xxxx65
Bulgaristan’da “Türkofobya yeniden hortluyor”
Eskiler, "nüksetti" derlerdi. Birşey, durup dururken, ortada aşikar bir sebep yokken kendini tekrarlayıverirse veya beklenmedik anda ortaya çıkarsa, "yine nüksetti", "yine debreşti" de denirdi. Çoğu zaman bu terim ya bir hastalık veya kötü bir huy veya davranış için kullanılırdı.
Bulgaristan'daki olaylar insana bunu dedirttiyor: "yine nüksetti", "yine ... depreşti" . 1989'dan bu yana geçen sakin ve uyumlu 20 yıldan sonra Bulgaristan'da aynı üzüntü verici olayların başlamasına diyecek başka şey kalmıyor. Gelişmeler büyük bir dikkatle takip edilmeli ve hemen önü alınarak "dur" denilmelidir.
Geçmişi özetlerken:
Bulgaristan, 1990 yılına kadar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) bir parçası ve dolayısı ile de Rusya'nın bir peyki olarak komünist bir rejim altında yaşamıştır. Bu 45 yıllık totaliter komünist rejim süresince Rusya'nın çok fazla etkisi altında kalmış ve çoğu zaman, Rusya'dan daha koyu komünist olabilmiştir.
Bu koyu komünist dönem ve özellikle de sonlarına doğru, Bulgarların komünizm ile karışık milliyetçilik dalgası tüm yabancıları dışlayan ve onlara karşı kötü davranan bir sürece girmiştir. İçlerindeki azınlıkları ya asimile edip, eritmek veya içlerinden atıp, kurtulmak gibi iki uç arasında dalgalanmaya başlamıştır. O yıllar hem Bulgaristan ve hem de komşuları için çok zor olmuştur. Çünkü Balkan devletlerinin hepsinde azınlıklar bulunur ve yüzyıllar süren göçler geçiş yolları üstündeki bu Balkan ülkelerinde benzer durumlar meydana getirmiştir.
Olayların en sıkıntılı ve kritik yılı 1989'dır. O yıl birçok Bulgar şehrinde ve yerleşim merkezlerinde miting ve nümayişler yapılmış, o topraklarda yüzlerce yıldır (1300'lerden-1400'lerden beri yaşamakta olan) Türklere karşı nefret ve öfke gösterileri başlatılmıştır. "Ya, bizler gibi olun, ya çıkıp gidin" sloganları ile harekete geçen kitleler tarafından Türkler ve diğer azınlıklar çok yalnış ve kötü muameleye tabi tutulmuştur. Mesela: Bu grupları (örneğin Türkleri) kendi isimlerini terketmeye, Bulgar isimlerini almaya zorlamışlardır. Bu kadarla kalmayıp, ölmüş anne ve babalarının mezar taşlarındaki isimleri de kazıyarak, yerine Bulgar isim ve lakaplarını yazmaya zorlamışlardır. Türkçe öğrenmek yasaklanmış, ibadet serbestisi ortadan kalkmıştır. Cami ve mescitler, depo, ağıl veya disko gibi çirkin bir çok maksatla kullanılmıştır.
1989'da 300.000 Türk ellerindeki taşınmaz varlıkları yok pahasına satarak Türkiye yollarına düşmüş ve o zamanın (Cumhurbaşkanı Jivkov döneminin) hükümeti Türkiye'yi bu göçmenleri kabul etmeye zorlamıştır. Binlerce aile, sınırlara yığılmıştır.
Türkiye hükümeti ve sivil kuruluşlar, derhal organize olarak çok kısa bir süre içinde göçe zorlanan bu kitlelere yardımcı ve destek olmak, onlara barınak ve iş bularak, emniyete almak için harekete geçmişlerdir.
1990 yılından itibaren Bulgaristan'da komünist rejim sona erip, daha gerçekçi ve liberal kişiler iş başına geçmeye başlayınca da çok sayıda Bulgaristan Türk'ü tekrar kendi "ata toprakları" olan Bulgaristan'a geri dönmek istemişlerdir. Türkiye de onları desteklemiş ve yeni Bulgar rejiminin yardımı ile bu insanlar doğup, büyüdükleri topraklara yeniden dönmüşlerdir. Bir kısmı da Türkiye'de kalmıştır.
Komünist rejim ve Jivkov gruplarının baskısı altında Bulgaristan'dan ayrılmaya zorlanan Türklerin tüm özel varlıkları kamulaştırılmış veya Bulgar asıllı kişilere verilmiştir. Bulgaristan Türkleri birkaç yıl sonra tekrar vatanlarına dönünce kendi öz evlerini, başkalarından tam üç misli fiyata geri satın almak durumunda bırakılmışlardır. Kamulaştırılan çok sayıda varlık da hiç bir zaman geri verilmemiştir. Mescit, okul, medrese, külliye ve cami gibi mal varlıkları ise iade edilmemiştir.
