Pınar KİBAR
Defne Joy´un ölüm nedeni açıklandı
Bugünki habere göre bundan yaklaşık dört ay önce hayatını kaybeden oyuncu Defne Joy´un adli tıp raporu nihayet kesinleşmiş. Aylar süren uğraşın sonunda kesinleşen raporda ''Astım, alkol ve ilaçlar reaksiyon oluşturarak müşterek nedenle ölüme neden olmuş'' ifadesine yer verilmiş.
Bu olayın tibbi yönü tabiki. Ben işin ehli olmadığımdan pek fazla kurçalamak istemiyorum. Defne hayatını ta dört ay öncesi kaybetti, arkasından ileri geri yazmak şu veya bu sebeblerden dolayı öldü demekte istemiyorum.
Ben olaya daha gerçekci tarafından yaklaşmak istiyorum.
Al-i İmran Suresi, Ayet 185- „Her canlı ölümü tadacaktır“ meâli eşliğinde gerçek hayata yolculuk yapalım istiyorum.
Bu gerçek yolculuk, dört büyük meleklerden birisi olan Hz.Azrail (a.s.) ile gerçekleşecektir.
Ama O da sadece bir sebebtir!
Meleklerde sonuçta Allah´ın birer elçisidir. Katiyyen kendi başlarına hiç bir iş yapmazlar. İnsanlar gibi başlarına buyruk hareket etmezler. Emir altında çalışırlar ve emiri hakkıyla yerine getirirler.
Meleklere görev taksimi yapılırken Hz.Azrail (a.s.)´da Secde Sûresin de “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği, canınızı alır, sonra da Rabbinize döndürülürsünüz” görevi verilmiştir.
Olaya bu ayetin ışığıyla nazar ettigimizde O, sadece görevi yerine getirmektedir.
Aynı Defne Joy´un ölüm sebebi gibi.
Sadece Defne´nin ölümünde değil, diğer yakınlarımızın ölümlerinde ilk sorduğumuz soru genellikle şunlardır: Neden ölmüş? Nesi varmış? V.s.
Bizler de sıralarız; yüksek tansiyon, şeker, kalp, kaza…
Ben şimdiye kadar şöyle diyene hiç rastlamadım: Vaadesi bitti, ömür dakikaları tükendi. Veya Azrail (a.s.) emaneti teslim aldı.
Kimse Hz. Azrail´den bahsetmez. Neden mi?
Ayet-i Kerime bunu zaten açıklamış:
Azrail (a.s.) Cenâb-î Hakk'a, "Ruhların kabzedilmesi vazifemden dolayı senin kulların benden şikayet edecekler, benden küsecekler." demiş, Cenab-ı Hak' da hikmetinin lisanı ile demiş ki: "Seninle kullarımın arasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım, tâ ki şikayetler onlara gidip, senden küsmesinler."(Tefsir Ed-Dürr-ül Mensur - Suyutî 5/173- 174; Tefsir-i Ruh-ul Beyan İsmail Hakkı Burusevî 7/114)
O halde ecel gerçeğini yine de unutmamak gerekiyor.
Sebepler dünyasında koşuşturmaktayız, her türlü sebebler ile karşı karşıya kalıyoruz. Lâkin Hz. Azrail´i unuttuğumuz andan itibaren, sebebler dünyasına çok fazla bel bağlayabiliyor hiç ölmeyecekmiş gibi sırf dünya için koşturabiliyoruz.
Ayetin ifadesiyle; “Onların ecelleri geldiğinde, onu ne bir an geri bırakabilirler, ne de öne alabilirler.”
İleri- geri alınmayan ölüme ne kadar hazır olduğumuza şöyle bir gözatalım ve hayatı ona göre yaşıyalım. Biz, ölüme ne kadar hazır olursak hayattan da bir okadar lezzet alacağızdır.
O halde Ölüm meleğini çok sevelim. Hz. Azrail´e selam edelim.
Bakın Üstad Bediüzzaman Şuâlar´da ne güzel ifâde etmiş;
“Bir gün bir duada, ‘Yâ Rabbi! Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin (insanların) şerlerinden muhafaza eyle!’ mealindeki duayı dediğim zaman, herkesi titreten ve dehşet veren Azrail namını zikrettiğim vakit, gayet tatlı ve tesellidâr (teselli veren) ve sevimli bir halet hissettim, ‘Elhamdülillâh’ dedim, Azrail’i cidden sevmeye başladım. Çünkü insanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur. Onu zâyi olmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin bir ele teslimin derin bir sevinç verdiğini kat’î hissettim.”
O halde son sözü üstad Necip Fazıl Kısakürek söylesin:
“O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner, Azrail’e ‘Hoş geldin’ diyebilmekte hüner”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.