Av. Turgay ŞAHİN
ÇALIŞMA HAYATINDA KADIN OLMAK veya KADIN OLARAK ÇALIŞMA HAYATINI ŞEKİLLENDİRMEK
ÇALIŞMA HAYATINDA KADIN OLMAK veya KADIN OLARAK ÇALIŞMA HAYATINI ŞEKİLLENDİRMEK
“Çalışma hayatında” konulu bir yazı yazmak için klavyenin başına geçtiğinde doğrusu yanlış bir konu seçtiğimi düşündüm! Zira moda ve modern kavramların cazibesine kapılmış bir dünyada, alışılmış kalıpların dışında şeyler ifade etmenin risklerinin farkındayım.
Çünkü, kadın-erkek eşitliğini çalışma hayatının her alanında kadın ve erkeklerin aynı şartlarda çalışması olarak anlayan kafa yapısı halen egemen ve dünyaya “Sovyet Propaganda Afişleri”nin çizgisinde bakmaya devam ediyor.
Özellikle Sovyet Propoganda afişleri örneğini verdim zira , neredeyse tek tip renk ve grafik tercihlerinin boy gösterdiği bu afişlerde kadınlar nedense hep, ellerinde irice bir cıvata anahtarı, bir balyoz veya çekiçle resmedildiler. Entelektüel dünyada hala gizli egemenliğini sürdüren bu anlayışa göre otobüs şoförlüğü yapan, otomobil tamirhanesinde motor bakımı yapan kadınlar kadın-erkek eşitliğinin sembolü, kadınların iş hayatında geldiği yerin, erkek egemen alanları ele geçirişinin numunesi olarak gösterilir.
Oysa Philip Zimbardo’nun dilimize de çevrilen “Bitik Erkekler” kitabında, eğitim hayatında kız çocuklarının, erkek çocuklara ciddi fark attıkları üzerinde durulur ve akademik kariyer mesleklerinde kadınların gelecekte açık farkla öne geçecekleri öngörüsünde bulunulur. Yani kadınların erkeklerle gerçekten rekabet ettikleri ve öre geçme şansı buldukları alan, zihinleri totaliter imgelerle mühürlenmiş tiplerin düşüncelerinin aksine kol gücü değil zihin gücüdür.
Aslında buradan bir başka tabu alana, ezberlerin dışında bir şey yazmanın çekinilen bir konu olduğu “ÇALIŞMA” kavramına değinmek ve kutsallaştırılan bu kavrama biraz çomak sokmak istiyorum..
Modern toplumda "çalışma" üretim-tüketim ilişkileri merkez alınarak belirlenmiş bir kavramdır. Amacı üretimdir (makro planda). Çalışan kişiler açısındansa, hedeflenen refahı elde etmek için "katlanılan" zorlukları ifade eder. Modem toplumda kişileri çalışmaya iten şey, daha çok tüketmek için üretimden pay alma beklentisi ve çalışma zamanlan dışında kalan "boş zamanlar"ıdeğerlendirme isteğidir. Şimdi özellikle çalışma kavramı üzerinde duracak ve tüketim toplumundaki yerini saptamaya çalışacağız.
"Milli Kültürler ve Medeniyet" adlı kitabında Aziz Lahhabi çalışma kavramına ve bu kavramın Batı dillerindeki kökenine değinir. Buna göre batı dillerinde çalışmak (travailler) işkence (tripalione) kökünden gelir, (çalışma kampı denince neden akla kötü bir şey geldiği anlaşılıyor.) Doğum odasına da "seile de travail" çalışma salonu denmesinin esbab-ı mucibesı budur.
Aslında "çalışma", "işçi". “işçi haklan” gibi kavramların şekillendiği ve günümüzdeki anlamını almaya başladığı zaman, sanayi devrimi sıralarıdır. Üretim efsanesinin oluştuğu ve tanımlandığı sanayi devrimiyle beraber çalışma kavramı da yeni bir şekil almıştır.
Tüketim toplumunun teşekkülünden önce insanlar için çalışmanın anlamı farklıydı. Bu yargı "tüketim toplumu"nu bir çekirdek olarak içinde taşıyan eski hristiyan- batı âlemi için her zaman doğru olmayabilir. Zira Hristiyanlarm, mazlum insanlar toplumu olmaktan çıkıp kiliselerin büyük topraklara sahip olması, geri kalan topraklara da feodal beylerin hükmetmesi "çalışma"yı işkence (tripalione) yapabiliyordu. Bunun için müstakbel tüketim toplumunun gelmesi beklenmiştir. Sanayileşme ve tüketim toplumuna ulaşılmasını hristiyan kültüründeki köklere ve bu kültürün geçirdiği merhalelere bağlayan John NEF "Sanayileşmenin Kültür Temelleri" adlı eserinde bu konuya ayrıntılarıyla değinir.
