Recep KOÇAK
Çelik Çomak
Günlük gazeteler bilirim neden orada olduğu ve okuyucuya ne verebildiği anlaşılamayan “köşe” yazarları vardır. Adamların işi zordur. Aldıkları parayı hak etmeleri gerekir. Ne yapsınlar, köşelerinin dolması için ıkınacak sıkınacak bir şeyler çiziktirecekler her defasında.
“Vay, vay vay..” diyor onlardan biri, “Deniz Feneri başkanı yurtdışına kaçmış. Yardımları toplayıp yurtdışına kaçırdıkları iddia edilmişti, demek ki doğruymuş.”
Birisi, “Tanıyorum, kefilim dediğiniz dernekle ilgili yazılanlara ne diyeceksiniz?” sorusuyla Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a çatıyor.
Bazı gazeteler, “Deniz Feneri şu kadar kurban kestiğini söylüyor ama hepsini kestiğini ispat edemedi” diye yazdı. Kendilerine tekzip ve tazminat davaları açıldı.
Gazetelerden birisinin tepe yöneticisini ziyaret ediyor dernek yetkilileri.
“Gerçek olmayan bilgilere yer verdiniz” diyor dernek sorumluları.
Gazete yetkilisi, “Bilgilendirme konusunda yetersizliğiniz oldu anladığım kadarıyla. Arkadaşlara sizi aramasını söylemiştim” diyerek “en iyi savunma saldırıdır” taktiğini kullanıyor.
“Kurbanla ilgili sıcak gelişme Pazar sabahı yaşandı. Saat 06.30’da Genel Başkanımız evinden emniyete götürüldü. O gün saat 12.30’da web sitemize açıklama koyduk. Aynı bilgileri bülten olarak bütün medyaya, -sizin gazeteniz dâhil- ulaştırdık. Ayrıca sizden kimse bizi aramadı” karşılığını veriyor dernek yöneticileri.
Gazete yetkilisi bir muhabir çağırıyor, “Haber yapalım” talimatını veriyor.
…
Deniz Feneri konusunda yazdıkları yazının, yaptıkları haberin sayısını unutmuş bir koro ellerine yeni tutuşturulan düdüklerle çok mutlular.
Herhangi birinin doğruyu yazmak, gerçeği ortaya çıkarmak gibi bir derdi olmadığı için Deniz Feneri’ne ya hiç sormuyorlar, ya da sorularına takla attırıp kullanamayacakları kadar düzgün cevaplar aldıklarında, hoşlarına gitmeyen açıklamadan tek kelime yazmıyor, çektikleri görüntüden tek kare göstermiyorlar.
Garibim muhabirlerin önüne “halis, hakiki, sızma” zeytinyağı, pardon haber malzemesi konuyor. “Yaz oğlum bunu, istediğin ve alışık olduğun gibi “takla attır”, evir çevir muhatabına vur” deniyor.
“Emredersin patron” demekten gayrı “insan hakkı” var mı ki, zavallı muhabirin.
Onlardan biri, “Yurtdışında yaptığınız yardımlar denetlenemiyormuş?” doğru mu diye soruyor dernek yetkilisine. Yurtiçinde ve yurtdışında bir çorabın bile kaydını tutan ve hesabını veren bir yardım kuruluşuna bu nasıl sorudur, bu nasıl ithamdır Allah aşkına?
Yetkili açıklama yapıyor, bilgi veriyor, iddiayı yalanlıyor.
İlgili televizyonun ana haber bülteninde bakıyorsunuz yetkilinin cevap cümlesinin ilk kısmı alınmış, gerisi çöpe atılmış.
Nasıl olsa vatandaşın doğruları bilmeye hakkı yok.
Önemli olan kafaların karışması için takla attırılmış birkaç cümle, birkaç da eski-yeni görüntü ile haberin kotarılması.
“Hedefe varılmıştır, başka bir emriniz var mı patron!”
“Bunlar kokmuş et dağıttılar” diye haber yapıyor bir televizyon.
“Bu görüntüler nerede çekilmiş” diye soruluyor haber merkezi yetkilisine, “Ankara’nın filan ilçesinde çekilmiş” karşılığını veriyor.
