xxx33
Burada Kristof Kolomb'a özenen çok fazla kesim var...
Gitmeyi amaçladığı coğrafya yerine hiç bilinmeyen bir kıtayı keşfeden ve bunun da farkında olmayan Kristof Kolomb, amaçladıkları hedefe ulaşmak yerine başka noktalara sürüklenen ama bunun da farkında olmayan siyasetçilere örnek olarak gösterilir.
Bizde "siyasetçi" ile "darbeci" kavramları sık sık birbirlerine karıştığı için, yerli Kristof Kolomblar arasında "darbeci-siyasetçiler" de vardır.
Bunun en son ve en somut örneği, Sarıkız ile Ayışığı arasında darbeleri planlayan kadroların, "Kıbrıs'ı kurtarıyoruz" derken Rumların oyununa gelip Annan Planı'nı sabote etmeleri ve böylece Kıbrıs Rumları Avrupa Birliği'ne girerken, bizim için Kıbrıs'ın hala "Kriz konusu" olarak kalması değil midir?
İsmet Berkan bu olayı "Üçüncü Darbe" biçiminde nitelerken, Radikal'de şöyle yazmıştı:
"2003 olmuş, ABD Irak'ı işgal için Türkiye'den yardım istemiş, hükümet de onlara yardım vaat etmişti. Bu amaçla hazırlanan izin tezkeresinin Meclis'te oylanmasından bir gün önce Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Milliyet'ten Fikret Bila'ya isminin kullanılmadığı bir demeç verdi ve tezkereyi doğru bulmadığını söyledi. 3 Mart'ta tezkerenin reddinde bu demecin etkili olup olmadığı o gün bugün tartışılıyor.
Üçüncü darbe
Sadece bu da değil. O sırada Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, kendi adıyla anılan Kıbrıs çözüm planını açıklamış, Kıbrıslı tarafları bu plan üzerinde konuşmak için Hollanda'ya Lahey'e davet etmişti.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Ankara'da Başbakan Abdullah Gül'den, 'Sakın planı kategorik olarak reddetmeyin' diye talimat almış olmasına rağmen daha Lahey'e iner inmez 'Ben buraya Annan'a hayır cevabı vermeye geldim' dedi, görüşmeleri öldürdü. Denktaş bunu söylerken tek başına hareket etmiyordu, Ankara'da güvendiği dağlar vardı, onu teşvik edenler vardı.
Türkiye'nin seçilmiş hükümeti, kendi politikasını uygulayamamış, uygulatamamıştı. Ankara'da birileri devreye girmiş, hükümetin açık talimatını uygulatmamıştı.
Üçüncü darbe buydu!"(5 Nisan 2008-Radikal)
Buna benzer durumlar hukuk alanında da görülmez mi?
"Anayasal düzeni koruyoruz" diye yola çıkıp, sonunda "yargı darbeleri"nin icracıları durumuna düşen hukukçular yok mudur?
Bir başka garip durum da birlikte bulunmamaları gereken kurumların temsilcilerinin aynı dernek içinde beraberlikleridir.
Yargıçlar ve savcılar
Buna bir örnek, YARSAV'dan (Yargıçlar ve Savcılar Birliği) verilebilir.
Bunun bir başka versiyonunun, mesela "Yargıçlar ve Avukatlar Birliği" (YARAB) şeklinde gerçekleştiğini düşünebilir misiniz?
Veya "Avukatlar ve Savcılar Birliği" diye bir dernek oluşturulabilir mi?
Neticede yargıç, savcı ve avukat karşısında tarafsız kalması gereken bir hakem (veya hakim) değil midir?
Ama Türkiye'de kimse "YARSAV diye bir şey olamaz, olmamalı" demek yerine, "YARSAV Başkanı askerliğini neden yapmadı" sorusuna takılıyor.
YARSAV Başkanı'nın askerliğini yapıp yapmaması askerlerin meselesidir.
Buna karşı "Vicdani Retciler"in meselesi de sivillerin meselesi olmalıdır.
Ama burada "sivillik" gibi tüm kavramlar birbirine kavuşmuştur.
O kadar ki CHP'nin Genel Başkanı Baykal, 28 Şubat post-modern darbe sürecinde "Silahlı Kuvvetler sivil toplum örgütüdür" bile diyebilmiştir.
Neticede yargıçlarla savcılar birlikte dernek de kurarlar.
