Ünal SADE
Darbe fikrini genlerinde taşımak....
Darbe fikrini genlerinde taşımak....
Türk Silahlı Kuvvetlerimiz maalesef sabıkalı.
Darbeleriyle sabıkalı,
Darbe yapıp Başbakan, Bakan asmasıyla sabıkalı,
Nakıs teşebbüs darbe girişimleriyle sabıkalı,(Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Eldiven, Yakamoz –darbe ismi bulma konusunda mahir olduklarını itiraf etmek lazım)
Darbe yapıp Başbakan astıkları yetmezmiş gibi darbe tarihi olan 27 Mayıs’ı “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” ilan edip bir de darbeyi bayram haline getirmekten sabıkalı,
Muhtıralarıyla sabıkalı, E-muhtıralarıyla sabıkalı,
Yaptıkları müdahaleleri “bin yıl sürecek” diye tehditli dayatmaları ile sabıkalı,
Terörle mücadele adına “hukuk dışı” uygulamalarıyla sabıkalı,
Kendi vehimleri ve korkularıyla (irtica) uğraşırken asli görevlerini gereği gibi yapmamasıyla sabıkalı,
Siyasileri yargıçlar, gazeteciler, kendi mensupları ve tüm toplum kesimleri üzerinde oluşturduğu baskılarıyla sabıkalı,
Sokaklarda yürüttüğü tanklarıyla sabıkalı,
Birbirinin içerisine girmiş bu maddeleri çoğaltmak ve içeriğine yüzlerce örnek vermek elbette mümkün.
Son günlerde demokrasi tarihimiz açısından güzel gelişmeler yaşanıyor. Darbeye teşebbüs etmiş TSK mensupları görevli-emekli, asker-general demeden tutuklanıp yargılanabiliyor. Askerler asıl belirleyicinin “sivil siyaset” olduğunu cılız da olsa belirtmek durumundalar.
Cumhurbaşkanının eşi başörtülü diye kapris yapma, karşılama törenlerinde rezillik çıkarma durumunda da değiller.
Eskiden TBMM komisyonuna görüş bildirmeye dahi gelmeyen anlı şanlı rütbeliler “yargının bağımsızlığına” teslim olmuş durumdalar.
YAŞ toplantılarında sivillerin figüran olduğu, olsa olsa kararlara “muhalefet şerhi” düşebildikleri günler de geride kaldı.
Genelkurmay Başkanı ve 3 kuvvet komutanı istifa ettiği halde borsada küçük bir düşüş bile yaşanmıyor. (Anayasa kitapçığı fırlatıldığı günleri hatırlayalım)
Ordu’dan subay ve astsubayları “yargısız” atarken, atılanların belediyelerde dahi işe alınmasına müdahale edilip açlığa mahkum edilmeye çalışıldığı günler de geride kaldı. Tüm ihraç edilenlerin hakları da iade olundu.
Terörle mücadele etmek yerine onlarca web sitesi, radyo kurup “iç siyasete” dizayn çılgınlığı da sona erdi.
En son haber 27 nisan e-muhtırası da Genelkurmay’ın web sitesinden kaldırılmış.
Tüm bu gelişmeler olurken birilerinin özellikle tutuklu generaller konusunda “komplo” kurulduğu, iddiaların komik olduğu yönündeki söylemlerinin henüz tamamlanmamış “darbe” yargılamalarını “şaibeli” hale getirme amacı taşıyan girişimler olarak hep karşımızda buluyorduk. CHP Genel Başkanı gibi sorumluluk makamında olması gereken siyasilerden bir kısmı da meydana gelen bazı “terör” olaylarını “tutuklu askerler yüzünden askerin moral bozukluğuna” bağlama gafletinde bulunabiliyordu.
Geçtiğimiz hafta çok önemli bir ses kaydı gündeme bomba gibi düştü. Konuşma Genelkurmay eski Başkanı Işık Koşaner’e aitti.
Konuşmaya ilk tepkiler malum cephelerden her zamanki taktik içerisinde geldi. Fikret Bila “Konuşma Koşaner’e aitse..” başlıklı yazıyı yazdı. Başta CHP yetkilileri olmak üzere pek çok siyasetçi ve yazar içeriği bir taraf bırakıp konuşmanın “yasal olmayan” şekilde sızdırılmasıyla ilgilendiler.
Allah’tan Koşaner ortaya çıkıp “Noktası, virgülüne kadar” arkasında olduğunu ifade etti de kurtulduk...
Konuşma yıllardır inkar edilen pek çok tartışmalı konunun hem eleştirisi hem de itirafı niteliği taşıması açısından çok önemli.
Koşaner’in konuşması çokça tartışıldı, ben yazımda bu tarihi konuşmadan çıkan pek çok önemli sonuçtan ikisini tekrar dikkatinize sunmak istiyorum.
35. Maddeyi Kaldırsanız Ne Yazar...
Hepimiz iyi biliyoruz bu meşhur 35.maddeyi.
TSK’nın darbelerine hep dayanak teşkil etmiştir bu madde. Kenan Evren 12 Eylül darbesinden sonra yaptığı ilk konuşmada:
“Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanunu’nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.”
Sözleriyle yaptıkları darbeye yasal zemini nereden bulduklarını kamuoyuyla paylaşmıştır. Bu sebepledir ki 35. Maddenin kaldırılması çok önemlidir ve psikolojik değeri güçlü bir düzenleme olacaktır.