Oysa ruh ve beden arasındaki ilişkinin sağlıklı tahlillerinin yapılabildiği bu geleneklerde dengenin gözetilmesi üzerinde durulmuştur. Ruh güzelliklerine giden yolun, bedeni çalışmalar ve çabalardan geçtiği bilinmektedir. Böylece çalışmak vazgeçilmez ve özünde güzel bir faaliyet olarak algılanmış, daha ileri boyutta ruh olgunluğu için daha çok çalışma üzerinde durulmuştur. Amaç sadece kazanmak ve tüketmek değildir. Bu öyle anlayış farklılığı getirir ki, modem dünyada işlen kaytarmanın -anlaşılmadığı takdirde -hiçbir sakıncası olmaz ve bir şey kaybetmezsiniz, fakat amacın ruhu yüceltmek olduğu toplumlarda işten kaçmak son derece mantıksızdır. Bir kere fertler çocuklarından beri çalışmanın kutsallığından, emek sarf etmenin manevi gelişimdeki yerinden haberdardırlar. Zaten bu tür toplumlarda sıkça vurgulanan manevi üstünlükler kazanmaktır, çok çalışıp çokça tüketmenin üzerinde bile durulmaz. Böylece doğal olarak manevi tekamül için gerekli formlar ön plana çıkar. Tıpkı çalışmak gibi.
Friljhof Schuon, "Dünya mutsuzdur, çünkü insanlar kendi seviyesinin çok alanda yaşamaktadırlar der. Gerçekten de, manevi tekamül için var edilen insanın tüketim, refah gibi süfli hedeflerin peşinden koşması için kanatlandırılmış bir varlıktan ısrarla kendisine, bulunduğu yeri eşelemesi ve kafasını göklere kaldırmaması telkin edilmiştir, işin acı tarafı insanlar bu telkinlere fazlasıyla kanmış ve değer vermişlerdir.
Şimdilerde ezilen işçilerden, sömürülen emekten bahsedilirken çözüm olarak sosyal devlet, sosyal haklar gibi nicel seçenekler sunulmaktadır. Bizce problemin nicel çözümler parantezi içinde değerlendirilmesi, aranılan cevabın asla bulanamamasına sebep olacaktır. Evet, kısmi ıslah hareketleri değil, nitel bir sıçrama olan köklü fikir inkılâpları sonuç getirebilir. Zira "zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan" işçilerin birleşmeye, haklarını aramaya çağrılması bir anlayış değişikliği olmadan hiç bir anlam ifade etmemektedir. Bu bakımdan zincirleri kırmaya çağıranlar da örtülü olarak yeni zincirler önermektedirler. Onlar da işçilerin önüne daha iyi yaşamak, çok kazanmak, ölçüsüz harcamak gibi idealleri koymaktadırlar. İnsanlara herkesin dilediğince yaşayıp, dilediğince yiyip içeceği bir dünya cenneti... Aslında dünyayı yaşanmaz kılan, kirleten tüm sistemlerin özünde dünya cenneti hayali yatmaktadır. Bu azgın tüketim sistemleri açısından ilginç bir çelişkidir.
Böyle bir dünyada, örneğin tabiatı kirleten, toprağı zehirleyen bir üretim alanında başarılı bir yönetici olmak ne ifade edecektir? Böyle bir söktörde “başarılı” bir kadın yönetici olmayı nasıl bir anlam yüklemeliyiz?
Kadın olmanın ontolojik anlamı ve değeri nedir? Bu anlam ve değer nasıl ve ne şekilde dünyaya, insanlığa ve tabiata bir değer katacaktır. Sanayi devrimi ve yarattığı iş ilişkileri veya hiyerarşisinde yer edinmek veya erkeklerle rekabet edip öne geçmek; erkeklerin, dünyanın belki de sonunu hazırlamakta olan yanlışlarını tekrarlamak hatta daha ileriye taşımak mı yüceltilecektir?
Erkek-Egemen olmayan toplumlar ve sistemler de tarih sahnesinde var olmuşlar ancak bu toplumlarda kadınlar erkekleri taklit ederek, onlardan daha “eril” ve ya “maço” olarak öne geçmemişler, kadın veya dişi karakterin ontolojik anlamda ayırt edici özelliklerini öne çıkartarak egemen olmuşlardır.
