Ramazan KERPETEN
BU ÜLKE NASIL KURTULUR SİZCE?
Bu ülkenin kurtuluşu ve selameti nerede acaba? Bu ülke nasıl huzur ve sükûnet bulur sizce?
Avrupa Birliği’ne girersek mi?
Onu şimdilik geçelim, en azından yüz yıllığına... Zira geçtiğimiz günlerde bir grup Türk gazeteci ile bir AB programı vesilesiyle gittiğimiz Brüksel’de bu intibahı verdiler açık açık. Üyelik sürecinin en az yüz yıl, hatta sonsuza kadar sürebileceğini ifade eden bazı uzmanlar dahi oldu. O yüzden de biz acil yoldan, kendi geleceğimiz adına somut neler yapabiliriz, ona bakalım derim.
Sosyologların, ekonomistlerin, siyasetçilerin birçok istikrar planı- projesi var. Bendenizin ise gayet açık ve net: Özel Harekât Dairesini ve Jandarma Genel Komutanlığı’nı İçişleri Bakanlığı’na bağlamak. Bunu; yakın- şahsi gözlemlerime ve de yaptığım bazı görüşme ve röportajlara dayanarak.. Ülkenin son yarım asırlık yaşadıklarını, atlattığı badireleri göz önünde bulundurarak söylüyorum.
Bu iki kurumumuz, İç İşleri Bakanlığımızın bünyesinde olsun da; varsın ekonomide dalgalı kur ya da dalgasız kur olsun… Varsın enflasyon ile devalüasyon med-cezir yapsın ülke sahillerinde, ne gam…
Hani deniyor ya: “Kurumlar arası uyumsuzluk, çatışma mı var?” diye.. Uyumsuzluk ötesi, usulsüzlük var. Bu kurumlar eğer ülkenin istikrarı adına, iç işlerimizin huzuru adına konuşlanacaksa, bu konuda adres İçişleri Bakanlığı olmayacak da neresi olacak? Emniyet Genel Müdürlüğü ile birlikte aynı çatı altında görev yapan kuvvetler olsa, aynı elin parmakları gibi tek yumruk olacaklardır. Ayrıca kolluk görevi yapan polis ile jandarmanın ikide bir birbirinden “rol çalması”nın, yetki karmaşası yaşanmasının da önü alınmış olacak… İçişleri Bakanlığı da yalnızca Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bakanlığı yapmak gibi bir etkinsizlikten kurtulmuş olacak.
Fakat önce, ortada ne gibi hassasiyetler var, ona bakalım;
Askeri bir güvenlik ve kolluk kuvveti olan Jandarma, 2803 sayılı “Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yasası” gereğince, il ve ilçe sınırları dışında kalan yerler ile Polis teşkilatı bulunmayan yerlerde görev yapar ki, bu alan neredeyse Türkiye yüzölçümünün % 92’sini kapsamaktadır! Hani bazıları “Türkiye polis devleti mi?” diyor ama bu alana baktığımızda “Türkiye Jandarma Devleti mi?” diye sorası geliyor insanın… Ülkenin bu kadar geniş bir alanında söz sahibi olan Jandarma, ihtilala giden süreçte ve ihtilal dönemlerinde cuntaların kılcal damarları hükmüne geçebiliyor! Bir ihtilal halinde ülke genelinde bir mezradaki muhtara kadar herkes nasıl aynı gün içeri alınabiliyor ki?
Bir de Jandarma’nın başına ihtilala heveslenen Ş. E. gibi bir orgeneralin geldiğini göz önünde bulundurduğunuzda… O zaman bütün ülke genelindeki bütün vatandaşların fişlenmesi, damgalanması, psikolojik harekâta uğraması gibi muameleleri yaşamak mümkün.
Ya Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele yani JİTEM’in yaptıkları?
Eski JİTEMci Abdulkadir Aygan gibi itirafçıların anlattıklarından yola çıkarak, yapılanmanın Doğu’da yaptıkları ve millet içinde açtığı derin yaraları göz önünde bulunduracak olursak, neden sivil idareye bağlanması gerektiği iyi anlaşılır. Bize verdiği röportajda Aygan, JİTEM olarak, silsileli olarak Genelkurmay Karargâhına kadar gidildiğinden bahsetmişti. (Gerçi Diyarbakır’daki bir duruşmaya gönderdiği yazıda Genelkurbay böyle bir kurumun olmadığını söyledi.) Zannımca, tam bir demokrasi için bu silsile son olarak İçişleri Bakanı’na, dolayısıyla da Başbakan’a varması gerekiyor… Jandarma İstihbaratı derken, her kuruma bir istihbarat döneminin kapatılıp, koordineli bir istihbarat ağının –hak ve hukuk çerçesinde- tesisi de ikinci aşama..