Bu konu gündemde son dönemlerde çokça tartışılmaya başlamışken Koşaner meşhur ses kaydında:
“Hani diyorlar ya 35. maddeyi kaldır da bilmem ne maddeyi koy. İster koy, ister koyma. Biz Silahlı Kuvvetler olarak bunun için varız. Bu bizim doğal tarihi görevimiz. Kimse bunun hakkında bize akıl öğretemez. Kimse bunun aksini bize söyleyemez. O zaman bizim varlığımızı inkâr ederiz. Bunu diyemez. Biz de bunu söylediğimiz zaman bazılarının hiç hoşuna gitmiyor. Biz bunu söyleyeceğiz. Ve bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da omuz omuza dimdik başımız dik vazifemizi müdrik bu duygularla kol kola omuz omuza görevimizi yapmaya devam edeceğiz. Bunun başka hiçbir çıkar yolu yok.”
Koşaner’in bu konuşması darbe dönemlerinin kapanmadığı aksine hala komuta kademesinde gerektiğinde başvurulmak üzere kenarda bekletilen bir yöntem olarak benimsendiğinin itirafıdır.
Bu konuşmanın anlaşılır özeti “Biz gerektiğinde darbe yaparız, Bu asli işimizidir ve bunun için varız”ın itirafıdır.
Mustafa Akyol’un tespitiyle “Bu ise, demokrasimizin 60 küsur yıldır karşı karşıya olduğu tehlikenin, “TSK içindeki münferit cuntalar ve çeteler” filan değil, bizzat TSK’nın zihniyeti olduğunun ilanı gibi.”dir.
Konuşmada altı çizilecek en önemli husus budur ve hem 35. Maddenin acilen kaldırılması, hem de darbe yapma teşebbüsünü daha net tarif eden ve cezalandırmayı hedefleyen caydırıcı düzenleme ihtiyacını acil olarak ortaya koymaktadır.
Hani Balyoz bir komploydu...
Balyoz Planı soruşturması hepimizin bildiği üzere Mart 2003 de 1.Ordu Komutanlığında hükümeti devirmek için bir askeri plan hazırlamasını konu alan bir yargı süreci olarak halen devam etmektedir.
Balyoz soruşturması bizzat askerin gözetiminde Gölcük Donanma Komutanlığı “askeri istihbarat” birimlerinin odalarında bulunanlar dahil binlerce belgeye dayalı olarak “yargı” önünde yürüyen önemli bir dava iken birileri sürekli böyle bir şey olmadığını, amacın askeri yıpratmak ve etkisini azaltmaya yönelik bir komplo olduğunu söylemeye devam ediyordu. Önce inkar edilen konu sonrasında bir senaryo olarak basite indirgenmeye çalışılıyordu.
Amacın hem yargıyı sıkıntıya sokmak hem de yargılamayı halkın gözünde şaibeli hale getirmek olduğu açık olarak belli olan bu çabalar Koşaner’in konuşmasıyla boşa gitmiş ve “Balyoz Darbe Planı” en üst düzeyde itiraf edilmiştir.
İşte meşhur konuşmada yer alan “Balyoz” itirafı:
“Balyoz’da, bizi üzen taraf neyimiz var neyimiz yok çaldırmışız. Konuşmalarımız dâhil. Ne konuşuyorsak var adamların ellerinde, namerdin eline malzeme verdik. Şimdi bizi üzen taraf arkadaşlar 1’inci Ordu’da her şeyimizi çaldırmışız. Her şeyimizi. Seminerle ilgili neyimiz var, neyimiz yok çaldırmışız. Yetkisiz kişilere ulaşmış konuşmalarımız dâhil. Esas rezalet bu. Nasıl bu olur yav, nasıl bu olur. Ne konuşuyorsak var adamların elinde. Sıkıntı burada. Bu rezilliği yapmışız. Balyoz’un hikayesi bu. Suç olan kısmı da işin içerisinde olabilir, onu burada kaydı-ihtiyatla sayıyorum. Ama bunlar hep bizim aleyhimizdeki kişilerin eline çok güzel malzeme verdi. Maalesef namerdin eline malzeme verdik. Balyoz’un, günahı, vebali 1. Ordu’ya ait. Karargâhtan böyle planlar nasıl dışarı çıkar izahı yok, kim verdi, biz verdik. Hiç kimseyi suçlayamayız. Bunların günahı, vebali, hatası koskoca 1. Ordu’da bir plan semineri yapılıyor. Tüm planlar tüm teferruatıyla milletin elinde şimdi. Bir de bu rezalet var. Nasıl olur yav, bir ordu karargahından bu bilgiler nasıl çıkar ya.”
Bu konuşmadan sonra söylenecek söz yok. Konu zaten yargıda.
Koşaner’in konuşmasının benim kanımca en önemli yönü yukarıda sıraladığım iki konudur. Erlerin özel işlerde kullanılması, hukuk dışı yöntemlerle iş yapılmanın alışkanlığa dönüşmesi, TSK’da emir-komuta birliğinde yaşanan sıkıntılar, çatışma anında silahını bırakıp kaçan komutanlara, her yere kontrolsüz döşenen (kendi askerlerimizin de ölümüne yol açan) mayınlara, hatalı yapılan sınır karakollarına, İHA rezaletine kadar pek çok önemli konuda söylenen sözler, eleştiri ve itiraflar da ayrıntılı bir şekilde elbette tartışılmalıdır.
Yasamaya, yargıya ve kamuoyuna düşen o kadar çok görev var ki bu konuşmada. İzlemeye devam edelim.
unalsade@mynet.com
Not: Bu Yazı “ Asker-sivil ilişkilerinde bize düşenler... ” Başlığıyla YENİ ŞAFAK Gazetesinde de yayınlanmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.