2000'li yıllardan itibaren, Avrupa Birliği'ne (AB) girmek için çalışmalara başlayan Bulgaristan, o sıralarda iyi bir fırsat yakalamıştır. Küçük bir ülke olması ( yaklaşık 111,000 km2), nüfusunun sadece 8-8,5 milyon kişi olması ve % 83 Hristiyan bir ülke olması onun AB üyesi olmasını kolaylaştıran faktörler olmuştur. AB eski komünist ülkeleri kendi potasında kaynatabilmek için onlara büyük tolerans gösterip, yardımcı olmuş ve hatta giriş tarihlerini öne çekmiştir. Böylece Bulgaristan, 2009 yılında Romanya ile birlikte erkenden AB'ye alınmıştır. Hemen NATO'ya üye olmak için de başvurmuştur.
Bu AB'ye alınma süreci içinde Bulgaristan, gayet toleranslı, insan haklarına saygılı, hak-hukuk tanıyan bir devlet ve toplum görünümü sergilemiştir. Buna rağmen AHİM'de Bulgaristan aleyhine davalar açılmış, devlet olarak suçlu bulunmuştur. Bu davaların özellikle din ve inanç özgürlükleri konusunda olması hayli ilgi çekici bir durumdur. Son zamanlarda Müslüman Türkler ve Pomaklar, diğer azınlıklar yine gittikçe artan baskılara maruz bırakılmaktadırlar.
2010 yılında Bulgaristan'ın eski hastalığı yeniden nüksetmiş, eski huzursuzlukları, kinli ve öfkesi yeniden depreşmiş bulunmaktadır.
Bazı özellikler:
Bulgaristan Rus, İngiliz ve Fransızların kışkırtması ve desteğiyle 20. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılmıştır. Hatta Rus ordularının (Çarlık Rusya) eşliğinde Trakya'da bazı topraklara sahip olmak için işgal girişimleri yapmış bir ülkedir.
1923'de Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1939-40 yıllarına kadar iki ülke arasındaki ilişkiler muntazam, zaman zaman çok iyi olmuş ve hatta kurulan iki Balkan Paktı'nda birlikte yer almışlardır.
1939 sonrasında Almanya'nın "yükselen güç" olarak Avrupa'da yayılmaya başlaması ile Bulgaristan onun etkisi altına girmiş, Almanya ile sıkı bir çalışma yapmıştır. O dönem Almanyasının Nazi etki ve metodları da Bulgaristan'da benimsenmiştir. Kısa zamanda Nazilere uyan Bulgaristan idaresi, 1945'den sonra tamamen değişmiştir.
1945 de ise SSCB ve Komünist Rusya'nın etkisi altında kalmış ve "Demir Perde" gerisi devletlerden birisi olmuştur. O yıllarda Türkiye ve Bulgaristan arası çok gergin ve olumsuz bir şekilde gelişmiştir. 1989'da 300 bin Türkü sürgün edecek kadar (aynı Rusya'da Stalin dönemi ve Türklerin Sibirya'ya sürgün edilişleri gibi) durum kötüleşmiştir.
1990 yılından sonra komünizmden arınma ve arındırma dönemi başlamış olup, Bulgaristan, bu sefer güçlü buldukları ve ekonomik getirilerinden yararlanmak istedikleri Avrupa Birliği (AB) çalışmalarında yoğunlaşmıştır.
2009 yılında AB üyeliğine alınmışlardır. Yine 2000'li yıllarda geliştirilen "Balkan Devletleri Güvenlik Organizasyonu"nda Türkiye ile birlikte bir savunma gücü kurmak için çalışmışlardır. Türkiye'nin kurduğu (KEİB) Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'na davet edilmiş ve üye olmuşlardır. Türkiye'nin de desteği ile NATO'ya üye olma talep ve işlemleri başlatmışlardır.
2010'da ise birden bire Türk azınlığın elinden kendi müftüsünü seçme hakkı alınarak, eski komünist atanmış müftü görevine iade edilmiş ve onun eli ile birçok dini bina ve Sofya Müftülüğü işgal edilip, Türkler'den alınmıştır. Yani eski düşmanlıklar, eski Nazi ve Komünist metodları tekrar nüksetmiş olup, "Türko-fobya" depreşmiştir.
Bu konuyu ele almaya devam edeceğiz.