsü yüzünden bulamadığı özgür havayı orada bulduğundan) üniversite okuyan, tiyatroya ve sanata hobi ötesinde ilgi duyan biri olmasına rağmen bu haksız davranışa maruz kalmıştır. Hem de bir “devlet tiyatrosunda”...
“Halka rağmen halk için” döneminin kapandığını anlamayan çevreler giderek azalıyor. Devlet kurumlarında, devlet memuru kisvesiyle halkı küçük görme/düşürme çabalarının son örnekleri bunlar.
Neyse ki iyi örnekler daha fazla.
Geçen hafta basında yer alan bir haberegöre Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanlığının bir olumlu adım atarak başörtülüöğrencileri sorunsuz derslere almaya başladığını öğrendik. Dekan Prof.Dr. Nadide Kazancı, “İşimiz bilim. Görevimiz öğrenciye bilim öğretmek. Onları derslerden alıkoymak değildir” demiş. Haber Nadide Hoca’nın başörtülü ve örtüsüz öğrencileriyle verilmiş güzel bir fotoğrafla teyit edilmiş.
Dünün üniversitesinde öğrencileri “ikna” odasında aşağılayan Nur Serter’ler vardı. Bugün Nadide Kazancı gibi öğrencileri tasnif etmeyen, onlara değer veren bilim adamları var.
Yarının Türkiye’sine umutla bakmaya devam edeceğiz.
unalsade@mynet.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.