Çifte hakikatin partisi siyasi başarının mecrasını ararken

Ergenekon’dan başlayarak bütün önemli gelişmeler ve genel olarak da siyaset, büyük ölçüde iktidardaki AK Parti’nin alternatifinin hangi siyasi seçenek olduğu çevresinde beklenti içinde gözüküyor. AK Parti’nin doğal ömrünün sonuna yaklaştığını varsayan analizler bile Türkiye’de toplumsal dinamiklerin geçirdiği köklü evrimden sonra mesela bugünkü CHP’nin dünya görüşünün tek başına iktidar olma ihtimalini hayli zayıf görüyorlar. Buna karşılık, AK Parti’den sonra bu partinin dayandığı sosyal temelleri benimsemiş benzer siyasi oluşumların iktidar alternatifi olabileceklerine dair kuvvetli bir kanaat var.

Kriter böyle belirlenince şu anki CHP’nin yanısıra bugünkü MHP’nin de tek başına iktidarı ihtimal dışı kalıyor. Çok zorlama bir yorumla CHP-MHP koalisyonu senaryosunun ise, bırakalım genel muhafazakâr/sağ/dindar seçmeni, MHP’lileri bile son derece olumsuz etkilediği bütün kamuoyu araştırmalarında açıkça görülebiliyor. Mesela 2007 genel seçimlerinde MHP yönetiminin yoğun çabasına rağmen engellenemeyen CHP-MHP koalisyonu şaiyasının MHP’nin oylarını aşağı çeken etkenlerin başında geldiği biliniyor.

Yeni bazı oluşumların (Şener, Sarıgül, yeni DP) politik kimlik itibariyle AK Parti’ye pek benzemedikleri gözönünde bulundurulursa iktidar partisinin hitap etmeyi başardığı toplumsal dinamiklerin kitlesel olarak yöneleceği alternatif bakımından siyasette hâlâ bir seçenek kıtlığı yaşandığı söylenebilir.

AK Parti’nin bıraktığı yerden yola devam etmeye en yakın siyasi parti olduğu farzedilerek bu analizde en şanslı görülen Saadet Partisi, 2002 seçimlerinden başlayarak 2009 yerel seçimlerine kadar tam bir siyasi çöküş yaşamışken partinin başına Kurtulmuş’un geçmesiyle ortaya konan yeni dil, üslup ve açılımla, beklenen siyasi seçenek olma yoluna girdiğine dair heyecan yaratmaya muvaffak oldu. Eğer seçimin hemen arifesinde yaşanan kimi iletişim kazaları olmasaydı Saadet, müteaddit kamuoyu araştırmalarında ortaya çıktığı gibi muhtemelen yüzde 8-10 arasında bir oy oranına ulaşabilecek ve artık barajı aşmış bir parti olarak genel seçimlere hazırlanacaktı.

Bu iletişim kazalarını bilen biliyor, hatırlatmaya gerek yok!

Saadet Parti’sinin, Kurtulmuş’un genel başkan olmasından bu yana geçen siyasi performansına toz kondurmayan ve takdirlerini gizlemeyen bütün tahlillerde bir şeyin yolunda gitmediği ve eksik bir tarafın kaldığı hissinin güçlü biçimde varlığını koruduğuna dikkat çekmek gerekir.

O tahlillerde adı konulmakta güçlük çekilen şey Saadet Partisi’nde “çifte hakikat”in yürürlükte olmasıdır.

Bunun anlamı şudur ki, partinin genel başkanı olarak Kurtulmuş’un ortaya koyduğu politikalara, kamuoyuna açıkladığı görüşlere, geliştirdiği üslup ve dile, dünya ve Türkiye’ye ilişkin son derece etkileyici analizlere rağmen partisinde 70’lerden tevarüs edilen dil, üslup ve bakışaçısı da aynı anda, eşzamanlı olarak adeta paralel iktidar olarak varlığını sürdürmektedir.

Sözgelimi “demokratik açılım” konusunda Kurtulmuş, hazırlanan değerlendirme ve çözümleri kamuoyuna sunduğu ve çözüme katkı yapan tek siyasi parti olarak taltif edildiği bir sırada, üstelik de 29 Mart seçimlerinde aday bile olmuş bazı yöneticiler “Kürt sorunu yoktur” beyanatları verebildiler. Hem de ulus devletin en kritik meselesinin kültürel, dinî ve etnik farklılıkları yoksayması olduğuna dair partinin siyasi arşivinde 40 yıllık birikim bulunmasına karşın.

Kurtulmuş militarizme karşı ve siyaset-ordu ilişkisiyle alakalı en ileri demokratlık basamağından konuşurken partisinin en üst karar merciine mensup bazı isimler en geri ve en koyu militarist söylemi dile getirebildiler. O cümleleri işitenler, bunun, “biz orducu solcuyuz/sosyalistiz” retoriğinin Milli Görüşçü lisanıyla tekrarlanmasından başka bir şey olmadığını düşünmekte haksız sayılmazlar.

Ulus devletin derin meselelerinden biri olan azınlıklar meselesinde, Bartholomeos’un, cemaatiyle ilgili sorunları dile getirirken başvurduğu metafora Dışişleri Bakanı’nın verdiği cevabı hafif ve yetersiz bulan ve ona “haddini aştığını” haykıran da yine Saadet Partisi’nin en üst karar merciinden bir isimdi.

Ulus devletin etnik, kültürel ve dinî konulardaki tıkanıklıklarının ancak demokratikleşme, şeffaflaşma ve milli iradenin güçlendirilmesiyle telafi edilebileceğine inanan geniş kitleler, haklı olarak Saadet Partisi’nde bir Kurtulmuş’un, bir de başka bir iradenin hakikati bulunduğunu düşünüyor ve bu iki temsil arasında kaldıklarından partinin oyunun 29 Mart 2009 seçimlerinden bu yana yarım puan bile yukarı çıkmasını sağlayacak desteği vermiyorlar.

Kesin olan şudur ki, Saadet Partisi’nde Kurtulmuş’un hakikati ve temsili, tek hakikat ve tek temsil haline gelene dek bu hal devam edecektir. 

kenan@camurcu.com

Önceki ve Sonraki Yazılar