“İyi de kardeşim biz orada kurban kesmedik, oradan et almadık. Bu bir komplo, bir tuzak, koca bir iftira. Lütfen düzeltici yayın yapın”.
“Tamam” diyor ve bir muhabir, kameraman gönderiyor.
“Kokmuş et” iftirasına cevap veriliyor Genel Başkanın ağzından.
Haber yayınlanıyor ama kokmuş et suçlamasına cevap kısmı yok. LÖSEV başkanının açıklaması yanında garnitür olarak kullanılmış Deniz Feneri Derneği Genel Başkanının izahları.
Tek yol kalıyor, hukuki mücadele.
Mahkemede haberlerinin kaynağını ortaya çıkaracaklar, gösterilen etin Deniz Feneri’ne ait olmadığını itiraf etmek zorunda kalacaklar.
Bu gerçek ne zaman ortaya çıkacak peki?
“Ölme eşeğim ölme, yaz gelince yonca biçeyim”.
Mahkemeyi Deniz Feneri kazanacak da sonra hangi televizyondan duyurabilecek, “Ey ahali o kanal var ya, sizi kandırmıştır. Bizim haklı olduğumuzu yüce yargı ortaya çıkardı” diyebilecekleri bir televizyon ekranı bulabilecekler mi Deniz Feneri yetkilileri.
Televizyoncusuna, gazetecisine, “Yazdıklarınız yalan, bu yalanlarınızın kaynağı neresi? Neden yayın yapmadan önce bize sorup teyit almadınız? Sorusu yöneltildiğinde farklı farklı devlet kurumlarını işaret ediyor onlar.
Mesela birkaç gazete, “Deniz Feneri personeli Arif uzun kimlik tespiti sırasında kendisinin genel başkan olduğunu söyledi ama içeri atılmaktan kurtulamadı” şeklinde istihzalı haberler yaptı.
“Ağlar mısın, güler misin? Arif Uzun böyle bir şey yapmaz. Sakin, kendi halinde bir gençti Arif. Espri yaptı da yanlış mı anlaşıldı acaba?” diye araştırıyor avukatlar.
Küçük (!) bir karışıklık olduğu anlaşılıyor. Meğer Genel başkanın belgesi ile Arif Uzun’un belgesi karıştırılmış, zabıtlara öyle geçirilmiş (!), gazetecilere öyle servis edilmiş.
İnanalım mı?
Devlet kurumları ya da devlet memurları, devleti temsil eden hatırlı kişiler neden gerçek olmayan bilgileri sızdırsın ki medyaya?
Sonunda kaybeden bu ülkenin insanı olmayacak mı?
Kurumlara, kişilere güveni yok ettiğinizde siz kendinizi çok mu güvende hissedeceksiniz.
Genel olarak güvensizliğin hâkim olduğu bir ortamda, bir ülkede, bazı insanların huzurlu olabileceği nasıl düşünülebilir?
Deniz Feneri yetkilileri bir buçuk iki yıldan beri kör kuyulara bir takım karanlık mihraklar tarafından atılan taşları bu ülkenin sağduyulu, vatansever, iyiliksever insanlarının da yardımı ile çıkarmaya çalışıyor.
www.denizfeneri.org.tr adresinden çok detaylı açıklamalar, yalanlamalar, bilgilendirmeler yapılıyor. Esasen oraya konulan her bilgi tüm medyaya servis de ediliyor. Sayıları az da olsa bazı televizyonlarda yer veriliyor bu çığlıklara.
Deniz Feneri ile ilgili son uçurulan yalan balonuyla ilgili çok detaylı bilgiler mevcut bahsedilen adreste.
Deniz Feneri’nin yurtdışına neden yardım yaptığı eleştiriliyor son balon haberde. Türkiye’yi yurtdışında tanıtan, bağışçıların şartlı olarak emanet ettikleri yardımları felaketzedelere ulaştırarak ülkeler arası ilişkilerin güzelleşmesine katkı sağlayan bir derneğin madalyalık işlerinin eleştiri konusu yapılması akıllara ziyan bir kafanın ürünüdür.
