Oğuz YAVUZ
Bülent Ecevit
Türkiye’deki çalkantılı siyaset hayatının en önemli isimlerindendir o. Solcuların gözünde sol bir partinin serbest seçimlerde birinci olmasını sağlayan tek kişi olarak bir efsanedir. Bunun yanında Anadolu değerlerine bağlı kalarak muhafazakar kesimin de kendinden bildiği başarılı bir siyasi kişilik. Şaibeli ölümüyle de akıllardan çıkmayan Bülent Ecevit karakteri, duruşu, sanatçı ruhu , halkının içinde halkı gibi yaşadığı hayatı; riyakarlık ve yalandan uzak yürüttüğü yaşamıyla geniş kitlelere ümit oldu. Belki de bu sanatçı ruhu ve dürüst kişiliği yüzünden (!) ezeli rakibi Süleyman Demirel kariyerini bir cumhurbaşkanı olarak bitirirken o %1 oy almış bir partinin başkanı olarak bitirdi. Övülecek bunca yanı varken özellikle 1980 öncesindeki etik olmayan bazı söz ve davranışları veya halkın gözünde oluşan ”Ecevit gelirse batırır” anlayışının oluşmasının sorumlusu olarak eleştirilmeyi de hak eder. Türkiye’nin 1950 den beri demokratik seçimler yaptığını düşündüğümüzde yaklaşık 60 yıllık demokrasi hayatımızın 45 yılında aktif siyaset yapan Bülent Ecevit’i tanımak ve anlamak; demokrasi tarihimizi anlamada yardımcı olacaktır.
Sanatın ve siyasetin kavgası
Sanatçı bir anne ve politikacı bir babanın evladı olarak 1925’te gözlerini dünyaya açan Ecevit’in çocukluğu rahat bir ortamda geçti. Robert Koleji’nin edebiyat bölümünden mezun olan Ecevit edebiyat okumak istemesine rağmen babasının zoruyla hukuk fakültesine kaydoldu. Okul yıllığında bir arkadaşının Ecevit için yazdığı şu yazı bu zorlamanın Ecevit’e ne kadar ağır geleceğinin bir nevi göstergesidir
“Bir bardak çay, bir yaprak kâğıt, bir kurşun kalem ve şiir kitabı
İşte Bülent’in en sadık arkadaşları…”
Ecevit bir dönem bile dayanamayıp 3 ay sonra hukuk fakültesini bıraktı. Kendi yolunu kendisi çizecekti. Basın yayın müdürlüğünde tercüman olarak çalışmaya başladı. İşten arta kalan zamanlarda da İngiliz dili ve edebiyatı bölümünde okuyordu. Ama o okula da devam etmedi. 2 yıl sonra kolejden arkadaşı olan Rahşan hanımla evlendi. 1946-1950 yılları arasında Londra’da basın ataşeliğinde çalıştı. Parasal problemler dışında tam istediği gibi bir hayata sahipti. Sanatla ilgileniyordu. Ama sanatın karın doyurmaması ve babasının ona sunduğu iş tekliflerine ( babasının o zaman başbakan yardımcısı olan Nihat Erim’le arası iyiydi ve bu bağlantıyı kullanarak böyle bir teklifte bulunuyordu) dayanamayıp ülkeye döndü. CHP’nin yayın organı olan Ulus gazetesinde çalışmaya başladı ve CHP’ye de üye oldu. Siyasetin sunduğu imkânlar sanata galip geldi. Ama Bülent Ecevit’in içindeki sanat sevgisi de bitmeyecekti.
Yükselişi başlıyor
Ecevit’in hayatındaki dönüm noktalarından biri de Rockfeller bursuyla Amerika’ya gidip orada gelişmemiş ülkelerin yetenekli ve liderlik özelliği olan gençlerine verilen eğitimi alması oldu. Bu kursun ve daha önce de yurtdışında çok bulunmuşluğun ona kazandırdığı “batıyı tanıyor” intibası ona çok ciddi bir avantaj olacaktı. Türkiye’ye döndüğünde 1957 seçimlerinde İnönü’nün damadı olan Metin Toker, milletvekilliği adaylığını Ecevit’e devretti. 1961 de İsmet İnönü tarafından çalışma bakanı olarak atandı ve henüz 36 yaşındaydı. Ecevit, 1965 seçimlerinde Demirel liderliğindeki Adalet Partisinin iktidara gelmesiyle muhalefete düşen CHP’de ortanın solu fikrinin öncülüğünü yapmaya başladı. O yıllardan önce CHP bürokratların partisiydi. Kendisine sağ veya sol demiyordu. Ama Türkiye ile Amerika’nın arasının soğuması, 1961 anayasasının getirdiği özgürlüklerle işçilerin ekonomik ve sosyal hak talepleri, Türkiye İşçi Partisi’nin somut önerileri, gibi nedenlerle CHP saf belirlemek zorunda kalmıştı. Ama parti olarak solun aşırı faaliyetlerinde aktif rol oynayarak ülkeyi ve kendisini de tehlikeye atmamalıydı . Bu durumda en makul yöntemin ortanın solu fikrinde yattığını savunuyordu. Hem bu yöntemle parti bürokratik etkiden kurtulup halka açılarak çok daha fazla oy toplayabilirdi. Ne var ki bu düşünce İsmet İnönü’nün hoşuna gitmemişti. Dolayısıyla Ecevit parti içi muhalefet durumuna düşmüştü fakat birçok parti organı Ecevit’i destekliyordu. Özellikle gençlerin desteklediği Ecevit 1966 yılında genel sekreter seçildi. CHP tarihinde ilk defa bir genel sekreter ilçelerden köylere bütün CHP örgütlerini tek tek gezerek partililer ve delegelerle tanıştı. Ecevit çalışkanlığı, hitabet gücü ve parti içinde demokratik sol duruşuyla giderek sivrildi. 12 Mart 1971 muhtırasından sonra askerlere karşı dik durup onların yönlendirdiği bir hükümete üye vermeme önerisine karşı çıkılınca genel sekreterlikten istifa etti. 1972’deki kurultayda liste yarışını Bülent Ecevit’in desteklediği grup kazanınca da artık partiye sözünün geçmediğini anlayan İsmet İnönü istifa etti. Ecevit, bu durumda boş kalan genel başkanlık koltuğuna parti genel meclisi tarafından seçildi. Genel sekreterlikten istifa ederek aldığı büyük riske değmişti. Halka uzak durmasından şikayet ettiği partisinin başındaydı ve hayallerini de gerçekleştirmeye hazırdı artık. İlk olarak hükümetten istifa ederek demokratik seçimler yapılana kadar parti teşkilatlarını yenileyecek, halka yeni CHP’yi tanıtacaktı.
Bir gün seçim gezisinde bulunan Ecevit’i görmek isteyen bir ninenin “Karaoğlan nirede ha evlatlar, Karaoğlan'ı görmek istiyom” demesi habercilere ilham olur ve ona bir daha peşini bırakmayacak olan Karaoğlan lakabı takılır. Bu olay CHP gibi bürokratların egemen olduğu bir partinin toplumdan uzak ve soğuk genel başkanının kısa sürede halktan birisi, toplumun Karaoğlan’ı olduğunun bir göstergesidir. Halka samimi gelen bu duruş meyvesini verir, demokratik seçimlerde ilk defa CHP birinci olmuştur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.