Veya ulusalcı kimlik içinde Kıbrıs'ı kurtarmak için darbe düzenleyenler, bilmeden Rumlara hizmet eder duruma düşerler
Bizde "siyasetçi" ile "darbeci" kavramları sık sık birbirlerine karıştığı için, yerli Kristof Kolomblar arasında "darbeci-siyasetçiler" de vardır.
Bunun en son ve en somut örneği, Sarıkız ile Ayışığı arasında darbeleri planlayan kadroların, "Kıbrıs'ı kurtarıyoruz" derken Rumların oyununa gelip Annan Planı'nı sabote etmeleri ve böylece Kıbrıs Rumları Avrupa Birliği'ne girerken, bizim için Kıbrıs'ın hala "Kriz konusu" olarak kalması değil midir?
İsmet Berkan bu olayı "Üçüncü Darbe" biçiminde nitelerken, Radikal'de şöyle yazmıştı:
"2003 olmuş, ABD Irak'ı işgal için Türkiye'den yardım istemiş, hükümet de onlara yardım vaat etmişti. Bu amaçla hazırlanan izin tezkeresinin Meclis'te oylanmasından bir gün önce Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Milliyet'ten Fikret Bila'ya isminin kullanılmadığı bir demeç verdi ve tezkereyi doğru bulmadığını söyledi. 3 Mart'ta tezkerenin reddinde bu demecin etkili olup olmadığı o gün bugün tartışılıyor.
Üçüncü darbe
Sadece bu da değil. O sırada Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, kendi adıyla anılan Kıbrıs çözüm planını açıklamış, Kıbrıslı tarafları bu plan üzerinde konuşmak için Hollanda'ya Lahey'e davet etmişti.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Ankara'da Başbakan Abdullah Gül'den, 'Sakın planı kategorik olarak reddetmeyin' diye talimat almış olmasına rağmen daha Lahey'e iner inmez 'Ben buraya Annan'a hayır cevabı vermeye geldim' dedi, görüşmeleri öldürdü. Denktaş bunu söylerken tek başına hareket etmiyordu, Ankara'da güvendiği dağlar vardı, onu teşvik edenler vardı.
Türkiye'nin seçilmiş hükümeti, kendi politikasını uygulayamamış, uygulatamamıştı. Ankara'da birileri devreye girmiş, hükümetin açık talimatını uygulatmamıştı.
Üçüncü darbe buydu!"(5 Nisan 2008-Radikal)
Buna benzer durumlar hukuk alanında da görülmez mi?
"Anayasal düzeni koruyoruz" diye yola çıkıp, sonunda "yargı darbeleri"nin icracıları durumuna düşen hukukçular yok mudur?
Bir başka garip durum da birlikte bulunmamaları gereken kurumların temsilcilerinin aynı dernek içinde beraberlikleridir.
Yargıçlar ve savcılar
Buna bir örnek, YARSAV'dan (Yargıçlar ve Savcılar Birliği) verilebilir.
Bunun bir başka versiyonunun, mesela "Yargıçlar ve Avukatlar Birliği" (YARAB) şeklinde gerçekleştiğini düşünebilir misiniz?
Veya "Avukatlar ve Savcılar Birliği" diye bir dernek oluşturulabilir mi?
Neticede yargıç, savcı ve avukat karşısında tarafsız kalması gereken bir hakem (veya hakim) değil midir?
Ama Türkiye'de kimse "YARSAV diye bir şey olamaz, olmamalı" demek yerine, "YARSAV Başkanı askerliğini neden yapmadı" sorusuna takılıyor.
YARSAV Başkanı'nın askerliğini yapıp yapmaması askerlerin meselesidir.
Buna karşı "Vicdani Retciler"in meselesi de sivillerin meselesi olmalıdır.
Ama burada "sivillik" gibi tüm kavramlar birbirine kavuşmuştur.
O kadar ki CHP'nin Genel Başkanı Baykal, 28 Şubat post-modern darbe sürecinde "Silahlı Kuvvetler sivil toplum örgütüdür" bile diyebilmiştir.
Neticede yargıçlarla savcılar birlikte dernek de kurarlar.
Veya ulusalcı kimlik içinde Kıbrıs'ı kurtarmak için darbe düzenleyenler, bilmeden Rumlara hizmet eder duruma düşerler