Deniz Feneri topladığı veya gelen bütün yardım ve bağışların yüzde 90’lık kısmını yurtiçinde, geri kalan yüzde 10’luk kısmını yurtdışında 47 ülkede dağıtmış. Belgelerini de kamu denetçilerine ibraz etmiş.
Kamu denetçisi yurtdışı yardımlarını gidip yerinde denetlemek istiyor da buna mevzuat müsait değilse, suç Deniz Feneri’nin mi olur?
Mevzuat yeniden düzenlenir, denetçimiz yurt içinde yaptığı titiz ve tatmin edici denetimin aynısını dışarıda da yapar hale gelir.
Ayrıca Endonezya, Pakistan ve Nijer gibi Deniz Feneri’nin büyük ölçekli yardımlar yaptığı ülkelere zaten özel olarak İçişleri yetkilileri gidip denetim ve raporlama yapmışlar.
Denetçinin, “suç teşkil etmemekle birlikte” diye başlayan bir dizi hatırlatmaları, tavsiyeleri “yolsuzluk dosyasının ortaya çıkması” havasında mı verilir.
Her yıl milyonlarca yardım hareketi ve kayıt kuyut işlemi olan bir dernekte tavsiye edilebilecek birkaç husus bulamamak yadırganacak bir durum olmaz mı idi?
Denetçi iyi niyetinden şüphe etmek istemediğimiz bir yaklaşımla işlerin daha sağlıklı ve daha güzel olması için hatırlatmalar yapmış.
Türkiye’den herhangi bir dernek, vakıf ya da şirket benzer titizlikte incelensin haklarında doktora tezi çapında tespitler yapılmayacağını kim iddia edebilir.
Herkes kendini bilmiyor mu?
Devam eden yalan rüzgârlarının başlamadığı dönemde Deniz Feneri’nin sağlam kayıt düzeni, tıkır tıkır işleyen sistemi ve şeffaflığı ile tanışan herkes sadece hayranlığını dile getiriyor, tebrik etmekten kendini alamıyordu.
Ne var ki zehirli “yalan rüzgârı” herkesi etkilemişe benziyor.
Gazetelerin bazılarının kimi köşe yazarları ve gariban muhabirleri, televizyon programcıları ellerine verilen düdükleri çalmaya çok alışmışlar.
Patronları hangi makamdan istiyorsa, onlar o makamdan çalıyor.
Onların çoğunu sokakta çelik çomak oynayan çocuklara benzetmek de mümkün. Fakat o durumda kendileri çok masum, çok güçsüz ve aynı zamanda çok zavallı bir pozisyona itilmiş sayılacaklarından bu benzetmeyi yapmayalım.
Onların yöneticilerine, patronlarına seslenmek daha yerinde olabilir:
Sizin inandığınız bir değer yok mu beyler? Hayatta üzerine titrediğiniz ve zarar görmesinden korktuğunuz bir varlığınız mevcut değil mi? Adamlarınız aracılığıyla çamur attığınız, iftira yağdırdığınız, yağlı kara çaldığınız kişi ve kurumların içinden bir tek masumun duasının kabul oluvermesi ihtimalini hiç hesaba katmaz mısınız?
Ben söyleyeyim: O gün, çelik çomak oynayacak bir pozisyonu bile ararsınız, düdüğünü çalacak birilerini bulmayı çok arzu edersiniz ama bulamazsınız.
O gün sizi görmeyi dilemem. Size acıyacağımdan değil, insanlığımdan utanmamak için.
Size bugünden tek şey söylüyorum: En sevdiğiniz yakınlarınızın bir gün iftira belası ile yüz yüze gelmesinden korkmuyor musunuz?
“Korkarım” derseniz Deniz Feneri üzerinden elinizi çekin. Orası mağdur ve gönlü kırık insanlara yardım yapmanın dışında hiçbir işle meşgul olmadı.
Belki hayatınız boyunca böylesi “nesli tükenmiş” insanlarla tanışmadınız ama inanın ki Deniz Feneri ailesinin iyilik dışında bir çabası, kaygısı ve düşüncesi olmadı.
Orada da hukuken ve ahlaken suç teşkil etmeyen küçük usûl hataları ya da kusurlar ararsanız bulabilirsiniz. Ama unutmayın ki o kadarını her yerde, hatta kendi evinizde bile bulabilirsiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.