xxxx855
Deprem gerçeği
Deprem gerçeğiyle yüzleşmeliyiz, depremle yaşamaya alışmalıyız"... Bu slogan gibi cümleler, 17 Ağustos 1999 depreminden sonra deprem uzmanlarının bizim beynimize nakşetmek için sürekli kullandığı cümlelerdi. Depremle yaşamaya alışmak nasıl bir şeydi acaba? Depremle yaşamaya alışmak, deprem gerçeğinden uzaklaşmadan, deprem her an gelecekmiş gibi, depremle her an yüzleşmeye hazır olmak demekti aslında. Peki, aradan geçen 11 yıl sonra depremle yaşamaya bizler alışabildik mi, yetkililerimiz alışabildi mi? Bir çok deprem uzmanının ifade ettiği gibi, 7'nin üzerinde bir deprem meydana geldiğinde İstanbul'da durum ne olur? Yerel yöneticiler, belediye yetkilileri İstanbul'u depreme hazırlamak noktasında neler yapıyorlar? İnsanların yerlerinden yurtlarından edildiği Kentsel Dönüşüm Planları hariç, kentin deprem güvenliği noktasında neler yapılıyor? İstanbul'daki tüm binaların depreme hazırlık noktasında envanteri çıkarıldı mı? Yüzde kaçı güvenli? Yüzde kaçına takviye gerekiyor? 7'nin üzerinde bir deprem meydana geldiğinde binaların bir çoğunun kağıt gibi buruşacağı, akordeon olacağı ifade ediliyor? Bu binalar hangi bölgelerde olacak? Bu binaların güçlendirilmesi için neler yapılıyor?
Geçtiğimiz ay, İstanbul Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Hukuk Komitesi Başkanı Eyüp Muhçu ile inşaat sektörüyle ilgili bir röportaj yapmıştım. Sohbet dönüp dolaşıp muhtemel İstanbul depremine geldi. Muhçu, depremle ilgili olarak aynen şunları söylüyor: "Depreme hazırlanmak için 1999 yılından sonra 10 yılı aşkın bir süre geçti. Bu süre içinde çok önemli adımlar atılabilirdi. Genel olarak kentlerimiz depreme çok daha güvenli hale getirilebilirdi. Bunun yapılması için, Marmara'da ilk etapta yapılan bir rapora göre 10 milyar dolar, daha detaylı bir rapora göre 20 milyar dolarla Marmara bölgesi depreme karşı güvenli hale getirilebilirdi. 1999'dan sonra deprem vergisi adı altında toplanan paraların miktarı 50 milyar doları aşmıştır. Bugün İstanbul ve kentlerimiz, depreme karşı güvenli değildir, atılmış bir adım da söz konusu değildir. Bunun nedeni, yapılan bilimsel çalışmaların, raporları yok sayan bir yönetim anlayışına sahip olmamızdan. İkincisi kenti daha nitelikli, yaşanılır ortamlar haline getirmekten ziyade, kenti rant alanı olarak gören bir anlayış olması. Bir başka neden de, seçim kazanacağım diye bir kısım kaçak yapılara, bilerek göz yumulması. Kaçak yapıyı oya tahvil eden bir anlayış olması gibi nedenlerle kentlerimiz bugün depreme karşı hazırlıklı değildir"
Eyüp muhçu, depreme karşı hazırlık olarak gündeme getirilen dönüşüm projelerine bakıldığında da bu projelerin İstanbul'un yapı stoku'nun yeni hale getirilmesi değil, bazı yapı adalarının, donatı alanlarının yapılaşmaya açılması olarak gündeme geldiğini kaydediyor ve ekliyor. "Deprem ve afetler karşısında ulaşım yapılarının, kamu yapılarının korunması öncelikli konulardandır. Hastaneler, okullar, adliye binaları, ulaşım yapıları olarak vapur iskeleleri, köprüler, viyadüklerin depreme karşı ya yeniden yapılması ya da güçlendirilmesi gerekiyordu. Bu açıdan baktığımızda yapılanlar okyanusun kenarında çakıl taşı büyüklüğündedir"
Depreme hazırlıklı olmak.... Lafla peynir gemisi yürütmek kolay! Yetkililerimiz bu noktada bizim yüreğimizi ferahlatmak için cilalı cümleler kuruyorlar, laf salataları yapıyorlar ama, hazin gerçek hiç de böyle değil... Hazin gerçek, yapılanların okyanusun kenarında bir çakıl taşı büyüklüğünde olması. Geçici deprem vergileri kalıcı hale getirildi, iliğimiz kemiğimiz sömürüldü ama depremle ilgili ortada yapılan hiçbir şey yok.
Allah (c.c.) sonumuzu hayreylesin!