Bir de Jandarma çalışanlarının içinde bulunduğu yetki karmaşası…
TSK’nın bir parçası olan Jandarma, Silahlı Kuvvetlerle ilgili görevleri eğitim ve öğrenim bakımından Genelkurmay Başkanlığı’na, emniyet ve asayiş işleriyle diğer görev ve hizmetlerin ifası yönünden İçişleri Bakanlığına bağlı. Bir İlçede görevli Jandarma Astsubay; idari amir olarak komutanına karşı sorumlu, mülki amiri olması hasebiyle ilçe kaymakamına karşı sorumlu, adli işlerde savcıya karşı sorumlu.. Bir gün bir jandarma görevlisi bu listeyi bir hayli uzattıktan sonra gülerek: “Yedi kocalı Hürmüz gibiyiz” demişti, bu çok bölünmüşlüğü düşününce hak vermemek elde değil.
Bu noktada Jandarma’nın İçişleri Bakanlığı’na tam olarak bağlanması zarureti gündeme geliyor. Nitekim geçtiğimiz yıl AB İlerleme Raporu’nda da bu meseleye değinilmiş ve “"Sivil-asker ilişkilerini AB standartlarıyla uyumlu hale getirmesi, ordu ve savunma politikası üzerinde TBMM'nin eksiksiz gözetim yapabilmesini sağlaması” kapsamında Jandarma’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlanması gerektiği vurgulanmıştı. Peki, bu konuda hangi aşamaya gelindi? Askere rağmen bu gerçekleştirilebilir mi? Asker, böyle bir gücü devretmeye yanaşabilir mi?.. Olmak, ya da olmamak…
Dile kolay;
Jandarma Genel Komutanlığı’nın, 280 bin personeli bulunuyor;
Bunların 4 bin 500'ü subay, 18 bini astsubay, 25 bini uzman çavuş, geriye kalan yüzde 80'i ise er ve erbaşlardan oluşuyor. AB'ye verilen taahhütte, ‘Kolluk kuvvetlerinin profesyonel ve uzmanlaşmış birimleri’ olacağı vurgulanıyor. Halen Jandarma personel ihtiyacını Milli Savunma Bakanlığı’nın yaptığı asker alımlarıyla karşılıyor. Şimdi bu kadar büyük bir yapı AB standartlarına uydurulacak, zorunlu askerlik meselesi de masaya yatırılacak haliyle… (Birilerinin neden AB’yi istemediği biraz da böyle anlaşılıyor…)
…
Meselenin stratejik ayağına;
1948'de, ABD'ye, "özel harp kurumları ve strateji eğitimi" için gönderilen (Turgut Sunalp ve Alparslan Türkeş gibi) 16 subayın ilk çekirdeğini oluşturduğu, Tuğgeneral Daniş Karabelen tarafından, 1952'de kurulan Seferberlik Tetkik Kurulu'na gelecek olursak…
NATO’yla birlikte kurulan ve Amerikan Askeri Yardım Heyeti’nin Ankara Bahçelievler’deki binasında faaliyet göstermeye başlayan bu ‘gizli ordu’, 1965’de isim değiştirip ‘Özel Harp Dairesi’ olurken, stratejisi de “Komünizme karşı mücadele” olarak belirlendi. Amerikan güçleriyle yakın temas halinde çalışan bu gizli yapıdan, dönemin (1974) Başbakan’ı Bülent Ecevit bile ‘tesadüfen’ haberdar oluyordu.
1990’lara gelindiğinde İtalya’da patlak veren ‘Gladio’ soruşturmasıyla birlikte bütün Avrupa’da köklü bir değişikliğe gidildi. Ortaya dökülen ürpertici kanunsuzluklar karşısında AB üyesi ülkeler, bu gizli yapılanmayı kaldırdıklarını açıkladılar. Ama bir türlü AB’ye gir(diril)emeyen Türkiye’de ise haliyle farklı bir şey oldu. Bu yapı feshedilmedi, yine ismi değiştirildi ve Özel Kuvvetler Komutanlığı altında faaliyetini yürütmeye devam etti.
