xxx135
Demokrasi için Ahmedinecad gitsin Şah gelsin!
İran'daki Cumhurbaşkanlığı sonuçlarını dünkü yazımda değerlendirmiştim. Ancak, dünkü gazetelerde çıkan bir takım haber ve yorumlar karşısında yeni bir değerlendirme yapma ihtiyacı duydum.
Seçimler öncesinde gönlüm Ahmedinecad'ın kazanmasını istiyordu. Çünkü ABD ve Siyonistlere karşı dik duruşu yüreğimi serinletiyordu. Elbette kazanması karşısında da memnun oldum. Peki Ahmedinecad kazanmasaydı da rakibi Musavi kazansaydı Şah'ın oğlu İran'a dönsün mü diyecektim.. Böyle bir şey düşünmek aklımı yitirdiğim anlamına gelirdi. İran halkının iradesine saygı duyar, seçim sonuçlarının hayırlı olmasını dilerdim. Ne var ki, bizdeki bazı gazete ve köşe yazarları nedense Ahmedinecad'ın kazanmasının ardından Şahın oğlunun halkı isyana çağıran açıklamalarını sayfalarına ve köşelerine alabiliyor, adeta Ahmedinecad'a karşı bir kampanya başlatabiliyorlar.
Benzer durumu Filistin seçimlerinde de yaşamıştık. Aynı çevreler orada da HAMAS seçimi kazanınca benzer çığlıklar atmışlar, demokrasinin elden gittiği gibi bir takım iddialarla ortalığı bulandırmaya çalışmışlardı. Adeta Türk kamuoyunda İsrail'in iddialarına halklılık kazandırmaya çalışmışlardı. Şimdi ise İran Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından benzer bir manzara sergileniyor. Ahmedinecad kazanmakla Netanyahu'nun kazandığını ileri sürüyor bir bakıma İsrail İran'a saldıracak olursa şimdiden bunun zeminini ve gerekçesini hazırlamış oluyorlar.
Dikkat edilirse bizdeki bu çevreler nerede bir dini hareket ve canlılık görürlerse oraya karşı hemen cephe oluşturuyorlar. Bunlara göre dindarlar kazanmasın isterse Şah'lar, krallar ülkelerine geri dönsün, ister darbe yapılsın halkın seçtikleri hapislere atılsın hiç önemli değil. Demokrasi ve kuralları onların arzusuna hizmet ediyorsa iyidir ama etmiyorsa anlamı yoktur. Darbe ile demokrasi bir arada düşünülebilir mi? Düşünülebiliyorsa dertlerinin demokrasi olmadığı açıkça görülür.. Dertleri din ve dindarlardır..
Her ne ise..
Prof. Kemal Karpat Sabah Gazetesi'nin dünkü nüshasında bu çevrelerin durumunu değerlendirirken "Devlet eliyle para ve mevki sahibi olmuş mevcut orta sınıf yerini kaptırmama kavgası veriyor. Bu da laiklik perdesi altında yürütülüyor" diyor.
Elbette bu çevrelerin ülkemizdeki mücadelesini değerlendirmede Prof. Karpat'ın söylediği doğrudur. Ama eksiktir. Çünkü olay sadece konumlarını kaybetmeme refleksi değildir. Dikkat edilirse bu çevreler merkez sağdan sola kadar her kesim ile diyalog kurabilmekte, birlikte olabilmektedir. Tek birlikte olamadıkları dindarlardır. Böyle olunca ortaya işin inanç ve ideolojik boyutu da çıkıyor. Bir yandan mevcut konumlarını korumak isterlerken öte yandan kendi anlayışlarının her zemin ve dönemde geçerli ve hakim olmasını istiyorlar. Bunun da ötesinde toplumun tümünün kendileri gibi düşünmesini ve inanmasını istiyorlar. Bu sonucu İran seçimlerinin ardından sergilenen tavır da gösteriyor. Mesele sadece konumlarını korumak olsa komşu ülke İran'daki Cumhurbaşkanlığı seçimleri bunları böylesine rahatsız etmemeliydi. Öyle anlaşılıyor ki ideolojik ve inanç boyutu bunları dünyanın neresinde olursa olsun tepki vermeye zorluyor. Bir başka ifade ile kendi inanç ve anlayışlarından başkasına demokrasi adına bile hayat hakkı tanımaz tutumlarında ısrarlılar.
Halbuki olaya 125 bin şehit vererek Şah'ı ülkeden kaçmak mecburiyetinde bırakan İran halkının bugün de yüzde 60'ın üzerinde bir çoğunlukla Cumhurbaşkanı olarak Ahmedinecad'ı istediğini görmek isteseler ve anlayabilseler, İran seçimlerinin ülkemizde böylesine tartışma konusu olmasının hiçbir anlamı olmazdı. Ama onları İran halkının iradesi hiç ilgilendirmiyor. Aynen ülkemizde halkımızın iradesi ilgilendirmediği gibi. Onları tek ilgilendiren görmek istediklerinin ortaya çıkmasıdır. İşin garip tarafı da bunları hep demokrasi ve laiklik kılıfına sokmalarıdır.
Kaynak: Milli Gazete