Ünal SADE
Diyarbakır’da Üç Sıcak Gün...
Diyarbakır’da Üç Sıcak Gün...
Geçtiğimiz yıl aralık ayında yani yaklaşık dört ay önce Diyarbakır’daydım. Daha önceki ziyaretlerimden farklı bir Diyarbakır’la karşı karşıyaydım.
Şehre “huzur” adeta yapışmış ve ne güzel yakışmıştı. Sokaklarda yürüdük, İç Kale’de yer alan Hz. Süleyman Camii ve çevredeki sahabe mezarlarını ziyaret ettik. O bölgede çok ciddi bir restorasyon çalışması vardı ve bu beni hayli sevindirmişti. Bölgede “huzur” olduğu taktirde oluşabilecek turizm potansiyelini de hayal ediverdim hemen...
Aynı Bölgede yer alan bir dönem Jitem’in merkezi olarak kullanılmış tarihi Jandarma binasını, Eski Diyarbakır Hapishanesini de hayret ve ibretle gezmiştik.
Diyarbakır sokaklarında şimdi bir arbede çıkar, bir olayın ortasında kalırmıyız korkusu yaşamadan dolaşmış hatta o günlerde vizyonda olan Mahzun Kırmızıgül’ül filmi “New York’ta Beş Minare”yi Diyarbakır’ın en modern alışveriş merkezlerinden biri olan Babil İş Merkezindeki sinemada izlemiştik.
“Huzur” Diyarbakır’a Çok Yakışıyor...
“New York’ta Beş Minare”yi Diyarbakır’da hem de huzur içerisinde seyretmek ayrı bir keyifti ve geleceğe güvenle bakmak için yeniden ümitlenmeme vesile olmuştu. Gece yarısı sinemadan hiç bir endişe duymadan çıkmış 1527 yılında Diyarbakır Valisi Hüsrev Paşa tarafından yaptırılan ve şimdi restore edilerek otel hainle getirilen “Deliller Han”ında ki odamızda nostaljik bir gece geçirmiştik.
Aradan geçen sadece dört aydı ve ben yeniden Diyarbakır’daydım. Hem de Yüksek Seçim Kurulu aralarında BDP’nin desteklediği Gülten Kışanak, Hatip Dicle, Leyla Zana, Sebahat Tuncel, Ertuğrul Kürkçü’nün de yer aldığı 12 adayın seçimlere katılamayacağı kararını aldığı gün...
İçimdeki tedirginliğe rağmen seyahatimi ertelememiş hafızamdaki dört ay öncesinin huzur dolu Diyarbakır hayaliyle yola çıkmıştım. Havalimanından şehre doğru yola çıktığımızda gergin bir havanın yüzüme çarptığını hissettim. Havalimanından Diyarbakır’a giden koskoca yolda yanan lastikler arasından geçerek Diyarbakır’a ulaştık.
Ertesi gün kaldığım otelden sokağa çıktığımda kaosun daha da derinleşeceğinin işaretlerini görmeye başlamıştım. Kepenklerin çoğu kapalıydı. Tek tük açılan dükkanlardan ise kepenk kapatma sesleri duyuluyordu. Tehlikeye bir diğer işaret de sokak başlarında toplanmış ve çevreye sert sert bakan gençlerin görüntüsüydü.
“Aklın” Ortalıktan Çekildiği Bir An ve Tehlike...
Akşam saatlerinde, üzerinde Kadın Doğum Hastanesi de bulunan Diyarbakır’ın en önemli caddelerinden biri olan Urfa Yolu Caddesinden merkeze doğru ilerliyorduk. Aslında biraz sonra yaşayacaklarımızın ilk işaretlerini yolda görmeye başlamıştık. Caddelerin ortalarına bırakılmış eski kamyon lastikleri eylemcilerini bekliyordu. Aynı gün bir arkadaşım bu lastiklerin belediye arabaları ile taşındığını gördüğünü söylemişti.