Toparlarsak iş, işçi, emek, çalışma adına ne kadar sorun varsa bu, kavramların yanlış bir yere oturtuluyor olmasındandır. Fritjhof CAPRA çalışma anlayışının farklılığını incelemiştir. Buna göre modem toplamlarda en az itibar gören, değersiz-önemsiz olan işler çalışmanın madde delilinin çok kolay kalktığı işlerdi. Yani ortaklıkları süpürmek, temizlik gibi. Bu tür faaliyetleri genellikle aşağı tabaka ve kadınlar yapmaktadır, itibarlı işler ise yüksek teknoloji ürünleri; aletler, gökdelenler, süpersonik uçaklar gibi "gözde" ürünler üreten işlerdir.
Günümüzde kadınların bu paradigmayı yıkmadan, sadece erkeklerin rolünü üstlenerek ve onları yücelten alanları ele geçirerek tarihi rövanşı almak istediklerini görmekteyiz.
Oysa geleneksel toplumlarda itibar hiyerarşisi çok farklıdır. Etkisi hemen geçen işler özel bir öneme sahiptir, insanlar için en önemli şey olarak ortaya konan manevi güzellikler için bir metot ya da en azından araç anlamı taşır bu tür işler.
Capra'nın bu tespitini geleneksel toplumlardaki mistikgeleneklerde müşahede ediyoruz. Gerçekten de mistik tecrübeye, ruhu yüceltmeye talip olanlar önce bu tür çalışmalarla mesafe kaydederler. Ruhsal gelişimyolundaki en büyük engel olan ego ve dünya sevgisini bu yolla bertaraf ederler. Bu belki de kendilerine en büyük atılım" yaptırır: Seviyelerinin çok altında yaşıyor ve düşünüyorken ulvî hakikatlerin kapısına varırlar, asıl gerçeklerle tanışırlar. Bundan sonra ise bir bakıma çizgisel bir ilerleme asîl devresi başlamıştır artık. Yani çalışma ile aşılmaz engeller yıkılır, insana müthiş bir inkılap yaptırılır ve hakikatten ne kadar uzak olduğu hissettirilir.
"Bir lokma, bir hırka" felsefesine modem insan hep küçümseyerek bakmıştır. Halbuki bu anlayışı çok farklı bir bakış açısından değerlendirmektedir. Biriktirme hırsından, çok tüketme arzusundan haberdar olmayan, yaşadığı zamanı soluk aldığı an bilip, bir sonraki soluğuna hiç- kimsenin garanti veremeyeceğine vakıf birini anlayamaz modern insan. Bunlar belki bizlere bile garip gelmektedir. Zannederiz ki, bu felsefe bizlere uyuşukluk ve atalet telkin eder. Aslında hiç de böyle değildir. Çalışmanın gayesi ve; motor gücü farklıdır o kadar. Çok kazanmak bu felsefenin dışında kalmamaktadır. Biriktirme hırsına sahip olunmadığı müddetçe , "dünyayı içine almadan, dünyanın içine girmek" bu düşünceyi ihlâl anlamına gelmemekledir. İnsanlar yine çalışırlar. Fakat motivasyon başkadır;
Böylelikle çalışma hayatını ve bunun ne anlama geldiği hususunun özünü yakalamış oluyoruz. Modem dünyada maddi motivasyon çalışmaya hâkim olduğu için bu sistemlerde dağıtma ve paylaştırma değil, biriktirme ve yığılma hâkimdir. Kapitalizmde değerleri zengin şahıslar biriktirir, komünizmde (tâbi hâlâ kaldıysa) ise devlet. TUSES'in yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye'de milli gelirin % 59.1' ini nufüsun %20'si almaktadır. En fakir %20 ise gelirin sadece %3.1'inc sahip olabilmektedir. Servetin küçük bir azınlıkta toplandığı ve paranın yine büyük paralarla kazanıldığı bir ülkede ise işçiler elbette maddi açıdan da kötü duruma düşecektir, işte hâkim sistemin çelişkisiburadadır.
Böyle bir iş hayatında ister erkek olun, isterse kadın ;kişisel başarı hikayelerinin bir anlamı kalmamakta, “Establishment” yani statüko veya müesses nizamın yaşamını sürdürmesi için katkıdan başka mana taşımamaktadır.
Evet , Zimbardo’nun kehaneti bu günden gerçekleşmiş gibidir. Ancak , kadınların erkeklerin yerini alması maalesef yanlış işleyen çalışma, üretim ve tüketim nizamını değiştirmekten çok rollerin el değiştirmesinden öte anlam ifade etmeyecektir.
Ancak eğitim ve akademik sahada öne geçmeye başlayan kadınlar, statükoyu değiştirmeye ve bu değişiklik için erkeklere değil kadınlara özgü varoluşsal farkları öne çıkarmaya talip olurlarsa gerçekten insan türü için bir şeyler değişebilir
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.