1996’daki malum kazadan sonra TBMM tarafından kurulan Susurluk Komisyonu’nda görev alan Fikri Sağlar, bu karanlık ilişkilerin aydınlatılması için 1952 yılında kurulan Seferberlik Tetkik Kurulu’na kadar uzanan yapılanmanın ortaya çıkarılması gerektiğine işaret etmişti. (Kendisi de bir araya Ergenekon Davası kapsamında sorgulanmış olan) Erol Mütercimler gibi bazı stratejistler de, Ergenekon ile bu yapı arasındaki korelasyona işaret etmişti…
Dönem dönem ismini değiştiren, her seferinde kendisine yeni düşmanlar belirleyen bu yapı 90 sonrasında kendisine düşman olarak neyi belirlemişti acaba? Amerika’nın dünya yapılandırmasında belirlediği hedefler neyse onu… 90’lara kadar ‘Kızıl Tehlike’ye karşı gard alan Amerika, SSCB’nin resmen çökmesiyle birlikte yeni bir düşman arayışına girdi ve ‘Yeşil Tehlike’de karar kıldı. 11 Eylül Olayı da bu sürecin tuzu-biberi oldu. Ülkemizde de 28 Şubat sürecini yürütenlerin yaptıklarına bakacak olursak, bu uluslararası oyunla nasıl senkronize hareket edildiği, nasıl bir göbek bağı olduğu çok açık görülecektir… (Bu bağlamda; Ergenekoncuların Amerika düşmanı gibi görünmeleri hiç de inandırıcı olmuyor, kusura kalmasınlar ama…)
Daniele Ganser’in,’ NATO’nun Gizli Orduları’ ve Can Dündar ile Celal Kazdağlı’nın ‘Ergenekon’ kitaplarında da belirttikleri gibi; gölge görevler, yurtiçi kontrol ve yanıltma operasyonlarıyla o kadar iç içe geçti ki; kontrgerillaları teröristlerden ayırt etmek şimdi imkânsız! 6-7 Eylül olayları, kanlı 1 Mayıs Olayı, Maraş Olayları gibi…
Düşmanlar üretip onlara karşı akıl almaz komplolar üreten bu yapının da bir an önce kurulacak ortak bir konsepte dâhil edilmesi gerekiyor. Şimdilerde yurtiçindeki tüm güvenliğin kurulacak olan “Güvenlik Müsteşarlığı”na devri konuşuluyor. Böyle bir müsteşarlık, ya da İç İşleri Bakanlığı’nın çatı yapı haline gelmesi… (Tercih, Yürütme’nin… Lakin Amerikayı tekrar keşfetmeye gerek yok. Amerika ve Avrupa’daki yapılar gözden geçirilerek en uygun olan sistem devşirilebilir…)
Diyorlar ya “kurumlar arası kavga”.. Kargaşanın olduğu yerde kavga da olur, savaş da. Uluslararası standartların olmadığı yerde de akıl almaz kanunsuzluklara yol açılabilir.
Baştaki önerimize gelecek olursak;
Jandarma ve Türk Gladio’su İç İşleri’ne bağlansın da, diğer meseleler füruattandır!
İster enflasyon olsun,
İsterse cebimizde pek fazla para olmasın…
Ama ülkede istikrar olsun, ülke içinde düşmanlıklar icat edilmesin..
Ve nihayetinde de,
Halkın seçtiği parlamenterler provokasyonlarla devrilip ihtilala geçilmesin…
Diğer meseleler mi?
Kendi haline bırakılmış ülkem insanınca kendiliğinden çözülür!
Bir fırsat verilse…
SON BİR NOT:
Şimdi ‘Kozmik Odalar’da araştırmalar yapılıyor da, bir şeyler bulunabileceğine ihtimal veriyor musunuz? Zira “mesaj, 10 saniye içinde kendisini yok edecektir”… Bir de ‘Kozmik’ filan derken, bulunabilecek bilgilerin kainatın kozmik hakikatlerine dair bilgiler içerebileceği olasılığını ihtimal veren var mı aranızda..? Mars'ta su bulunmasından yüzyılın deneyi olarak adlandırılan Büyük Hadron Çarpıştırıcısına, Eris cüce gezegeninin ortaya çıkartılmasından klonlamaya… Ülkenin belli dönemler halinde kalkındırılması ve Atatürk’ün “çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine” hedefine ulaştırma adına derinlemesine projeler, Türk insanını uzaya taşıyacak kozmik bilgiler olasıymış..?! 28 Şubat sürecinin dolu dizgin yol aldığı o günlerde başörtülü bir kızın TV ekranlarına yansıyan çarpıcı bir pankartı geldi şimdi gözlerimin önüne: “Uzaya çıkmak istediniz de buna başörtüm mü engel oldu?”..
Ülkem insanı...! Asimetrik, simetrik, geometrik.. hiçbir savaştan anlamaz, böyle işine bakıyor ve de birilerine: “Sen de işine bak kardeşim” diyor. Ha bu arada; bir kısım medya çalışanında bir panik, bir panik! Acaba bu ‘Kozmik Bilgiler’ arasında, işbirliği yapılan basın çalışanları gibi bir listenin ortaya çıkması endişesi mi var..?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.