İçinde bulunduğumuz araçtan kaygılı gözlerle çevreye bakarken trafiğin yavaşladığını ve durma noktasına geldiğini fark ettik. Bunun sıradan bir trafik yoğunluğu olmadığı belliydi. Birden önümüz açıldı ve çöp konteynırlarının yola devrilmiş ve getirilen başka malzemelerle yolun kesilmiş olduğunu gördük. Pek çoğu 15 yaşın altında çocuk olan göstericiler (aralarında bir kaç yönlendirici) yolu kesmişti. Birden önümüzdeki arabaya saldırmaya başladılar.
”Walking Dead” dizisini izleyenler bilirler orada bir sahne vardır. Dizinin ana karakteri Rick Grimes Tankın içine sıkışmıştır. Tankın etrafını sarmış yüzlerce zombi vardır. Sanki öyle bir görüntüyle karşı karşıyaydım. Çocuklar sardıkları arabayı darp ediyorlardı. “Aklın ortadan kalktığı” bir manzaraydı karşımızdaki. Belki bir komşularına, belki hemşerilerine, belki de bir akrabalarına zarar veriyorlardı. Kendimizi çaresiz hissedip sıranın bize gelmesini bekliyorduk ki birden daracık bir yan sokağa bazı araçların sapmaya başladığını gördük. Biz de hemen oraya yöneldik. Ne olacağını bilmeden. Allah’tan o sokak bizi olaylardan uzak bir noktaya götürdü ve o arbededen zarar görmeden kurtulduk.
Kendimi kaldığım otele adeta attığımda derin bir oh çekmiştim. Televizyonlar YSK’nın garip kararından geri adım attığını haberini veriyorlardı. Dışarıda protestolar ve gürültüler devam ediyordu. Odamın penceresini açtığımda gördüğüm manzara beni hayrete düşürdü. Beş yıldızlı bir otelin tam önünde (İsmini vermeyi etik bulmadığımdan zikretmiyorum) bir grup lastik yakıp yolu kapatmışlardı. Seyretmeye başladım. “Sur” Belediyesine ait bir arazöz tazyikli su ile yolları sulayarak geliyordu. Merakla izlemeye devam ettim.
Aynı şekilde ilerlemeye devam edecek miydi? Bu durumda eylemcilerin yaktıkları ateşi söndürmüş olacaktı. Arazöz tam eylemcileri beş metre kala sulama sistemini kapattı ve ateşin yanından geçtikten sonra sulamaya devam etti.
Bu manzara beni şaşırtmadı. Eylemler için Belediye araçlarıyla eski lastik taşıyan, polislerin üzerine iş makineleriyle saldıran bir belediyecilik anlayışı oraya hakimdi zaten...
YSK’nın yeni kararıyla birlikte olaylar yatıştı. Bir garabet düzeltildi. Peki değdi mi? Bismil’de ölen 18 yaşındaki genci kim geri getirecek? Psikolojileri bozulan, yaralanan polislere ne olacak? Sokaklarda yol kesip araçları taşlayan o çocuklar büyüdükleri zaman nasıl bir baba, nasıl bir koca, nasıl bir esnaf, memur ya da tüccar olacak? Bu travma hafızalarda nasıl izler bırakacak?
Kafamda uçuşan bu sorularla yatağıma uzandım.
Diyarbakır’ın tarihi Hasan Paşa hanında yer alan gördüğüm en güzel kitapçı olan “ensar” kitapevinden aldığım Altan Tan’ın “Değişen Ortadoğu’da Kürtler” kitabını okumaya başladım. Otelin penceresinden dışarıda yakılan lastiklerin kokusu geliyordu...
Altan Tan’ın kitabının arka kapağında “Kürtlerin birlikteliği ve Kürtlerin desteğini sağlamayan bir Türkiye’nin değil Adriyatik’ten Çin Seddi’ne, Habur’dan öteye gitmeye bile gücü, mecali ve takati kalmayacaktır” yazıyordu.
unalsade@mynet.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.