DEMOKRASİNİN ÖNÜNDEKİ ENGEL “AŞKIN DEVLET”

Aşkın devlet kavramı, geçtiğimiz yüzyılda tarih sahnesine çıkmış siyasi bir kavram. O, kamu kurumlarıyla, seçilmiş yöneticileriyle atanmış görevlileriyle toplumun hizmetindeki bir kurum değil; ona tepeden bakan, hükmeden, boyun eğdiren, ferdin her türlü hakkı üzerinde istediği tasarrufta bulunabilen, buyurgan, aşkın ve kutsal bir otoritedir.

Otoriter siyasi ve sosyal zeminde beslenir.

Bir önceki yüzyılın ortalarında ( ikinci dünya savaşı sonrası) ortaya çıkan faşist devletlerin, bu yüzyılın son çeyreğinde de sosyalist rejimlerin yıkılmasıyla beraber yerini sivil topluma bırakmıştır. Siyaset, sivil toplumdan aşkın devlete değil, bilakis aşkın devletten sivil topluma doğru yol almaktadır.

İçinde bulunduğumuz yeni yüzyılda ise sivil toplum, bütün dünyada yükselen bir değer olarak yerini korumaya devam ediyor. Bu yüzyılın “sivil toplum” yüzyılı olacağını ileri sürmek yanlış olmayacaktır.

Sivil bir toplumun meydana gelmesi için zihinlerde yer edinen ve fertlerin içten kabullendiği lütfun, hayatın, geçimin, güvenliğin tek kaynağı kabul edilen devletten ayrı bir sivil alanın, sivil kimliğin oluşturulması gerekir.

Batıda sivil toplum, devlete bağımlı olmayan sosyal sınıfların ve grupların öncülüğünde gelişmiştir. Özel teşebbüsün yaygınlığı bu grupları devlete bağımlı olmaktan kurtarırken, devleti farklı kurumlar arasında aracı bir kurum olma konumuna getirmiştir. Bu haliyle devlet vatandaşın lütuf kaynağı değil, varlık sebebi değil, güvenliğinden ve özgürlüğünden sorumlu bir kurum haline gelir. (Ömer Çaha, Aşkın Devletten Sivil Topluma, Plato Film Yayınları,2007, İstanbul)

Sivil toplum, halkın söz sahibi olduğu, bir kişi veya hizbin güce ve yönetime hâkim olmadığı demokrasilerle kurulabilir. Demokrasi, halkın kenarda durduğu, tüm hak ve yetkilerini merkezi hükümete devredip sadece seyrettiği bir yönetim değildir.

Demokrasilerde sandık vardır; sadece sandığı adres vermek ise demokraside en alt seviye olarak kabul edilir.

Ülkemizdeki yönetim sistemini bazı dönemlerde tıkanmalar olsa da “demokrasi” olarak tanımlayabiliriz.

Türkiye’de 12 yıl önce iktidara gelen ve muhâfazakar - demokrat kimliğiyle merkezi hükümet, sosyal hayatta kendini gösteren vesayetleri sona erdirmek, katılımcı ve çoğulcu, denetlenebilir, şeffaf bir yönetim sözü vererek iktidar oldu.

Bir dönem çıkardığı kanunlarla “hesap verebilme”, “ etkin yönetim ve “mali esneklik” gibi kavramları uygulama alanına koydu. Halk, STK’lar, meslek kuruluşları, cemaatler kendi kimlik ve kültür özellikleriyle yönetim süreçlerine katılır hale geldiler. Dini cemaatler, bütün dünyada bir STK olarak kabul edilir. Pek çok okulun, üniversitelerin sahiplerinin sahibi dini cemaatlerdir. Sosyal hayatta ve siyasette son derece etkin roller almaktadır. Yine cemaatler, çıkarları yanında, kamu hak ve menfaatlerini ilgilendiren her türlü konuya müdahil olma, yönetimi etkileme hakkına sahiptir. İstemediği konularda demokratik tepkisini koyar, medyayı kullanabilir, gösteriler yapabilir, sosyal medyada organize olabilirler ve bu onların en tabii haklarıdır.

Son birkaç yıldır genel resme bakıldığında merkezi hükümet, hesap verebilirlikten uzak, diğer bir ifade ile hükümeti dengeleyebilecek herhangi bir muhalefet veya gücün kalmaması neticesinde uzlaşı kültürü de bir kenara itilerek dengelenemez, kontrol edilemez hal aldı.

Siyasi muhalefetin yetersizliği dışında,  ülkemizin yaşadığı sorunları noktasında veya geleceğini olumsuz yönde etkileyecek konular noktasında endişelerini geniş öngörüleriyle yönetime sunma çabası içinde olan sosyal dokusunu bu önemli kurumların bir kısmını aynı siyasi görüşü taşımadığı, kendileri gibi düşünmediği için itibarsızlaştırma ve direkt müdahalelerle boyun eğdirme çabaları başlatmıştır. Bu, Türk siyasi hayatında “aşkın devlet” kültürünün tekrar geriye dönüşü anlamına gelmektedir.

Bu siyasi yaklaşımlar, Türkiye’de siyasi hayatın tıkanması ( güvensizlik) diğer fikirleri, partileri, toplumun bazı sivil kesimlerini dikkate almayan, her isteğini yapabileceği inancında olan bir yönetim mantığı ile idare edilmesi şeklinde sonuçlarını ortaya koymuştur. Ayrıca net olarak algıladığımız diğer uygulamalarda:

  • Ana muhâlafetin etkinsizliği yanında diğer küçük muhalefetleri kendi bünyesine katarak iktidara alternatif olabilecek bir yapılanmanın önüne geçmeyi başarmıştır. Parti içinde de böyle bir yapı oluşturulmuştur.Dünyanın gelişmiş ülkelerinde bırakın siyaset içinde tüm özel kurumlarda (şirket v.b) “dengeleme unsuru” olarak karşıt fikirler üreten guruplar oluşturulduğu bilinmektedir.
  • Merkezi hükümet medya üzerinde de “ötekileştirme” yoluna gitmiş, kendine yakın görüşlere sahip olanları desteklemiş, diğerlerini “karşıt”, “ötekiler” olarak tanımlamıştır.
  • İş dünyası, cemaatler konusunda da kendisine destek verecek olanları ayrıştırarak kendi esnaf yapılarını oluşturarak onları öne çıkarmıştır. Kendisine mutlak itaat istemiş, fakat birkaç konuda (özellikle dershane) farklı yaklaşımlarıyla gayet mantıklı ve öngörülü yaklaşım içinde olan  “hizmet hareketine” karşı anlam verilemeyen bir mücadele içine girmiştir.

Sivil toplum yapısında bir iktidar, cemaat ve diğer sivil kurumları koruyucu statüsünde olması gerekmez mi?

Aşkın devlet yaklaşımı yanında küçük veya dar bir kadro yapısı, lidere de aşkın özelliklerin yüklenmesi toplumumuzu endişelere itmektedir.

Demokratik bir ülke olduğumuza inanıyoruz. İnsanımızın da akl-ı selim…

Duamız ve temennimiz, tüm bu tıkanıklıklar karşısında Başbakan Sayın Erdoğan’ın farkındalığıdır.

Özlemimiz geçmiş iki dönemin tekrar yaşatılması…

ulvi_sevecen@hotmail.com  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum