Değişim Cumhuriyet'te başlarsa şaşırmayın diye...

Akıllar medyada belli bir gruba takılmış görünüyor; bana yönelik sorular da hep Doğan Grubu'nda değişim umuduyla ilgili. Oysa o gruptan fazla umutlu değilim; dikkatimi Cumhuriyet gazetesi üzerinde yoğunlaştırmayı yeğliyorum. Herkesin büyük grubun patronundan beklediği öngörü zenginliğini İlhan Selçuk hasta yatağında sergilemeye başladı çünkü...

Her hafta mutad hasta ziyareti sırasında verdiği mesajları dikkatle okuyun sizler de göreceksiniz: "Türkiye'de her şey değişir, İlhan Selçuk değişmez" diyenler, "Cumhuriyet'ten ne köy olur ne kasaba" olumsuzluğuna kapılanlar mesajları okuyunca ne diyeceklerini şaşırıyor olmalılar...

Kendi hesabıma ben şaşırıyorum...

Evet, Cumhuriyet gazetesinin çoğu Cumhuriyet'le akran yazarlarının bir bölümü hâlâ onyıllardır yazıp durduklarını –yaşlılığın ve ne beklemişlerse tersinin meydana gelmesinin etkisiyle daha da ağırlaştırarak– tekrarlayıp duruyorlar, ama zamanın ruhunu yakalama yönünde istikrarlı düzelme umudunu ona bağladım ben...

Önceki gün Cumhuriyet'in 'Olaylar ve görüşler' sayfasında yayımlanan 'Çıkış yolu' yazısını kimseler fark etmedi. Köşe yazarları akıllarına geleni yazar ve ertesi gün çıksın diye gazeteye yollar; 'Olaylar ve görüşler' sayfasında yayımlansın diye gönderilen yazılar ise onlarcası arasından seçilir.

Sözünü ettiğim Abdidin Aydoğdu imzalı 'Çıkış yolu' seçilerek konulmuş bir yazı olduğu için önemli.

"Abidin Aydoğdu mu?" hayret nidasını koparacakları uyarayım: Evet, Cumhuriyet'te yayımlanan makalenin yazarı bir zamanların ünlü spor spikeri... Ancak derin ilişkiler içinde olduğu bilinir... Son yıllarda da üniversiteleri dolaşıp 'Söz konusu vatansa gerisi teferruattır' ana-başlıklı konferanslar vermekteydi.

Artık makaleye biraz daha yakından bakabiliriz.

"Ne oluyor?" sorusunun cevabıyla başlıyor yazı: "Aslına bakarsanız bir şey olduğu yok. Demokratikleşmenin son sancılarını çekiyoruz. Daha önce de buna benzer sancılar çekmiş, ara rejimlerle geçici olarak sancılardan kurtulmuştuk. / 27 Mayıs'la başlayan, 12 Mart ve 12 Eylül'le devam eden askeri müdahalelere 28 Şubat, 27 Nisan eklenince Türk Silahlı Kuvvetleri'nin müdahalelerdeki istiap hakkı doldu. Onlar da anladılar ki, bu müdahaleler sorunları çözmekten çok, radikal uçların kuvvetlenmesine neden oldular. Üniter devlet ve ulusal birlik darbelerle sağlanamıyor."

Her ülkenin, güçlü bir ordu, bilimsel çalışmalar yapan üniversiteler ve herkese eşit dağıtılan adalet üçlü sağlam temelleri üzerine oturması gerektiğine işaret ettikten sonra, bizde durumun farklı olduğunu belirtiyor. Şu satırlarla: "Üniversiteleri suskun, adaleti bölünmüş ve güçlü ordusuna rağmen silahlı kuvvetlerinin üzerinden siyaset yapılmaya başlanmıştır. Bu çok, ama çok tehlikeli bir durumdur."

Yazının önemli bir bölümü 'dış güçler' tahliline ayrılmış. Özeti şu: Washington TSK'yla tam bir anlaşma sağlayamamıştır, Erdoğan Hükümeti'nden de kuşku duymaktadır. İran konusunda Türkiye ile ABD arasında sürtüşme yaşanmaktadır. Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi içine alma niyeti yoktur, Türkiye de bu gerçeği anlamıştır...

"Peki bu durumda gruplar ne yapar?" sorusuna şu cevabı veriyor Aydoğdu: "Herkes kendi başının çaresine bakacaktır. / Bu, bütün taraflar için en doğru yoldur. Kimse kimseye hamilik yapma durumunda olmamalıdır. Eğer bu sağlanırsa mevcut hükümet daha rahat bir hareket alanı bulacaktır. Aynı şey TSK için de geçerlidir."

İç politikaya ilişkin tahlili de ilginç: "Bu saatten sonra bu ülkeye radikal hiçbir unsur egemen olamaz. Bunu herkesin kabul etmesi lazım. Türkiye hiçbir şekilde geriye götürülemez. Lâik Cumhuriyet, üniter devlet Türk halkının yaşam tarzı olmuştur. Her kim ki bu tarzı korkuyla veya başka nedenlerle yıkmaya çalışırsa onun altında kendisi kalır."

Sonra? Sonrası şu satırlar: "Burada en büyük görev hükümete düşmektedir. Hükümet sağduyuyla hareket etmek zorundadır. Anayasadaki kanunlar mutlak uygulanmalı ve Türk halkına ciddi anlamda güvence verilmelidir. Çok geç de olsa 22 Temmuz gecesi balkondan verilen sözler tutulmalıdır. Demokrasilerde son sözü halk söyler."

Daha iki yıl önce, "Şartlar olgunlaşırsa darbe meşru olur" diyen birinin şimdiki 'kurtuluş reçetesi' şu: "Türkiye şu sloganı kendisine düstur edinmelidir: 'Seçimle gelelim, seçimle gidelim.' Kurtuluş budur."

"Artık Türkiye'ye 'Çalmayacağım, çaldırmayacağım, Cumhuriyet kanunlarını uygulayacağım' görüşü hâkim olmalıdır" diyor Abidin Aydoğdu ve ekliyor: "Bu, ülkenin kurtuluşudur. Bu sağlandığı zaman çok şey kendiliğinden düzelir. 1950 yılından bu yana çaldığımız ve çaldırdığımız yeter. Son söz milletindir."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.