xxx09
Çok sevdim ben bu Roman buluşmasını
Günler sonra ilk kez... Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir konuşmasını baştan sona gülümseyerek, katılarak, heyecanlanarak, “Helal olsun” diyerek izledim.
Günler sonra ilk kez... Sert adımlarla her yeri inleten, asık yüzlü ve gösterişe dayalı bir siyasi toplantı yerine, her tarafından neşe ve hayat enerjisi yükselen bir toplantı izledim...
* * *
Mutluyum çünkü: Her duyduğumuzda hepimizde küçümsemeyle karışık bir neşe uyandıran “İlle de Roman olsun” şarkısı, ilk kez “Romanların kimlik bilinci marşı” haline geldi...
Mutluyum çünkü: Camide saf tutan müminler arasında bile ayrımcılığa tabi tutulan Romanlara, memleketin Başbakanı, “Sizler birinci sınıf vatandaşsınız” dedi.
Mutluyum çünkü: Bir Başbakan ilk kez “Romanların efendisi” değil, “Romanların hizmetkârı” olacağına söz verdi.
Mutluyum çünkü: Tekirdağ otobüsüne atlayıp büyük bir heyecanla İstanbul’a gelen kırmızı kazaklı Roman delikanlısının gözlerinde, birinci sınıf vatandaş yerine konulmanın heyecanını gördüm.
Mutluyum çünkü: Kibariye’yi ilk kez bu kadar gururlu gördüm.
Mutluyum çünkü: Romanlarla aynı çamuru çiğnediğini, aynı hayatı yaşayarak yetiştiğini destansı bir dille anlatmaktan çekinmeyen bir başbakan gördüm.
Mutluyum çünkü: Sürgüne gönderilerek, aşağılanarak, küçümsenerek aramızda yaşayan Romanlar, bu buluşmanın ardından artık “buçuk vatandaş” olarak kabul edilmeyecekler.
Haftanın en ilginç 5’i
* BİR: “Genç bir imam olarak Fethullah Gülen portresi”ni anlatan Eşrefpaşalılar filminin reklamının, “anti-Fethullah Gülen” gazete olan Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanması...
* İKİ: Liberallerin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na karşı saldırıya geçmesi...
* ÜÇ: Türk televizyonlarının izlenmeye en değer programını yapan Okan Bayülgen’in önlenemez bir sıradanlığın pençesinde kıvranmaya başlaması...
* DÖRT: İstanbul’un en cici, en kalburüstü tiplerinin, İstanbul’un en gözde mekanında sigara yüzünden yumruk yumruğa kavga etmesi...
* BEŞ: Tıpkı diğer Türk klasikleri gibi Halide Edip’in “Kalp Ağrısı” adlı romanın da, ancak dizisi çekildiğinde ele alınması...
Cindoruk’a dedim ki
GEÇENLERDE bir akşamüzeri Demokrat Parti Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk’la buluştuk. Derin birikimi ve engin tecrübesiyle bir Türkiye panoraması çizdi bana... Yararlandım.
Ama sanırım Cindoruk da benden yararlandı...
Çünkü kendisine bir konuda itirazım oldu.
Özetle dedim ki:
“Hüsamettin Bey... Siz bugün hükümeti oluşturan kadroların, tarikatlara özgü bir disiplin içinde memleketi İslami bir dönüşüm içine sokmayı hedeflediklerini söylüyorsunuz. Bu yaklaşımınız pek isabetli değil. Çünkü bu hükümet, bir kadro hükümeti değil, tek adam hükümeti. Tayyip Erdoğan, her şeyin bileşkesi... Dolayısıyla laiklik endişeli eleştirilerden, tek adam endişeli eleştirilere geçmelisiniz.”.
Dikkatle dinledi...
Ve “Bunu dikkate alacağım” dedi.
Ustaların ustasına ajan provokatör dersi
MAHİR Kaynak, “Ben eskiden istihbaratçı idim, ajan provokatör değildim” demiş.
Sonra da “istihbarat elemanı” ile “ajan provokatör”ün görev tanımını yapmış.
Mahir Kaynak’a göre...
İstihbarat elemanı, “Kendisiyle herhangi bir ortak hedefi olmayan kişi ve grupların arasına sızıp onlar hakkında bilgi toplayan ve bağlı olduğu servise veren kişi”
imiş...
Yine Mahir Kaynak’a göre...
Ajan provokatör ise, “Herhangi bir suçu işleme niyetinde olmayanları önce bu eylemi yapmaya ikna edip sonra onları ihbar eden kişi” imiş.
* * *
Benim Mahir Kaynak’a iki itirazım var:
* BİR: “Herhangi bir suçu işleme niyetinde olmayanları önce bu suçu işlemeye ikna etmek” diye bir şey söz konusu olamaz. Dünyanın en yetenekli ajan provokatörü bile, “Kanarya Sevenler Derneği”ne sızıp, adamları devlete karşı suç işlemeye ikna edemez.
* İKİ: 12 Mart’ta Mahir Kaynak, solcuların arasına sızdığında sadece olan biteni izlemekle yetinmedi. Bol retorikli konuşmalar yaptı, “sertlik yanlısı Tamil gerillası” gibi davrandı, “daha ne duruyoruz?” dedi... Yani “Suç işlemeye niyeti olanları” suça teşvik etti... Eğer buna “ajan provokatörlük” demeyeceğiz de ne diyeceğiz?