Değişimin kesintisizlik ihtiyacı ve durağanlaşmanın maliyeti

Yıllar önce Erbakan'ı 28 Şubat darbesine direnmemekle suçlayanların haklı oldukları yan, değişim iradesini dondurup kesintiye uğratacak her manevranın ağır maliyetlere yolaçacağı iddiasıydı. Nitekim bu haklılık, RP'nin, mağduriyetin sıcaklığı henüz soğumamışken 1999 seçimlerinde dramatik oy kaybına uğraması ve 2002 seçimlerinde ise trajik bir seçim sonucu almasıyla doğrulandı. Böylece değişim iradesinden vazgeçerek bir adım geri çekilmenin mücadeleyi dinlendirip yeniden araziye çıkarmanın fırsatını tanıyacağını düşünen kadronun varsayımı yanlış çıkmış oldu. Buna karşılık değişim iradesini bayrak yapan Erdoğan ve partisi 2002 seçimlerinde şaşırtıcı bir başarı elde etti.

Böyle bakınca Baykal ve arkadaşlarını Milli Görüş'ün birinci kuşağıyla, Kılıçdaroğlu ve çevresini de Erdoğan ve arkadaşlarıyla mukayese edenlerin denklemi şeklen doğru kurduklarına bakmamak gerekir. Çünkü burada bu mukayeseden çok daha önemlisi, değişim iradesinin kesintisizliğini ilke olarak hatırdan çıkaranların bir zamanlar değişim bayrağı açmış olmalarının kutlu mazisiyle bir ömür boyu varoluşlarına anlam ve değer kazandıramayacaklarıdır. Değişim heyecanı sönen kavmin, bu kez başka bir değişim heyecanı tarafından yerinden sökülüp atılacağına ilişkin tarihsel cebir, her daim işleyen bir kuraldır ve Kılıçdaroğlu'nun CHP'ye kattığı değişim heyecanı, bir zamanlar değişimin timsali olmuş iktidar ve onun sivil toplumuna durağanlaşmanın maliyetini tattırabilir.

Bazı gazetecilerin harika fikir olduğu varsayımıyla Saadet Partisi'ne iktidardaki AK Parti ile koalisyon önermesinin, aslında yeni bir değişim dalgası karşısında durağanlaşmanın ağır maliyetiyle yüzyüze gelmiş iktidar odağına bu durağanlaşmanın istikrarı için destek vermek anlamına geldiği herhalde düşünülüyordur. Kendisini iktidardaki siyasi partinin algı dünyasından bambaşka bir politik evrenle tarif eden Saadet Partisi liderinin, talep ettiğini sandığımız değişim ve yenilenme heyecanını bir yana bırakarak patlak veren değişim dalgasına karşı muhafazakar ve statik iktidarla işbirliği yapmasında izah edilebilir bir taraf var mıdır? Böyle bir işbirliği “Ergenekon'a karşı ittifak” gibi bir sloganla bile ikna edici hale getirilebilir mi?

Yoksa tam tersine, yükselen değişim dalgasına karşı dalga kıran olmaya çalışmak yerine o dalganın kabartmayı başardığı toplumsal duyarlılığı kendi değişim heyecanıyla uzlaştırarak 1974 benzeri bir “tarihsel uzlaşma” mı inşa etmelidir?

Türkiye'nin neo-liberal çıkmazdan kurtarılması arayışı, muhafazakar-liberal siyasi anlayışla işbirliğine mi daha denk düşmektedir, yoksa biri dindar, diğeri laik de olsa sosyal politikalar ortak kümesinde kolaylıkla buluşabilen iki siyasi kutbun Türkiye'de yeni bir barış, diyalog ve mutabakat iklimi meydana getirmesine mi?

Kuşkusuz siyasi denklemlerin üzerinde mühendislik yapmak için henüz vakit erkendir ama ülkenin yönelimi açısından kader belirleyecek fikirlerin düşünülmesi ve sözlerin söylenmesi için kritik eşikteyiz. Mevcut muhafazakar iktidarın varoluş kodlarını simgeleyen TÜSİAD-MÜSİAD işbirliğinin stratejik anlam kazandığı koşullarda Saadet Partisi eğer başka bir dünyanın habercisi değilse ve mevcut neo-liberal ve muhafazakar iktidar yapısının siyasi figürleriyle eş, dost, ahbap rabıtası üzerinden kendine siyasi rota belirleyecekse  Kılıçdaroğlu'nun değişim dalgası umulan yüksekliğe ulaştığında o dalganın altında kalmaktan kurtulamayacaktır.

Değişimin kesintisizlik ihtiyacını kulak ardı edenler, durağanlaşmanın ağır maliyetini yüklenmek zorunda kaldıklarında, yapılan tavsiyelere uyarak neo-liberal muhafazakarlıkla işbirliğinin en iyi yol olduğunu farzedecek Saadet Partisi yöneticilerini kuvvetle muhtemeldir ki hüzün verici bir hezimet bekliyor olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar