Çağ tutulması

Her çağ, bir ağdır aynı zamanda. Her çağ, ağına almak ister herkesi, her şeyi, bütün çağları ve çağrıları.

Çağ ile ağ arasında karmaşık ilişkiler vardır ve bu ilişkiler, sandığımızdan da tedirgin edicidir, biraz derinlemesine ağabilirsek ve bakabilirsek çağa ve çağrısına...

 

* * *

Her çağ, kendine özgüyü bir çağrıyı barındırır, özene bezene besler, özenle büyütür bağrında... Gözü gibi bakar bağrından kopan çağrının her sesine, seslenişine ve serzenişine... Çağrısının ses verebilmesi, yankılanabilmesi, ruh üfleyebilmesi için nice çilelere katlanır, nice engellere göğüs gerer, aşılmaz sanılan nice engelleri, engebeleri aşar; çağrısının özüne özbebeği gibi, gözbebeği gibi bakar; özünün söze gelmesi için bağrına taş basar, yüreğini dağlar, sıradağlar gibi çağlamanın yollarını arar...

Eğer çağın çağrısı, yalnızca kendisineyse, çağaysa, o çağ, insanları, varlıkları, hayatı zenginleştiren, gönendiren, kanatlandıran bir çağrıya değil, insanı kuşatan, kendi içine ve kendi üstüne kapatan bir ağa dönüşür. Çağrısı kendisine dönük olan çağ, insanı teslim alır ve yutar.

Eğer çağın çağrısı, kendisinin ötesine ve diğer çağlara da seslenebilen, ulaşabilen; başka bir deyişle, zaman-mekân sınırlarını aşabilen bir çağrıysa, yüzünü ve yönünü başka çağlara da çevirebilir ve çağlayana dönüşebilir; bundan sonra çağlayabilir ancak.

Yüzünü başka çağlara ve çağrılara dönemeyen, yöneltemeyen bir çağ, yüzsüzleşir ve yönünü de yitirir: Hem kendinden başka yüz göremediği için, kendini kaybeder, yolunu şaşırır; hem de başka yüzleri, başka çağları ve çağrıların yüzlerini göremediği, yoksaydığı için başka çağlara ve çağrılara karşı yırtıcılaşır ve yüzsüzleşir, şuhlaşır ve çiğleşir. Çiğleştikçe çirkinleşir.

Kelimenin bütün anlamlarıyla yüzsüzleşen, dolayısıyla çirkinleşen çağ, yönünü de yitirmekten kurtulamaz: Yönünü de yitirir; çünkü yönünü yitiren bir çağ önünü de, arkasını da göremez; hâl böyle olunca da, ön de alamaz, öncülük de yapamaz. O yüzden çirkinleşir, kabalaşır, önüne gelene el koymaya, sahip olmaya, her şeyin sahibi kendisiymiş gibi davranmaya, saldırganlaşmaya, her şeye saldırmaya başlar.

 

* * *

Çağının ağlarına ve bağlarına yakalanan, yönünü şaşıran, sipsivri ortada kalan, üstüne kapanan ve saldırganlaşan insan, gerçek anlamda çağdaş olamaz. Çağ yakalamıştır bu insanı; tutmuş ve yutmuştur. Bu nedenle bu insan, çağdaş değil, ağdaştır aslında.

Aslolan, çağı yakalayabilmek, tutabilmektir; çağa yakalanmak, çağ tutulmasına maruz kalmak ve çağın ördüğü ağlar tarafından yutulmak değil.

Çağa yakalanan, çağın çağrısına maruz kalan değil; çağa ağabilen, çağa başka çağlardan da bakabilen, çağı yakalayabilen insan çağdaştır. Çağa tutulan, çağın ağları tarafından yutulan değil; çağı tutabilen, tutup kaldırabilen, çağın ağlarını görüp bu ağları kırabilen, başka çağlara ve çağrılara kulak kesilebilen, çağının sınırlarını ve sınırlamalarına aşabilen ve başka çağlara ve çağrılara ulaşabilen insan, gerçek anlamda çağdaş insandır.

Sadece çağın çağrısına maruz kalan insan, yolda kalır. Çağa ve bütün çağlara çağrısını duyurabilen insansa yol alır her ân ve her zaman.

 

* * *

Hasılı kelâm, çağrısı, başka çağrılarla buluşabilen çağ, çağlayana dönüştürür çağı ve çağın insanını. Çağrısı çağlayana dönüşen çağ ve çağın insanı, çağlayabilir, bülbül gibi şakıyabilir; gül aşkıyla yanıp tutuşabilir; gül bahçelerinde, rengarenk çiçekler arasında renkâhenk bir bütünlük yakalayabilir ve çağı aşabilir; çağın ağlarını ve ağrılarını, bağlarını ve bağımlılıklarını aşarak başka çağlara, başka çağrılara ulaşabilir, çağlayana dönüşerek çağlayabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar