Çoban Ve Ağaç

          Ömrümüz boyunca eşine rastlamadığımız ve İnşallah bundan sonra da (Rabbimizin izni ile)  yaşamayacağımız bir Ramazan/Oruç daha geçirdik. Bu günler başta bizler olmak üzere çocuklarımızın,  torunlarımızın zihinlerinde, gönüllerinde unutulmaz izler bıraktı. Teravih yok, davet yok, bir araya gelmek yok;  kısıtlama çok, yasak çok, hareketsizlik çok… Bu günleri yaşayanlar ömürlerinin kalan dönemlerinde  bu günleri görmeyenlere nasıl-neler anlatacaklar kim bilir. 

         Bendeniz de değişik sebeplerle, Salgının (covit 19)  gölgesinde yaşadığımız bu Ramazanda yazı yazamadım.  Bayramın bu ikinci gününde eski yazılarımı karıştırırken antoloji com da şiirlerimin arasına sıkışmış, orucu, ramazanı pek güzel anlatan alıntı bir hikâyeye rastladım. Bu Ramazandan bir hatıra olsun diye bu hikâyeyi köşe yazısı olarak sizlerle paylaşmak istedim.

ÇOBAN VE AĞAÇ

        “….Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak: 'Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık'.

Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kur'an'ını okumaya koyulurdu.

Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı.

Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı.

Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı, en güzel elmayı şıp diye koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken:

- 'Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi.' Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan. Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi.

Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense birşey düşmemişti. Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşlari, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andiran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini.

Yavrusu, meyve verdiğin günden bu yana ilk defa reddediyordu onu.

İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu. Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinde daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Birşey hatırlamıştı.

Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken:

- 'Canım ' dedi, hıçkırıp ağlayarak...

- 'Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bugünün Ramazan'ın ilk günü olduğunu…”

    Rabbim Ramazanın bittiği, bayramı yaşadığımız şu gümlerde sana dua ediyoruz:  “İsrail’in Filistin’e saldırıları ile yine burnumuzdan gelen bu Ramazan ve bu Bayram,  son buruk, son acı, son hüzünlü bayramımız olsun. Allah’ım,  tüm ümmeti Muhammed’e merhametinle muamele et! Allah’ım bizlere,  akıl,  güç, cesaret ve şuur ver!  Allah’ım Ümmet-i Muhammed’e sen merhametinle muamele eyle… Amin.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum