xxx33
"Boğazlar Rejimi"ne bakarak da tarihi yeniden yazabiliriz...
Gazetelere manşet atan yazı işlerindeki arkadaşlarımız, her vesile ile "Tarih yazdık" tekerlemesini kullanmayı pek sever.
Tutulan bir takımın galibiyeti bile, bazen tarihin yazılmasına neden olabilir.
Oysa "Tarih" yazılanlardan ziyade yaşanırken yazılamayanlar üzerinde oluşur.
Ayrıca çoğunlukla tarihin yazıldığının pek farkına varmaz kitleler.
Hep aynı örneği veririm.
St. Petersburg'da 1917'de Kışlık Saray'a baskınla Sovyet darbesi olurken, kentin diğer semtlerindeki halk bir "Devrim" gerçekleştiğinin farkında değildi. İnsanlar lokantalarda, tiyatrolarda günlük hayatlarına devam ediyordu.
Devletler savaşa girdiğinde de kitleler ne tür bir dönemin eşiğinde bulunduklarını pek hissetmezler.
Şoven duygularla donatılmış kitleler ellerinde bayraklarla meydanları doldurur. Askere giden çocuklarını uğurlayanlar, o çocukların tabutlar içinde geri dönebileceğini pek düşünmez.
Sonunda devletler yok olur, imparatorluklar parçalanır.
Doğdukları günden beri bir ülkenin vatandaşı olan insanlar, bir ateşkes ve bir barış antlaşması ertesinde, bir başka ülkenin uyruğuna geçtiklerini görüverirler.
Rejim değişiklikleri
Bizim Boğazlarımızın uluslararası hukuk açısından sahip olduğu "Rejim" deki değişiklikler de, aslında tarihin yazılması sürecindeki aşamaları yansıtır.
2'nci Dünya Savaşı arifesindeki uluslararası gerginliklere ve dengelere dayalı biçimde oluşturulan "Montrö Rejimi", daha sonraları defalarca zorlandı.
Şimdi de Rusya'nın Gürcistan'a yaptığı askeri müdahalenin ertesinde Karadeniz'e çıkan Amerikan savaş gemileri yüzünden yine zorlanmakta.
Tabii ki bazılarımız "Montrö değiştirilemez" falan gibi sloganlarla, kendilerince dış politikaya ilişkin tutumlarını açıklamaya hazırdırlar.
Çünkü onlara göre Türkiye Lozan'da da, Montrö'de de "Tarihi yeniden yazmıştır."
Onlara göre Lozan da, Montrö de, Türkiye'nin tarihe dönük bir nevi irade beyanıdır. Bunlar çok taraflı, çok imzacılı antlaşmalar adeta değildir.
Demek istediğimiz şu.
Boğazlar Rejimi kağıt üzerinde değişmemiş olarak kalsa da, uygulamada zamana ve uluslararası dengelere göre defalarca değişmiştir.
Struma faciası
Örneğin 2'nci Dünya Savaşı'nda Montrö'ye rağmen iki Alman gemisi Boğazlar'dan geçtiği için daha sonra Yalta ve Potsdam'da, Sovyetlerin yanında İngiltere ve Amerika da, Türkiye'nin elinden Boğazlar'ın kontrolünün alınmasını istemişlerdir.
Bereket ki "Soğuk Savaş" gelmiş ve Türkiye Amerikan Bloku içinde yer almıştır.
Boğazlar'ın tarihi nasıl değiştirdiğini hep Göeben ve Breslau zırhlılarının nasıl Yavuz ve Midilli olduklarını hatırlatarak anlatmayı severiz.
Bu arada 1941'de Nazi soykırımından kaçıp Filistin'e gitmeyi amaçlayan Romanya Yahudileri ile dolu "Struma" gemisinin Boğaz'a girip, sonra geri çıkarılmasını hiç hatırlamayız.
Aralarında 30 doktor, 25 avukat, 15 mühendisin de bulunduğu 769 Bükreşli, İstanbul Boğazı'na Karadeniz'den girmiş, Nazi Almanyası'nın İstanbul konsolosunun baskısı ile yolcuların karaya çıkmasına izin verilmemişti.
Sonra bu gemi römorkörler eşliğinde Karadeniz'e geri gönderildi. Orada da bir patlama ile yanıp battı. Birkaç kişi dışında tüm yolcular öldü. Gemi, Boğaz'dan römorkörle Karadeniz'e doğru çekilirken, yolcular çarşafları birbirine ekleyerek, geminin bordasına asmış ve şunu yazmışlardı:
- Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!.. Kurtarın bizi!...
Kritik dengeler
Hatırlar mısınız bunları?
Tarih böyle de yazılmıyor mu?
Montrö'nün önce 1968'de Sovyetler'in aleyhine, sonra da 1976'da Sovyetler'in lehine yorumlanarak tarafımızca uygulandığını hatırlar mısınız bilmem.
1968'de Amerikan savaş gemileri Dyess ve Turner Karadeniz'e geçerken ve üzerlerinde Montrö'de zikredilmeyen sekiz adet füze varken, Amerika ile aramız iyiydi.
Buna karşı Montrö sınırlarının üzerindeki 40 bin tonluk Sovyet zırhlısı Kiev 1976'da Akdeniz'e çıkarken de, özellikle Kıbrıs yüzünden Amerika ile aramız şeker renkti.
Neyse... Bunları bilmeden de tarihin nasıl yazıldığı konusunda ileri geri konuşabiliriz.
Tutulan bir takımın galibiyeti bile, bazen tarihin yazılmasına neden olabilir.
Oysa "Tarih" yazılanlardan ziyade yaşanırken yazılamayanlar üzerinde oluşur.
Ayrıca çoğunlukla tarihin yazıldığının pek farkına varmaz kitleler.
Hep aynı örneği veririm.
St. Petersburg'da 1917'de Kışlık Saray'a baskınla Sovyet darbesi olurken, kentin diğer semtlerindeki halk bir "Devrim" gerçekleştiğinin farkında değildi. İnsanlar lokantalarda, tiyatrolarda günlük hayatlarına devam ediyordu.
Devletler savaşa girdiğinde de kitleler ne tür bir dönemin eşiğinde bulunduklarını pek hissetmezler.
Şoven duygularla donatılmış kitleler ellerinde bayraklarla meydanları doldurur. Askere giden çocuklarını uğurlayanlar, o çocukların tabutlar içinde geri dönebileceğini pek düşünmez.
Sonunda devletler yok olur, imparatorluklar parçalanır.
Doğdukları günden beri bir ülkenin vatandaşı olan insanlar, bir ateşkes ve bir barış antlaşması ertesinde, bir başka ülkenin uyruğuna geçtiklerini görüverirler.
Rejim değişiklikleri
Bizim Boğazlarımızın uluslararası hukuk açısından sahip olduğu "Rejim" deki değişiklikler de, aslında tarihin yazılması sürecindeki aşamaları yansıtır.
2'nci Dünya Savaşı arifesindeki uluslararası gerginliklere ve dengelere dayalı biçimde oluşturulan "Montrö Rejimi", daha sonraları defalarca zorlandı.
Şimdi de Rusya'nın Gürcistan'a yaptığı askeri müdahalenin ertesinde Karadeniz'e çıkan Amerikan savaş gemileri yüzünden yine zorlanmakta.
Tabii ki bazılarımız "Montrö değiştirilemez" falan gibi sloganlarla, kendilerince dış politikaya ilişkin tutumlarını açıklamaya hazırdırlar.
Çünkü onlara göre Türkiye Lozan'da da, Montrö'de de "Tarihi yeniden yazmıştır."
Onlara göre Lozan da, Montrö de, Türkiye'nin tarihe dönük bir nevi irade beyanıdır. Bunlar çok taraflı, çok imzacılı antlaşmalar adeta değildir.
Demek istediğimiz şu.
Boğazlar Rejimi kağıt üzerinde değişmemiş olarak kalsa da, uygulamada zamana ve uluslararası dengelere göre defalarca değişmiştir.
Struma faciası
Örneğin 2'nci Dünya Savaşı'nda Montrö'ye rağmen iki Alman gemisi Boğazlar'dan geçtiği için daha sonra Yalta ve Potsdam'da, Sovyetlerin yanında İngiltere ve Amerika da, Türkiye'nin elinden Boğazlar'ın kontrolünün alınmasını istemişlerdir.
Bereket ki "Soğuk Savaş" gelmiş ve Türkiye Amerikan Bloku içinde yer almıştır.
Boğazlar'ın tarihi nasıl değiştirdiğini hep Göeben ve Breslau zırhlılarının nasıl Yavuz ve Midilli olduklarını hatırlatarak anlatmayı severiz.
Bu arada 1941'de Nazi soykırımından kaçıp Filistin'e gitmeyi amaçlayan Romanya Yahudileri ile dolu "Struma" gemisinin Boğaz'a girip, sonra geri çıkarılmasını hiç hatırlamayız.
Aralarında 30 doktor, 25 avukat, 15 mühendisin de bulunduğu 769 Bükreşli, İstanbul Boğazı'na Karadeniz'den girmiş, Nazi Almanyası'nın İstanbul konsolosunun baskısı ile yolcuların karaya çıkmasına izin verilmemişti.
Sonra bu gemi römorkörler eşliğinde Karadeniz'e geri gönderildi. Orada da bir patlama ile yanıp battı. Birkaç kişi dışında tüm yolcular öldü. Gemi, Boğaz'dan römorkörle Karadeniz'e doğru çekilirken, yolcular çarşafları birbirine ekleyerek, geminin bordasına asmış ve şunu yazmışlardı:
- Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!.. Kurtarın bizi!...
Kritik dengeler
Hatırlar mısınız bunları?
Tarih böyle de yazılmıyor mu?
Montrö'nün önce 1968'de Sovyetler'in aleyhine, sonra da 1976'da Sovyetler'in lehine yorumlanarak tarafımızca uygulandığını hatırlar mısınız bilmem.
1968'de Amerikan savaş gemileri Dyess ve Turner Karadeniz'e geçerken ve üzerlerinde Montrö'de zikredilmeyen sekiz adet füze varken, Amerika ile aramız iyiydi.
Buna karşı Montrö sınırlarının üzerindeki 40 bin tonluk Sovyet zırhlısı Kiev 1976'da Akdeniz'e çıkarken de, özellikle Kıbrıs yüzünden Amerika ile aramız şeker renkti.
Neyse... Bunları bilmeden de tarihin nasıl yazıldığı konusunda ileri geri konuşabiliriz.